Bölüm 13: Sevgi

9.4K 206 48
                                    

Y.N. : Sonunda internetim var! Geri döndüm biçız :*

***

Kıyafetlerimi katlayıp birer birer çantamın içine koyuyordum. Bugün, taburcu olacaktım. Bu sırada bir yandan odadaki yalnızlığımın tadını çıkarmaya çalışıyor, diğer yandan da suya düşen kaçma planlarımın batışını izliyordum. Kaçamaz mıydım? Deneyebilirdim elbet, değil mi?

Açıkçası, hastanede olay çıkarmak istediğim pek söylenemezdi. Mümkün de görünmüyordu zaten. Doktorum Ertan bey, kaçmaya çalışırsam beni sakinleştirmek zorunda kalacağını söylemişti ki bunun bir tehdit olmadığını da şimdiye dek test etmiştim elbet. Ona kızmıyordum. Defalarca benden özür dilemiş, bütün bunları istemeden yaptığını belirtmişti. Onu nasıl suçlayabilirdim? Demir, korkunç bir adamdı.

Özetle, hastanede bağırıp çağırmak ve durduk yere huzursuzluk çıkarmak bir seçenek değildi. Yalnızca beni ve bebeğimi incitecek bir şeydi. Çıkarken kaçmak? Hayır. Hala çok güçsüzdüm. Yani şu sıra, boyun eğmekten başka çarem yoktu. Kendim için endişelendiğimden ya da vücudum zayıf düştüğünden değil, bebeğimi düşünüyordum. Bu, çok riskliydi.

Ancak henüz pes etmemiştim. Demir ve ben İstanbul'a davet edilmiştik. Adnan Alkan tarafından... O adamdan korkuyordum. Onunla tanışmak, onu görmek... İsmi dahi kemiklerimi titreten biriyle tanışmak istemiyordum ben. İşte bu yüzden, her ne kadar riskli olursa olsun, kaçmalıydım. Ve İstanbul, benim kaçış biletim olabilirdi.

"Hazırlandın mı, bebeğim?" Ve cehennemdeki beş dakikalık cennetim, sona ermişti. Ona döndüm. Hızlıca bakışlarımı kaçırarak başımı salladım. Yüzüne bakmak bile iğrendiriyordu beni. Demir, yanıma gelip başımı ellerinin arasına aldı ve alnıma bir öpücük kondurdu. "Hadi, gidelim."

Çantamı bir eline aldı ve diğeriyle de elimden tutarak beni odanın kapısına doğru yönlendirdi. Tabii ki de, gece gece taburcu ediliyordum. Bu yüzden de loş, son derece ürpertici ancak bir o kadar da sakin görünen bir hastane koridorunda buluvermiştim kendimi. Kimsecikler yoktu; muhtemelen herkes sessizce kapalı kapılarının ardında uyuyordu.

Demir, beni yönlendirirken, etrafa göz atma fırsatı yakalamıştım. Burada kaldığım iki hafta içerisinde, kaçış denemelerimde dahi, bu yeri böylesine derin inceleyememiştim. Eh, demek akşam vakti hastaneler böyle görünüyordu: sanki bina, hastalarıyla beraber uykuya dalmış gibi... Ancak biliyordum ki küçücük bir problemde uyanacak ve göremediğim duvarlar ardında bekleyen doktorlarını hemen hastalarına yönlendirecek büyük bir makineydi bu yer.

İncelemeye devam ettim. Havada ölüm sessizliği, kimi koridorlar tamamen karanlık, kimisi ise -tıpkı şu an bizim yürüdüğümüz koridor gibi- loş duruyordu. Kalın, buzlu ve de mavi bir plastikle kaplanmış zeminin üzerindeki adımlarımızın seslerini bazen kendim bile duyamıyordum. Diğer hastaların, kapılarının önünden geçtiğimizden haberleri var mıydı acaba? Sanmam.

Yarı karanlık, ölüm ve uyku arasında gidip gelen duvarlar üzerinde bazen insanı garip bir biçimde kendine çeken ışıklar görüyordum. Kimisi çıkış işaretlerine, kimisi elektrik kutularına aitti. İnsan, o ışıkların ne olduğunu bilse de, bir güve gibi onlara çekiliyordu. Fakat aklım, ışıklara birer birer takılıp sonrasında onları zihnimden silerken, elimden çekilen bedenim, yaklaşma fırsatı bulamıyordu.

Asansöre bindik ve zemin kata indik. Ardından, çıkışa doğru yürüdük. Demir, bu yolu ezber etmiş gibiydi.

Hastaneden çıktıktan sonra, otoparka park edilmiş olan siyah bir araca yöneldik. Bu araç, tıpkı Demir'in ilk bindiğim arabası gibi, lüks, siyah ve tahminimce bir o kadar pahalı olan bir araçtı. Ancak aynı araba değildi. Diğeri büyüktü fakat bu, bir spor arabaydı.

BUZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin