Bella şöminenin karşısındaki kanepeye, Julyo ile arasına birazcık da olsa mesafe bırakmaya dikkat ederek oturdu. Julyo'nun gözlerinin merdivenlerden inmeye başladığından beri hiç üzerinden ayrılmadığını fark etmişti. Hafif bir tebessüm de dudaklarının kenarına yapışmıştı. O böyle bakmaya devam ederse ne diyeceğini, nasıl davranacağını bilemeyecek gibi hissediyordu. Mesela şimdi ne yapmalıydı, o da onun gözlerine mi baksaydı, kanepenin arkasına attığı kolunun altına mı sokulsaydı, dizlerine mi uzansaydı? Of saçmalama, diye kendi kendine komut verdi. Zaten birden bire nasıl yakınlaşmışlar, nasıl el ele tutuşmuşlar, birbirinin gözlerinin içine bakıp şarkı söyleyecek aşamaya ne ara gelmişlerdi, hiç anlamıyordu. Ya onu eve getirme cesaretini nereden bulmuştu? Bu ev onun kutsal sığınağıydı, Engin'i bile sabaha karşı bir saatte bile olsa ya evden gönderiyor ya da o burada kalmasın diye onunla birlikte şehre dönüyordu. Engin farkındaydı çaresize onun burada kalmaması için uğraştığının, 'Tamam tamam, gidiyorum,' demişti bir seferinde, 'Frijit ilham perilerinle aran açılmasın, erkek istemiyorlar bu evde, biliyorum!' diye de dalga geçmişti.
Belki de ilham perilerim Engin'in sandığı gibi frijit değiller ya da bu Julyo onların da akıllarını başlarından aldı, diye düşünüp gülümsedi.
"Ah gördüm!" dedi Julyo birden, neşeli bir sesle.
"Ne?" dedi Bade şaşkınlıkla, "ne gördün?"
"Oradaydı," dedi Julyo, eliyle dudaklarını göstererek.
"Ne oradaydı?" dedi Bade, böcek filan mı konmuştu yüzüne, bu ev doğayla iç içe olduğu için sık sık minik konukları olurdu. Hele yazın tam şenlik olurdu, kitaplarının arasında ateş böcekleri ışıldardı, yanıp sönen ilham perileri... Muhtemelen toz örümceklerinden birini görmüştü Julyo. Biraz utandı, pis olduğunu düşünmesini istemezdi ama örümcekler ister istemez oluyordu.
"Bir kelebek," dedi Julyo. "Bir anlığına kondu, uçtu sonra."
İngilizcesinden şüphe etti Bade, kelebek mi demişti o? Bade şaşkın şaşkın bakarken devam etti.
"Gülücük de diyebiliriz, tam tercümesini bilmiyorum İtalyancadan. Ama biz kelebek deriz, gülücük kelebeği gibi bir şey söyleriz yani bu durumda," dedi. "İnsanın ana dili olmadan duyguları ifade etmesi ne zormuş," diye devam etti kafasını kaşıyarak.
Bade anlamıştı, belli belirsiz gelen gülüşü kelebek diye tanımlamıştı. Gülüşü tekrar kondu dudaklarına.
"İşte," dedi Julyo neşeyle, "yine kondu! Ben bu sefer onun hep kalmasını istiyorum, şarap değen dudaklar kelebekleri çeker," deyip önündeki şişeye uzandı. İnce uzun parmaklarıyla şarap şişesini kavrayıp ustalıkla açtı. Beyaz peçeteyi şişenin ağzına sarıp kadehlere eşit paylaştırdı. Sonra ikisini de alıp dairesel hareketlerle çalkalayıp kokladı ve birini Bade'ye uzattı.
Bade hayranlıkla ilk yudumu almasını izledi. Kusursuz dudakları vardı adamın, dolgun ve renkli. Bir kadının estetik doktoruna örnek olarak gösterebileceği dudaklardan. Şimdi şarabın rengi de dudaklarına bulaşmış ve sanki daha fazlası mümkünmüş gibi güzelleştirmişti dudaklarını. Of, o dudaklar tarafından öpülmek nasıl bir duyguydu acaba? Silkelendi, transa geçmiş gibi adamın dudaklarını inceliyordu, tacize girerdi bu kadar dikkatli bakıp hayal kurmak. Bir şeyler söyleme ihtiyacı duydu.
"Nasıl buldun?" dedi kısık sesle. Niye Bade ya, niye kısık sesle konuşuyorsun, yatak odası sesin mi bu, adamı baştan çıkarmaya mı uğraşıyorsun, diye daha çok kızdı kendine. Niye bu kadar kontrolsüz davranıyordu ki?
"Umduğumdan çok daha iyi," dedi Julyo. "Şarap benim tutkumdur, yani ben bir İtalyanım, sudan çok şarap içtim şu hayatta, damak tadım da iyidir, kendimi eğittiğimi düşünüyorum tat alma konusunda. Ve dürüstçe söylemeliyim ki bu şarap hiç fena değil. Sen de tatsana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ
ChickLitBade hayal ettiği hayatı yaşıyordu. Onu çok seven bir sevgilisi, birlikte yaşadıkları kutu gibi bir evi, yayınlanmış ve biri de dizi olmuş beş kitabı ve artık hedef kitlesinin bildiği bir ismi vardı: Bade Değer En iyi zamanların çocukluktan beri ayr...