Keyifli okumalar, dostlarım!
×
Sebepsiz yere uğruna öldüğüm hastane kokusu, şimdi her içime çekişim de bıçak gibi saplanıyordu kalbime. Okuduğum kitaplar, izlediğim diziler... Bu kokuyu ne kadar sevsem de sevmemem gerektiğini, bazı sahnelerinde yansıtıyordu. Sevdiklerini bu soğuk, ağır duvarlara yaslanarak beklemenin berbat bir his olduğunu vurguluyordu.
Çok acımasızdı duvarlar ve bundan dolayı gurur duyuyorlardı kendileriyle.
Taşıyamayacağım kadar ağır bedenimi ne olursa olsun ayakta tutmaya yemin ederek bakışlarımı, ameliyathanenin önünde oturmuş için için ağlayan Yeliz ablaya, ona destek olmak için yanına çöküp sarılan anneme baktım. Kendimi geçtim, bir annenin evladı için böyle bir yerde ağlaması da çok acımasızdı... Çok geçmeden Yeliz ablanın karşısında içinde kopan kıyamete rağmen dik durmaya çalışan Hasan abiye ve aynı yüreklilikle omzunu sıvazlayan babama çevirdim bakışlarımı.
Ne kadar süre o dik duruşu seyrettim, güç almaya çalışmıştım, bilmiyorum. Ameliyathanenin ani açılan kapısından büyük hızla çıkan doktor, “Erim Gürgen'in yakınları siz misiniz?” dediğinde hep beraber ortaya atıldık. Herkes başıyla onayladığı anda, Alper bizlere nazaran daha güçlü çıkan sesiyle, “Evet, biziz,” dediğinde doktor, başıyla onayladı.
“Olayın hızı gereği, geçirdiği kaza basit gibi görünse de vücudunun bazı bölgelerinde ağır hasarlar bırakmış,” dedikten sonra teker teker onu dinleyen bize baktı. Titreyen vücudumla, “Biraz daha açar mısınız, doktor bey?” dedim.
“Baskı direkt olarak bacaklarına gittiği için...” duraksadı. Nasıl söyleyeceğini bilmez bir ifade vardı yüzünde. “Bacaklarını hissetmeyebilir. Yani bu demek oluyor ki-” diye devam ederken sözünü kestim.
“Yürüyemeyecek...” O kadar içime söylemiştim ki bu kelimeyi, duyduklarından bile emin değildim. Doktor acı bir şekilde yüzünü buruşturup “Maalesef,” dediğinde Yeliz abla, acı bir inlemeyle kendini Hasan abinin kollarına atıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığında Erim'in bacaklarının hissizliği beni de vurmuştu o an. Bacaklarım sert bir şekilde yere çarptığında, yutkunamadım. “Ama... Nasıl olur bu? Ne yapacak şimdi?” Bakışlarım ben gibi yanıma oturan Sude'ye kaydı. Ard arda sıralıyordum sorularımı. “Çok üzülür mü? Üzülür... Onun... Hayalleri var, yürümek zorunda!”
Ağlamaya başladığımı yanaklarımdan süzülen yaşlarla beraber hissettim. Yanaklarımdan süzülen yaşlar, zemine düşerken çığlık çığlığa bağırıyordu sanki. Sude'de ben gibi ağlamaya başladığı sırada, “Bir çaresi vardır, kuzum. Ne olur ağlama... Doğa'm,”
Alper, ani bir hareketle doktora döndükten sonra “Hiç mi çaresi yok, doktor? Yürüyemeyecek, maalesef demek çok mu normal? Görmüyor musun? Bir şeyler söylesene, vardır illâ bir çaresi!” diye bağırıp üzerine doğru yürümeye kalktığında yanında duran Semih, ellerini göğsüne koyup gerisin geri itti. Ardından bu sefer kendisi doktora dönüp “Yok mu bu soruların cevabı?” diye tısladı.
Doktorun, şu anki hâlimizden anladığı her hâlinden belliydi. Sert davranışlarımıza rağmen sakinliğini koruyarak konuşmaya başladı. “Bir ihtimali var tabii ki. Ama çok uzun bir süreç. Belki aylar, belki yıllar sürecek. Ağır süreçlerden geçmek zorunda kalacak. Vücudu buna ne kadar dayanır, bilemem. Zaten ailesini az sonra odama çağırıp bu konu hakkında konuşacaktım-”
Alper, doktoru eliyle susturup “Biz, hepimiz ailesiyiz zaten!” dedikten sonra elini, bu sefer devam et dercesine salladı.
“Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Uyanıp kendisine geldikten sonra durumuna göre reşit olduğu için kendisinin de kabul etmesiyle başlayabiliriz,” dedikten sonra başıyla Hasan abiye selam verip hızla yanımızdan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEHLİKÂ | texting
Teen Fiction(TAMAMLANDI) Erim Gürgen: Baksana, Erim Gürgen: Kim olduğunu bilmek istiyorum artık Doğa: Şu an değil Erim Gürgen: Ne zaman? Doğa: Hazır hissettiğim zaman Erim Gürgen: Sıkılmaya başladım Erim Gürgen: Bu anonim mesaj olayı ilk kez başıma gelmiyor Eri...