II.KİTAP ➺ 1.BÖLÜM: "Ona Gider Gibi"

1.9K 137 53
                                    

Yorum bırakmayı unutmayın lütfen, çok motive oluyorum *-* keyifli okumalar dilerimm^^

Dolaşıyorlar, karanlık sokaklarda. Sessizce.

Koparıyorlar çiçekleri, kırıyorlar ağaç dallarını birer birer; kocaman ayaklarıyla eziyorlar çimenleri, boyunlarına umutlarını dolayıp nefeslerini kesiyorlar sanki hiç almamış gibi.

Issız sokaklarda yürüyorlar.

Kimse fark etmiyor onları, duymuyor, görmüyor, bilmiyor. Onların çaldıkları nefesleri kimse umursamıyor. İnsanlar sadece buzlu bir pencereden bakıyor. Pencere bir aynaymışçasına oradan kendilerini görüyorlar. Çiçekleri koparanlar, ağaç dallarını kıranlar, çimenleri ezenler yerine kendilerini görmeyi tercih ediyorlar.

Tuhaf,

dünya.

Tuhaf,

insanlar.

Sessiz,

katiller.

Issız,

sokaklar.

Monoton olarak yaşadığım bu sıkıcı hayatımın arasına böyle dalışını beklemiyordum aslında. O yokken sıkıcı diye adlandırdığım hayatım daha kolay ilerliyordu. O geldiğinde ise ilk başta açan çiçekler, sonrasında susuz kalıp solmaya yüz tuttu. Solan çiçeklerin dikenleri bir bir battı böylesine hassas olduğunu bilmediğim ruhuma. Sonrasında ise olmadı. Çıkaramadım hayatımdan, kalbimden, ve... ruhumdan. İstemedim muhtemelen. Zordu da bu şekilde yaşamak. Ne gitsem gidebildim ne kalsam kalabildim. Ne dokunabildim o güzel tenine ne de canını yakabildim.

Sonrasıysa... daha zordu.

Solan çiçeklerden geriye kalan dikenler ruhumu kan revan içinde bırakıvermişti. Ben daha farkına bile varamadan, geldi acı, hissettim en derinlerimde. Bu öyle bir acıydı ki yardım istemek için çığlıklar atmak istedim.

Ama yapmadım.

Sadece biliyordum artık; o güzel tenine, kirpiklerine, saçlarına ve kalbine dokunmamam gerektiğini. Başka bir deyişle, dokunmamak zorunda olduğumu.

Her şey, onunlayken daha zordu.

Ama güzeldi.

Ve o, hâlâ güzel be.

Her geçen günün sabahında daha da gitmek istedim yanına. Ayaklarım ona gider gibi hareket etti hep. Kalkıp hızlıca giyinişim, saati kontrol edişim ve kulaklığımı yanıma almayışım. Her gün, ona gider gibiydim. Kapının eşeğine gelene dek. Kapının o eski ahşabı, sanki olanlar tahtasına çiziliymişçesine bir bir yüzüme vurdu her gün. Ben ise her gün bu rutini acıyla karşıladım.

Bugün, otuz altıncı gündü.

Otuz altı gündür ona gidemiyordum.

Otuz altı gündür yüzünü dahi görmüyordum.

Okullar tatile gireli birkaç gün oluyordu ve ben tatil olmadan önce de çok devamsızlık yapmıştım, onunla yüzleşmemek için. Ona tüm bu olanların doğru olup olmadığını sormak istiyordum. Ama yapamıyordum işte. Çünkü görürsem o güzel yüzünü; bakarsam o derin, kirpiklerinin gölge düşürdüğü mavi gözlerine gidemem bir daha diye, yapamıyordum.

Toprak'la da uzun zamandır görüşmüyordum. Üç hafta kadar önce sadece kısa bir mesaj atmıştı bana, cevapsız bıraktığım. Ne oluyor Vera yazıyordu sadece mesajda. Verecek bir yanıt bulamamıştım. Sonrasında da başka bir iletişimimiz olmamıştı benim yüzümden. Çünkü Uygar'a dair birçok şeyden uzaklaşmaya çalışmıştım. Olanları düşündükçe başım ağrıyor, düşünmemek için ise sürekli uyuyordum. Kısır bir döngüydü bu. Ne Uygar'a gidip olanları ondan duymaya gücüm vardı ne de böylesine arafta kalmaya. Yardımı olabileceğini düşündüğüm zamanlarda Batuhan'ı aradım, ancak aradığım her seferinde telefonu kapalıydı. Düşünceler öylesine kara bir çukurdu ki bazen Batuhan'ın varlığından, halüsinasyon gördüğümden şüphe eder olmuştum. Bu yaptığım aptallıktı, biliyordum. Ama eğer Uygar'ın sesinden bu olanların doğru olduğunu ve onun iki kişinin katili olduğumu duyarsam kahrolurdum. O, benim gözümde öylesine güzeldi ki onun güzelliğini kimsenin kirletmesine izin veremezdim. Kendisinin bile. Kendimin bile.

ATEŞ ÇEMBERİ I & IIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin