20. Bölüm>>"Ne olur iyileş."

279 13 2
                                    

Hellöööö

Zombi geldi

İyi okumalar!

Bazen öyle anlar olur ki hayatımızda hiçbir şeyi elde edemeyeceğimizi hissederiz. Ne kadar çabalasak da boşa gideceğini, ne kadar koşsak da yetişemeyeceğimizi düşünürüz. Sanki uğruna harcayacak vaktimizden çok ömrümüz kalmamış gibi varsayarız. Bu büyük bir pes ediştir. Bütün hayatımız boyunca 'ben pes etmem' diyen biz olmamıza rağmen yenilgiyi de çok çabuk kabullenen yine biz oluruz. İnsanoğlunun karmaşık bir varlık olduğunu kanıtlayan en büyük sebeplerden biridir bu.

Peki bu mağlup düşmüş insan ayağa kalkabilir mi? Umutlarını yitirmiş bir savaşçı yeni bir yer fethedebilir mi? Peki yapabilecekse, kim sebep olur buna?

Bizi tutup göklere çıkaran şey aslında bizi en çok yerle bir eden şeydir. Ona biz veririz bu gücü. Çünkü bizi mutlu ettiği için sırtımızı ona yaslarız. Sanki o arkamızdaysa sırtımız hiç yere gelmez gibi hissederiz. Ama unuttuğumuz şey şudur ki o destek yıkılırsa, biz de peşinden gideriz.

Alaz ve Elvin'in durumu tam da bundan ibaretti.

Daha öncesinde birisi söylese 'olur mu öyle şey?' diyecekleri tesadüflerle bir araya gelmiş iki zıt insandı ikisi. Şüphelere sahiplerdi çünkü birisi neymiş diye sorgulamadan can kurtarıyor diğeri vatanı için savaşlara gidiyordu. Tüm bunlara rağmen bir araya gelmeyi başarmışlardı. Aralarındaki bağ öylesine kuvvetliydi ki birçok şeyi görmezden gelmişlerdi. Zamanla birbirlerine alışmış, güvenmiş, sırt sırta yaslanmışlardı. Ama aşk öyle bir şeydi ki bir tarafa bir şey olduğunda diğer yarım tek başına ayakta duramıyordu.

Birbirinden kilometrelerce uzakta, hastahane yatağında hayat mücadelesi veren iki beden bunun en büyük kanıtıydı.

Geçirdiği zorlu ameliyattan sonra can çekilmişti yüzünden Alaz'ın. Günlerdir hırçınlaşarak uyandığından sürekli uyutuluyor, normal uyanışa geçmesi bekleniyordu. Sürekli kafasının içinde o çatışma dönüyordu. Arkadaşlarının bedeninden akan kanlar, düşmanların üstüne koşturuşları... Bütün o bağırışmalar kafasının içindeki derin odalarda yankılanıyordu. Ses o denli yüksekti ki onu hırçınlaştırıyor yattığı yatakta titrek nöbetler geçirmesine sebep oluyordu. Ellerini yattığı yatağın kenarlarına bağlamışlardı titremeler bedenine zarar vermesin diye.

Ailesi ise dışarıda bekliyordu. Gözyaşları bir an olsun dinmek bilmeden öylece oturup iyi haber yolu gözlüyorlardı. Doktor, nöbet geçirmeden uyanana kadar oğullarını uyutacaklarını; bu süre zarfında her şeye hazırlıklı olmalarını söylemişti. Önlerindeki üç günün çok önemli olduğunu da söylemeyi ihmal etmemişti. Şayet uyanmazsa ellerinden başka bir şey gelmezdi. Süresi bilinmez bir şekilde yatağa bağlı devam ederdi hayatına.

Ümit Bey, Meltem Hanım'ın omzunu sıvazlayıp iyice kolunun altına çekti. Kızlarını ve eşini ayakta tutmak için günlerdir güçlü rolünü oynuyordu. Oysa içinde kopan fırtınalardan bir Allah bir kendi haberdardı. Biricik oğluydu içeride cansız gibi yatan. Okusun, ülkesine faydalı bir adam olsun diye yetiştirmişti onu. En çok istediği şeydi oğlunun mühendis olması. Ama oğlu ısrarla reddetmiş, asker olmak istemişti. Kim ne derse desin asla dinlememişti. Küsüp konuşmamakla bile tehdit etmişti onları. Buruk bir gülümseme belirdi dudaklarında. Bir baba olarak duyduğu gururu hep parçalanan içi takip etmişti. Oğlu ne zaman onları arasa elleri tirerdi göreve gideceğini anladığından. Ama ne olursa olsun 'vatan sağolsun' demeyi de öğrenmişti. Her asker babasının öğrendiği gibi. İçten içe biliyordu, iyileşecekti oğlu. O kolay pes edecek biri değildi. O yetiştirmişti. Ama yine de derinlerde bir yerden içine sızan korkuya engel olamıyordu.

Ya Sonra?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin