Başlamadan önce Cemre'ye buradan teşekkür etmek istiyorum. Smoothien çok lezzetliydi ellerine sağlık kuzum. Bugün söylemeyi unuttum kızma hemen öyle :*
***
Kaçırılmış olmanın en kötü yanı, asla güvende hissedememekti belki de. Uyuyamıyordunuz. Yiyemiyordunuz. Hatta bazen, nefes almaya dahi korkuyordunuz. Başınıza ne geleceğini, birkaç dakika sonra yaşayıp yaşamayacağınızı dahi bilememek gerçek bir işkenceydi.
Şu an bana olan da buydu.
Ve tam da böyle anlarda öğrenirdiniz karanlıkla dost olmayı. Sessizliğine sığınır, onun gibi akışkan, sinsi ve de en az onun teni kadar soğuk olurdunuz bir anda.
Şu an bana olduğu gibi...
İçinde uzandığım karanlığın vücudumun her hücresine teker teker bulaştığını, etimi çürütüp kemiğimi çıkardığını hissediyordum sanki. Bir mürekkep gibi yapış yapış, gece kadar soğuk, ölüm kadar sessizdi karanlık. İçime sızıp acımı büyütüyordu.
Yorganımın altında iyice büzüşmüşken, işte tam da bunu düşünüyordum. Hemen arkamda yatan Demir, bana karanlık olmadan ben onun karanlığı olmalıydım. Ne pahasına olursa olsun, yaşayabilmek için...
Yatakta sessizce doğruldum. Parmaklarım, beyaz yastığın üzerinde adeta bir bıçak gibi kaydı. Avuçlarımın altında sıktım onu ve fısıldadım kendime: güçlü ol Hilal! Bunu başarabilirsin! Artık dönüşüm yoktu. Karanlıkla çoktan el sıkışmıştım.
İş bittiğinde, Demir kadar kötü mü olacaktım? Yoksa dünyayı bir başka pislikten temizlediğim için bir kahraman mı? Arkamdan ne derlerse desinler, ben en çok özgür olacaktım.
Yastığı ellerimin arasında kavrayıp kaldırdım. Demir'e döndüm. Gecenin en huzurlu örtüsünün altında sakince uyuyordu. Bunca kötülüğü o yapmamış gibi... Ancak ben, masum çehresinin altında kaynayan o zifir günahlarının tadını ağzımda hissedebiliyordum.
Hoşçakal melek yüzlü şeytan, bu gecenin karanlığı benim.
"Hilal... Hilal!" Hayallerimin içinden bir anda çekip çıkarılmıştım. Yanımda kim bilir ne zamandır bana seslenmekte olan Serkan'a döndüm. "Affedersin... Bir şey mi söyledin?" Serkan, tuhaf bir ifadeyle bana bakıyordu. "Hayır. Dalıp gittin."
"Ha... Pardon. Bir şey düşünüyordum da..." Serkan bana bakarak cık cıkladı. "Dudağını kanatmışsın!" Sabah yediğim tokadın yarası mıydı acaba? Sol elimi dudaklarıma götürdüm. "Dokunma, dokunma! Hemen geliyorum."
Serkan mutfağa girdi ve etrafı taramaya koyuldu. Ben de kızıla ıslanmış parmaklarıma baktım. Haklıydı, kanatmıştım. Demir'i bilmem kaçıncıya öldürdüğümü düşlerken yine dudaklarımı ısırıyordum belli ki. Bu, kötü bir huyumdu.
"İşte, gel bakayım!" Serkan, elinde bir peçeteyle geri döndü ve kanayan dudaklarımın üzerine bastırdı. Kaşlarını çatmış, son derece ciddi bir ifadeyle dudaklarıma odaklanmıştı. Gülümsedim. Bana Levent'i hatırlatıyordu.
Elini tutup onu durdurdum. "Teşekkür ederim." dedim. Serkan bir an için şaşırmış gibi göründü. Daha sonra o da gülümseyerek karşılık verdi. "Önemli değil."
Tam bu sırada ana kapının açıldığını duyduk. Demir, içeri girmişti. Onunla göz göze geldik. Bir süre yüzümü inceledi. Serkan'ın hızla elini çektiğini hissettim ama dönüp ona bakamadım. Demir'in buzdan bakışlarına kilitlenmiş gibiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ
General Fiction"Ondan nefret ettim. Bana yaptıkları yüzünden, benden aldıkları yüzünden ondan nefret ettim. Ama o beni sevdi. Ve ben ondan daha çok nefret ettim. Çünkü bu, bir aşk hikayesi değildi." On yedi yaşındaki Hilal Sancar kendisinden yaşça büyük ve ona tak...