Gözlerimi sabah güneşine açtım. Odanın içi, çok parlaktı. Ama ben bunun sadece rahatsız edici olduğunu düşünüyordum. Hilal'in ortadan kaybolmasından bu yana yaklaşık bir hafta kadar oluyordu. Nasıl neşelenebilirdim ki?
Sevdiğiniz birinin bir anda kayıplara karışmasının en kötü yanı, aklınızdaki belirsizliklerdi muhtemelen. O kişinin başına ne gediğini, hayatta olup olmadığını, hayattaysa ne koşullarda olduğunu bilememek... İnsanı bu çıldırtıyordu işte. Sürekli kendinize olabilecek şeyleri soruyordunuz. Ve cevabı yine kendinizde aradığınızdan, bir sonuca da varamıyordunuz. Ölen birine "öldü" deyip geçebilirdiniz. Üç gün yasını tutar, sonra hayatınıza geri dönerdiniz. Ancak biri kayıp olduğunda, o kişiye ne demeniz gerektiğini bilemiyordunuz. Ve bu belirsizlik, o kişinin yokluğuna alışsanız dahi, sizi yiyip bitiriyordu.
Yatağımdan kalktım. Elimi yüzümü yıkamak için banyoya gittim ve orada işim bitince de kıyafetlerimi değiştirerek mutfağa geçtim. Annem, çakıl rengiyle dolu mutfağımızdaki televizyonumuzdan bir şeyler izliyordu. Kahvaltıyı hazırlamasında ona yardımcı olmak için geç kalmıştım. Bu yüzden onunla günaydınlaştıktan hemen sonra kendime bir tabak çıkartarak masada bir yer seçtim ve sandalyeme oturup kahvaltımı etmeye başladım.
Annem üzerimdeki kıyafetlere baktı. "Bugün kayıp ilanlarını mı asmaya gideceksin, Simay?" Başımla onayladım. İnsanların gazete okuduğu yoktu. Belki bu şekilde dikkatlerini çekebilirdik en azından. "Önce Meltem teyzelere gideceğim ama. Nasıl olduklarını sormak istiyorum."
"Ben de geleyim." dedi annem. Başımı salladım. "Nihat?" Annemin babama seslendiğini duyunca başımı kaldırıp bakışlarını takip ettim ve kendisi de çıkmak üzere olan babamla karşılaştım. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu annem. Babamın yüzünde endişeli bir ifade vardı. "Hande, buraya gelebilir misin? İki dakika konuşalım."
Annem, kalkıp babamın yanına, antreye gitti. Onların böyle özel konuşmalarını genelde umursamazdım bu yüzden yemeğimi yemeye devam ettim. Annemle babamın mırıltı halindeki seslerini duyabiliyordum. "Çok içmiş..."
"Gerçekten mi? Mehmet hiç içmezdi ama!" Bir saniye, Mehmet amcam ne zamandır içiyordu? Oldum olası onun alkole elini sürdüğünü görmemiştim. Kulak kabarttım.
"Sessiz ol! Simay duyacak! Evet, Cevdet en son yıllar önce onu böyle gördüğünü söyledi." dedi babam. Cevdet... Cevdet amcam mı? Levent'in babası? Daha iyi duyabilmek için yerimden kalkıp mutfak kapısına ilerledim.
"Ne zaman başladı?"
"Hilal kaçırıldıktan birkaç gün sonra... Başlarda Meltem'e çaktırmadan onu toparlıyorduk ama dün... Biraz fazla ileri gitmiş. Bayağı bir problem çıkarmış anlaşılan."
"Hilal'in kaçırıldığına emin miyiz yani?"
"Mehmet böyle düşünüyor. Yıllar önce borç aldıkları zamanı hatırlıyor musun? O zaman da aynı böyle olmuştu Mehmet."
Hilal'in ailesi borç mu almıştı? Kimden? Ne kadar ve ne zaman? Aklımda binlerce soru işareti dönüyordu ki annemin telefonunun sesiyle yerimden sıçradım. Hemen kapının önünden çekildim ve koşarak masaya döndüm. Tabağımı ve kahvaltılıkları kaldırırken annem geldi.
"Simay? Kim arıyor?"
"Leyla teyze arıyor." Levent'in annesi arıyordu. Az önce konuşulanlardan sonra çok da şaşırmamıştım. Annem, telefonunu alıp içeri geçti ben de kahvaltı masasını toplamaya devam ettim.
Annem de hazırlandıktan sonra evden çıktık. Hilal'in ailesi çok uzakta oturmuyordu. Hatta aynı yerden servise biniyorduk. Bu yüzden yürüyerek birkaç dakika içerisinde evlerine ulaşmıştık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUZ
General Fiction"Ondan nefret ettim. Bana yaptıkları yüzünden, benden aldıkları yüzünden ondan nefret ettim. Ama o beni sevdi. Ve ben ondan daha çok nefret ettim. Çünkü bu, bir aşk hikayesi değildi." On yedi yaşındaki Hilal Sancar kendisinden yaşça büyük ve ona tak...