Bölüm 16: Karanlık 1

6.7K 197 100
                                    

"Baba! Baba!" Kolumu şiddetle çektim. Beni tutan adamların elleri arasından kayıp yere, babamın yanına düştüm.

Ellerimi babamın üzerinde, ona değecek bir yer bulamadan gezdirdim. Sarılmak istiyordum ona. Fakat yarasına ya da kanına dokunma düşüncesi beni delirtiyordu. Dokunamazdım. Hayır. Babamın ölmesi kabul edebileceğim bir şey değildi.

Çaresiz avuçlarım en sonunda kendilerine babamın yanaklarında yer buldular. "Baba..." diye inledim. "Baba aç gözlerini. Bana bak ne olur. Baba!"

Babamın elini tuttum. Bana cevap vermiyordu. Avucunu yanağıma yasladım. Yüzümü kana boyuyordu fakat umurumda değildi. "Baba bak..." dedim usulca. Gözyaşlarımdan babamın yüzünü göremiyordum neredeyse. "...ben buradayım baba. Ne olur uyan. Baba ne olur uyan!"

Eli avuçlarımın arasından kayıverdi ve dizlerimin üzerine düştü. Boğulduğumu hissettim. Nefes almaya çalıştım fakat etrafımdaki hava beni boğuyordu sanki. Sağ elimle göğüs kafesimi açmak ister gibi göğsümü sıktım. Fakat nefesim kesiliyordu. Ciğerlerime doldurabildiğim azıcık hava da, acıyla dolu bir çığlık halinde bedenimi terk etti.

Eğilip babamın cansız bedenine sarıldım. Sol kolumla, kırık kanadıyla ormanını korumaya çalışan bir kuş gibi, babamın göğsünü sarıyordum. "Baba!" diye seslendim umarsızca. "Baba uyan ne olur!"

Tam bu sırada karnımın altında aniden hissettiğim ufak bir kasılma ile yüzümü ekşittim. Ona hafif bir acı eşlik etmişti. Sağ elimi içgüdüsel bir şekilde karnımın üzerine götürdüm. Neler oluyordu?

Ben daha acıyı beyin süzgecimden geçirememiştim ki, bir çift elin omuzlarımı sarışıyla irkildim. "Hadi gel..." dedi Demir kulağıma doğru. Babama daha da sarıldım ve öfkeyle bağırdım. "Hayır!"

Demir'in sesi çatlamıştı. Ağlamaklı bir tonda "Yapma..." dedi. "Hilal..." Ellerini omuzlarımın üzerinden savurup attım. "Dokunma bana! Sakın bana dokunma!" Demir'in gözleri dolmuş, burnu kızarmıştı. Bir de üzülüyor muydu? Ona bu hakkı kim vermişti?

Yüzümdeki öfkeli ifadem, göğsümden yükselen yeni bir hıçkırık ile yerini tekrar hüzne bıraktı. "Bana artık dokunma!" Tekrar babama sarıldım. O, boş bir kabuktu artık. Babam orada değildi. Fakat bu etten ve kemikten yapılma boş kabuk, babamdan elimde kalan son şeydi.

Göğsünden sızan kan mı yoksa gözyaşlarım mı yüzümü ıslatıyordu bu kadar bilmem. Tek bildiğim, babamın gitmiş olmasıydı. Ve ben, bir kez daha yapayalnız kalmıştım. Bencil bir düşünceydi belki bu,  onu da bilemem... Fakat etik anlayışımı sorgulayamayacak kadar canım yanıyordu. Yani oradan ahlak yoksunu gibi görünüyorsam, özür dilerim. Bu an için, öyleyim.

"O haklı, Demir. Ona artık dokunamazsın." dedi Adnan Alkan. "Sonuçta, babasıyla bir anlaşma yaptık." Demir'in öfkeli sesini duydum. "Hayır." Adnan Alkan ise, onu duymuyor gibiydi. "Götürün onu." Bir kez daha kollarımdan tutuldum. "Hayır! Bırakın beni!" diye çığırdım. "Baba!"

Fakat kuvvetli kollar, beni zorla ayağa kaldırdı. "Cenazeyi size teslim edeceğiz, merak etme." dedi Adnan Alkan bana bakarak. "Artık bitti. Eve gidiyorsun." Bedenim bu sözlerle bir anda uyuşmuştu. Beni tutan adamlar, oradan uzaklaştırırken, havada uçuyor gibi hissediyordum. Sanki ne bacaklarım, ne de geri kalan bedenim bana ait değildi. Ödemem gereken bedel bu muydu yani? Eve gidebilmek için babamı kaybetmem mi gerekiyordu? Ya babam? Kızını korumak için onun gözleri önünde ölmesi mi gerekiyordu?

"Hayır! Hilal!" Demir'in, bir hışımla üzerime atıldığını gördüm. Fakat Adnan Alkan'ın adamları onu bir anda kıskıvrak yakalayıverdi. Sanırım, onu son kez görüyordum. Yani en azından, öyle olmasını umuyordum. "Bırakın onu! Hilal!"

BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin