II.KİTAP ➺ 20.BÖLÜM: "Durmalıyız"

1.5K 109 54
                                    

selam^^

bu bölüm için olan yorumlarınızı deli gibi merak ediyorum...

keyifli okumalar^^


şehirler... şehirler.

ah bu puslu geceli,

yalancı sevgili,

ruhsuz cümleli şehirler.


Yıldızların belki de en parlak olduğu gecede, başım onun omuzunda yaslı bir şekilde ağaç evin kapısından gökyüzünü izliyorduk. Yıldızların bu denli parlak olması, gecede ayın hüküm sürdüğü gerçeğini değiştiremiyordu. Koyu gökyüzünde asılı duran ay, bu sefer dolunay değil, hilaldi. Önünden geçip giden bulutların arasından dahi parıltısı görülebiliyordu.

Aramızda hakim olan bu sessizlikte, rüzgarın esintisi eşliğinde ahenkle dans eden yaprakların hışırtısı ve serçelerin tatlı ötüşmeleri netçe duyuluyordu. Huzuru iliklerime kadar hissettiğim noktada aklımda dönüp duran soru işaretleri, huzuru benden çekip alıyordu.

O bir şey söylemiyordu.

Ben de söyleyemiyordum. Hem duyacaklarımdan korkuyordum hem de duyamayacaklarımdan.

Başımın altında bir hareketlenme hissetmemle eş zamanlı olarak kolunu bana dolayıp beni göğsüne doğru çekti. Yanağımın yanında atan kalbi, dudaklarımda tatlı bir gülümsemenin belirmesine yol açtı. Belki de korkmamalıydım. Göğsüne yatıp kalp atışını duyduğum bu adamın yanında hiçbir şeyden korkmamalıydım.

"Uygar..." diye mırıldandım usulca. Anlamasını istiyordum, konuşulması gereken şeylerin olduğunu.

"Pavel demiyorsun." Sesinin tınısındaki o samimiyet kalbime huzuru daha çok aşılamıştı. Başımı kaldırıp ona baktım; o da aynı bana baktı. Dudaklarımın birkaç santim ötesinde duran dudakları, düşüncelerimi bir bıçak gibi kesti. Gözlerime kilitlenen gözleri, bana öylesine güzel bakıyordu ki hep böyle baksın istedim. İçimi gördüğünü biliyordum; ruhumu, kalbimi, düşüncelerimi, çocukluğumu.

Ve o, Uygar... Pavel... hem küçük kalbimi hem de büyük kalbimi ellerinin arasında tutan çocuk ile adam, her şeyini görmeme izin veriyordu. Gözlerine yansıyan düşüncelerini görebiliyordum mesela; yorgun görünüyordu. Bir de mutlu. Ama aklında soru işaretleri olduğunu da biliyordum, onu kim bilir ne zamandır yiyip bitiren.

"Evet, demiyorum." Dudaklarımın arasından çıkan her bir sözcüğü dikkatle ve özenle dinliyordu. Sözlerimi sürdürdüm: "Çünkü on sene önce Pavel ile Vera vardı; şimdi ise onlar büyüyüp Uygar ile Vera oldular. Olduğumuz her hali seviyorum; ama şu anki biz... biziz." Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadım. "Hangi Vera'yı sevdiğin için benimlesin, bilmiyorum; sekiz yaşındaki Vera'yı mı on sekiz yaşındaki Vera'yı mı? Açıkçası neden benimle olduğun, etiketlerin, yaptıkların ve yargılandıkların umurumda değil. Sadece... dur yanımda işte. Gözlerinin içine bakabildiğim sürece senin dışındakileri gözardı edebilirim." Sözlerimi sonlandırdığım sırada mavi gözlerinin daha da derinleştiğini fark edip usulca gülümsedim. Onun benim gibi hislerini veya düşüncelerini sözlere dökmesine gerek yoktu. Bana böyle baksa, dokunsa veya herhangi bir şey yapsa ben, onun hissettiği her şeyi anlayabiliyordum zaten.

"Vera," diye mırıldanışı ve sesindeki o tutkulu tını baştan aşağı ürpermeme neden oldu. "Kalbim ağrıyor. Hasta mı oldum dersin?"

ATEŞ ÇEMBERİ I & IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin