Zincirlerin metalik tıkırtılarla çözüldüğünü duyarak uyandım. Neyse ki şanslıydım ve gözlerimi açmak gibi bir hataya düşmemiştim. Yatakta, yanımda oturan Demir'in ağırlığını hissedebiliyordum. Bir başka akşam yemeği için olsa gerek, zincirlerimi çözüyordu.
Benimle işi bittikten sonra biraz daha bekledim. Adımları yatağın çevresinde döndü. Bir yandan hafif bir şarkı mırıldandığını duyabiliyordum.
Sol tarafa, kıyafet odasına ilerledi. Bir şeyleri karıştırdı ve geri döndü. Ardından yatağın üzerine elindekileri serdi. Kıyafet olduğunu tahmin etmek çok da zor olmamıştı. Her akşam bunu yapıyordu. Bana bir elbise seçiyor, onu giymemi istiyordu ve ardından beraber akşam yemeği yiyorduk.
Ağır adımları kapıya yöneldi. Kapının açıldığını ve kapandığını duydum. Ancak gözlerimi henüz açamazdım. Kısa bir sessizliğin ardından ahşap kapı bir kez daha açıldı ve kapandı. İlk seferde numaradan çıkmış gibi davrandığını biliyordum! İşte şimdi, çıkmış olduğuna kanaat getirebilmiştim.
Her ne kadar onun varlığına karşı kendimi biraz daha güvende hissediyor olsam da gözlerimi tereddütle araladım. Oda boştu. Yavaşça doğruldum ve ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttım. Bedenimin içinden geçen bir sessizlikle baş başa kalmış gibi hissediyordum şimdi. Artık, benim için olan tek rahatlama anı günün bu saatleriydi. Uğultulu bir boşluğun kulaklarımdan dolarak beynimi kapladığı anlar... Çünkü yalnız bu saatlerde tek başıma kalabiliyordum. Demir, günün geri kalanında, sürekli olarak bu odada, yanı başımdaydı.
Yorgun gözlerle etrafı süzerken iç çekerek daha ne kadar burada kalacağımı düşündüm. Acaba bana dair herhangi bir haberleri var mıydı? Ya babam? Adnan Alkan söz verdiği gibi babamı geri göndermiş miydi?
Onun cenazesine bile katılamayacaktım- ya da katılamamıştım bile belki de. Ve bu beni çok üzüyordu. Böylece Demir'i affedemeyeceğim şeyler listesine başka bir yıldız atılmıştı elbette. Ondan giderek daha da nefret ediyordum.
Sargıları yeni çıkmış ayaklarımın üzerine ağırlığımı verdim. Bir hafta öncesinin çizikleri, eskisi kadar olmasa da, hala için için sızlıyordu. Acıyı görmezden gelerek ayağa kalktım. O da, bir başka uyuşuk histi benim için.
Odanın soluk renkleri arasından banyoya ilerlerken kaybettiğim o uyuşuk hislerimi düşündüm. İçimde, hiçbir duygu kalmamıştı. Beynimin duyulmaz morfini, her birinin duyulmak için can atan çığlıklarına ket vurmuştu. Onları görebiliyor, az da olsa içimdeki varlıklarını algılayabiliyordum. Ancak eskisi kadar yoğun değillerdi. Hayatın geri kalan her bir parçası gibi, onlar da sessiz, soluksuz, renksiz ve önemsizdi benim için. İstesem de, gerçek olduklarına inandıramıyordum artık kendimi.
İçlerinden yalnız bir tanesi, diğerlerine göre daha sivri başlıydı. O da, Demir'e duyduğum nefretimdi. Ancak onun bile alacalı, kızıl renkleri, günden güne soluyordu.
Topallayarak ilerlerken, banyo kapısının eşiğine varmıştım bile. Yavaşça eşiğe tutundum. Duraksadım. Başımı kaldırdım ve eşiğin üzerindeki elime baktım. Serkan da tam buraya yaslanmıştı. Hem de hamile olduğumu fark ettiğim gün...
Parmaklarım usul usul, ahşabı okşadı. Sanki eski dostumun tenine, yumuşak gömleğine, sıcak ellerine yeniden dokunuyormuş gibi...
Kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Nefretimin parlak kıyafetini, gözlerimin önünde canlandırabilmek için, kendime hatırlatmaya çalışıyordum. Beynimin unutmaya çalışan kırık parçalarına inat, kendime hatırlatmaya çalışıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ
Genel Kurgu"Ondan nefret ettim. Bana yaptıkları yüzünden, benden aldıkları yüzünden ondan nefret ettim. Ama o beni sevdi. Ve ben ondan daha çok nefret ettim. Çünkü bu, bir aşk hikayesi değildi." On yedi yaşındaki Hilal Sancar kendisinden yaşça büyük ve ona tak...