Heyecandan daha fazla dayanamayıp bölümü yayınladım. Çünkü neden olmasın...*-*
Keyifli okumalaar💞Her yerim sırılsıklam olmuştu. Bacaklarım ve ellerim tir tir titriyordu. Rüzgar bedenimi kesip geçiyordu adeta. Gözlerim dolu doluydu. Ama yine de dudaklarımda çocuksu bir gülümseme yer edinmişti ve o gülümseme birçok şey barındırıyordu aslında. Heyecan, mutluluk, özlem, rahatlama... Dönük sırtına doğru yürürken dahi titrek adımlarım daha hızlı olmak için yalvarıyordu bedenime. O bana dönmedi ama ben onun dönük olduğu tarafa geçtim. Bakışları alıştığım üzere donuk, dudakları ise birbirine kenetliydi. Islanıp alnına düşen saçlarından ve parmaklarımı üzerinde gezdirmek istediğim o güzel kirpiklerinden yağmur damlaları damlıyordu. Ve mavi gözleri, kahverengi gözlerime değdiğinde zaman aramızda asılı kalmış gibiydi. Lastiğinden bileğime astığım şemsiyeyi çıkarıp açtım ve ikimizin üzerine tuttum. Daha fazla üşümesin, ıslanmasın istedim. Tüm hareketlerimi bir saniye bile kaçırmaksızın dikkatle izledi. Ardından gözlerimiz tekrar birleşti. Gülümsedim yine, kendime engel olamadım. "Şemsiyeyi getirmişsin..." diye mırıldandım usulca. Ellerimin titremesi yüzünden şemsiye de titriyordu. Dikkatini çekmemesi için içimden dua ediyordum. "Sende kalması gerekiyordu."
Keskin ve sert sesini duymamla gülümsemem yüzümde dondu, ardından soldu. "Gelmen gerekiyordu."
"Ben..." yutkundum, "gelemedim..." Ardından, aklımda geçmişten gelen bir an canlandı.
"Neden gelmedin... Uygar?"
"Gelemedim."
Ve o an anladım ki tarih bir tekerrürden ibaretti ve biz şu an, aynı anın farklı kişileriydik. Ve yine o an, gözlerine bakarken anladım ki o da aynı şeyi hatırlamıştı.
Boğazımı temizledim. "Uygar." İsmi dudaklarımdan bir şiirin başlangıcı gibi duygulu çıkmıştı. "Anlatacağım sana; neden gelmediğimi, gelemediğimi." Kocaman gülümsedim bu sefer. "Tabii eğer sana kahve ikram etmeme izin verirsen. Hem çok ıslandın. Kıyafetlerin de biraz olsun kurur." Kalbim, vereceği cevabının heyecanından dolayı sanki önceden yavaş atıyormuş gibi daha da çok hızlandı. Nefeslerimi düzene sokmaya çalışarak ikinci astım krizini engellemeye çalışıyordum bir yandan da. Uygar karşımda bana öyle bir bakıyordu ki sanki içimde verdiğim bu savaşı hissediyordu, derin derin bakıyordu. Tarif edilmesi zor bir andı içinde bulunduğumuz. Belki de zor değildi ama benim lügatımda öyle kelimeler yoktu. Hislerimin aynası olabilseydi bu satırlar, tüm çıplaklığıyla, o zaman beni tam anlamıyla anlayabilirdiniz.
Dudaklarını aralayıp bir şey diyene dek içimde verdiğim savaş devam etti.
"Olur."
Gülümseyerek "hadi gidelim," dedim ama sesimin heyecanlı çıkmasına engel olamamıştım. "Yani hadi, daha fazla ıslanmayalım..." diyerek toparlamaya çalışsam da çok fena batırmıştım zaten. Sert esmeye başlayan rüzgar şemsiyeyi hakim olmamı zorlaştırırken eve doğru yürümeye başlamıştık. Ancak aniden rüzgar daha da sert esip önce şemsiyeyi yamulttu, sonra ise ellerimin arasından koparıp aldı. Şemsiye yerde sürüklenirken yakalamak için tam arkasından koşacaktım ki Uygar'ın uzun parmaklarını bileğimde hissettim. Ve ben daha ne olduğunu bile anlayamadan delice bir şiddetle yağan yağmurun altında Uygar önde, ben arkada eve doğru koşmaya başladık. Adım seslerimiz yağmur seslerine karışıyordu ve ben o an, hiç olmadığım kadar mutluydum, ağzım yere kadar açık şekilde gülümsüyordum koşarken. Bileğimdeki parmaklarının değdiği kısımlar alev alev yanıyormuş gibi hissediyordum ve o alevler tenimi yakmak yerine bana heyecanla karışık tuhaf bir haz veriyordu. Yanaklarıma hücum eden sıcaklık, tir tir titreyen bedenimle tezat oluşturuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞ ÇEMBERİ I & II
Fiksi Remaja"Her ne yapacaksan ateşten bir çemberin ortasına düşebilirsin, biliyorsun değil mi? Uygar, seni oraya itebilir." Anlayışla gülümsedim bu defa."Biliyorum, itebilir," dedim ve ekledim: "İttikten sonra arkasına bakmadan gidebileceğini de biliyorum. Bi...