Mutsuzum ve depresyondayım.
Koskoca iki haftadır hayatımı ot gibi yaşayarak sürdürüyordum. Nöbet sayılarımı artırıyor, vakit çabucak geçsin diye mesailere kalıyordum. Fiziksel olarak yorgunluğumun yanı sıra ruhsal olarak da çöküşteydim. Çünkü bu iki haftada Alaz'ın bendeki yerini çok daha iyi kavramış yokluğunda huysuz yaşlı teyzelerden farkım kalmamıştı. İnsanlarla ayaküstü muhabbet ediyordum sadece. Akşam yemeklerinde ekiple aynı masada yiyor olmama rağmen sohbetlerine katılasım gelmiyordu. Sanki mutluluk kaynağım elimden alınmış gibiydi. Öyle de olmuştu aslında. Alaz yanımda yoktu. İçime öyle bir işlemişti ki onsuz hiçbir şeyden zevk alamıyordum.
Ben onu seviyordum.
Bu gerçekten tamamen emin olduğumda bir hafta geçmişti gidişinin üstünden. Görüntülü konuştuğumuz bir gece uyuyakalmıştı ve dakikalarca onu izlerken içimde oluşan kelebek sıçramalarının adını koyabilmiştim. Onu sevdiğimi anlamam bir çok yönden bana artı kattığı gibi eksileri de olmuştu. Bu eksilerin en büyüğü şüphesiz özlemdi. Özlemek en sevmediğim hisler arasında birinciliğe yerleşmişti. Onunla sohbet etmeyi, bana sarılmasını, gece yanımda uyumasını, birbirimizin gözlerine bakarkenki sessizliğimizi bile çok özlemiştim.
Özlediğim şeyler arasında sadece bir kere yaşanmış bir şey daha vardı;
Beni öpüşü.
Gideceği gün bana bahşettiği o öpücüğü asla unutamıyordum. Biraz daha öyle kalırsak hiç iyi şeyler olmayacağını bildiğimizden zor da olsa ayrılmıştık. Dudaklarının dudaklarımdaki teması kesildiği anda yüzü kırmızının en koyu tonuna bürünmüş elleriyle yüzünü kapatmıştı. Ben de deli gibi utanmıştım ama benim vereceğim tepkileri Alaz verdiğinden şoka girip öylece kalakalmıştım. Bu kadar utanmasının sebebini sonradan öğrendiğimde ise daha büyük bir şaşkınlık geçirmiştim.
Alaz'ın ilk öpücüğüydü.
Tıpkı benim de öyle olduğu gibi.
Biz iki gerizekalı işkolik şu yaşımıza gelip de rahibe ve rahipliğimizden ödün vermediğimizi her şekilde kanıtlıyorduk. Ama öyleydi ya, asıl tecrübesiz olandan korkmak gerekiyordu.
Bir kavuşabilseydik ben bizden korkmaya da razıydım.
İyi tarafından bakılacak olursa, havaalanına onu geçirmeye gittiğimde ikimiz adına minik bir adım atmıştık. Artık bir erkek arkadaşım vardı.
Bim bam bom!
Üzerimdeki tişörtü düzeltip kameradan saçımı kontrol ettim. Abuk subuk yerlerden saçımın fışkırmadığına emin olunca arama ikonuna bastım. Çaldı çaldı çaldı...
Sonra o kalbimi küt küt attıran yüzünü gördüm.
Dişlerini göstererek kocaman güldü.
"Elvin'im nasılsın?"
Elvin'in kurban olsun sana.
"İyiyim komutanım," diyip kıkırdadım. "Sen nasılsın?"
Yanağını sağ avucuna yaslayıp omuz silkti. "Ben pek iyi değilim." Kaşlarım endişeyle çatılacak gibi olduğunda "Seni özledim," diye ekledi.
"Ben de, ben de," diyerek hayıflandım. "Geç bulduk birbirimizi zaten. Cadı komutanın aramıza mesafe koydu bir de."
Ben bunları söyleyip komutanına birkaç tane daha argo kullanırken arkadan Burak'ın başı girdi kameraya. "Yenge naber?"
Yenge mi?
'Amca mı desin aq?'
Yanaklarıma kan hücum ederken "İyiyim sen?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ya Sonra?
RomanceEn büyük aşklar nefretle başlar klişesi yok! Aileler şirket bağlamak için görücü usulü evlendirmiyor! Kızımız kötü, oğlanımız playboy değil! Hayatına uzun zamandır kimseyi almamış iki işkolik birbirini bulunca ne mi yapar? Ya gözdeki perdeler kalkar...