Kapıdan çıkarlarken kar şiddetini iyice artırmış, hafif bir rüzgarla savrularak yağıyordu. Evin kapısından bahçe kapısına kadar uzanan patika yolun iki tarafındaki şimşirler, üzerlerindeki karın ağırlığıyla yola doğru yatmış, zaten dar olan patikayı iyice daraltmıştı.
"Keşke kıyafetlerimizi kulüpte giyseydik, umarım ıslanmadan gitmeyi başarırız," dedi Julyo'ya. Adamın jilet gibi ütülü takımı ıslanırsa hiç iyi olmazdı. Sanki üzerine dikilmiş gibi kusursuzdu takım elbisesi, kumaşın kalitesi uzaktan bile belli oluyordu, pahalı bir takım olmalı diye düşündü. Bu adam motor tamir ederek iyi kazanıyordu anlaşılan. Düşünceler arasında kapıyı kilitleyip anahtarını Julyo'nun taşıdığı sırt çantasına attı.
"Hazır mısın?" dedi Julyo.
"Evet," dedi Bade, mantosunun büyük kapüşonunu başına geçirirken. Tam patikaya doğru bir adım atmıştı ki kendini Julyo'nun kucağında buldu. "Dur, ne yapıyorsun?" diye bağırdı, ödü patlamıştı bir anda havalanınca...
"Şiiişşşt, sakin ol, sadece seni taşıyorum Bella, küçük ayaklarının karda kaybolmasını istemeyiz, değil mi?" dedi Julyo. Bir solukta kapının önünde bekleyen arabanın yanına varmışlardı. Julyo, Bella'yı göğsüne yapıştırarak, tek eliyle arabanın sürgülü kapısını açtı, Bella'yı koltuğun üzerine yavaşça bıraktı ve ayaklarındaki karları silkeleyip kendi de bindi.
Bade her ne kadar taşımasına itiraz etse de Julyo'nun sıcaklığından ayrılmak hiç de hoşuna gitmemişti. Mantosunu çıkarıp yanındaki koltuğa bıraktı, saçını düzeltti, şoföre dönüp Rumeli Feneri'ne gideceklerini söyleyecekti ki adamı görünce şaşırdı.
"Aaaa, Ayhan abi, sen mi geldin? Nasılsın?" dedi sıcacık bir sesle.
"Pırıl kızım seni alması için araç ayarlamamı söyleyince güvenemedim şoförlere, karlı hava, ne olur ne olmaz, dedim, kendim geldim. Hem seni de ne zamandır görmemiştim," dedi güleç yüzüyle Bade'ye bakarak.
"Çok zahmet oldu sana da, çok teşekkür ederim Ayhan abi. Her şey yolunda mı, Pırıl artık sadece Yüksel amcayla çalıştığını söyledi, yoruyor mu seni Koca Yüksel?"
Adam bir kahkaha attı, "Koca Yüksel bu ara pek evden çıkmıyor, ben de bütün gün ofiste çay kahve, gazete işte."
"Senin kız ne yapıyor, bu yıl üniversite sınavına girecek, hazırlanıyor mu? Çok zeki bir kız, çok umutluyum ondan," dedi Bade, dört yıldır Ayhan abinin kızına eğitim bursu veriyordu.
"Ah kızım ah, hiç sorma, bu yıl bir boşladı, bir boşladı ki sorma gitsin... Çok üzülüyorum, çok..." Ayhan abinin güleç yüzüne bir anda bulutlar çökmüştü.
"Niye Ayhan abi ya, çok iyiydi notları, ne oldu da boşladı, en önemli senede hem de?"
"Yazın biz memlekete gittik, her yaz gidiyoruz, temiz hava, taze sebze meyve, süt yoğurt, çocuklar açık havada olsunlar, gelişimlerine bir fayda olsun diye. Çocukluktan beri arkadaşları var köyde, onlarla dağ bayır gezer bizimkiler. Malum, İstanbul'da iki oda bir salon evde beş kişiyiz, zor geçiriyorlar kışı, yaz özgürlük onlar için. Ama bu sene bizim kız fazla özgür oldu, tutulmuş köyden bir oğlana, aşk mıdır meşk midir nedir bilmem, testler, kitaplar masa üstünde duruyor, bizim kız elinde telefonla, bik bik bik mesaj yazıyor. Hanım bağrış çağrış başında ama yok, laf anlamıyor. Çok üzülüyorum, çok!"
"Ayhan abi, üzme kendini, ergenlikte olur böyle gitgeller, o farkındaydı okumanın öneminin, kaç yıldır da çalışıyor, yapar güzel bir şeyler, konuşurum ben de istersen..."
"Ah konuş kızım, konuş, Pırıl kızıma da söyleyecektim, bir konuşsun diye. Biz konuşunca işe yaramıyor. Çocuk da buna okul bitince evleniriz filan demiş. Tamam, kızın gözünün kalması normal, boylu poslu, yakışıklı bir köy delikanlısı ama ortaokuldan sonra okumamış, köyde bağ bahçe yaparak, koyun güderek yaşamını sürdürüyor. Çiftçi olsun, üretsin, yetiştirsin, en güzeli ama benim kızım okusun diye benim gecem gündüzüm yok, çalışıyorum, çabalıyorum, ne demek lise bitince evlenmek? Çocuk ya daha, annesi o ders çalışsın diye yemeğe, bulaşığa bile sokmuyor, eli sıcak sudan soğuk suya değmiyor, ne ev işi bilir, ne el işi. Köyde gün doğumunda uyanıp işe koşacak kız değil benim ki, ben bilmez miyim malımı."
"Ben müsait bir zamanda arayacağım onu Ayhan abi, sen içini ferah tut, Pırıl'la da konuşurum, o da arar. Merak etme."
"Sağol kızım, sağol, senin emeğin çok zaten onun üzerinde, seni dinler. Eee, program ne, nereye gidiyoruz? Ben yalnızsın sanıyordum, arkadaşın kim?"
"Ay ben sizi tanıştırmayı unuttum lafa dalıp, kusura bakma Ayhan abi." Julyo'ya dönüp uzun sohbetten dolayı özür diledi ve tanışma faslına geçti.
"Ayhan abi, Julyo benim misafirim, aslında İstanbul'a aktarma için gelmişti ama uçağı kardan dolayı ertelenince mahsur kaldı. Her an haber gelebilir ve gidebilir. İşte biz de bu zamanı iyi değerlendirelim dedik, çünkü İstanbul'a ilk gelişi."
Ayhan abi Julyo'ya elini uzatıp "Hoş geldin oğlum," dedi, Julyo uzatılan eli sıkarken gülümsedi adama. Türkçe konuşan adamı mahcup etmemek için bir şey söylememiş, ama gülümsemesi söylemediği kelimelerin yerini doldurmuştu. Bade'nin o gülüşte aklı kaldı.
"Şimdi Rumeli kavağına, bizim her zaman gittiğimiz balıkçıya gidelim, yemek yiyelim. Sonra boğazdan Ortaköy'e geçeriz, saat 11'de Kuruçeşme'de olacağız, kızlarla buluşacağız. Uygun mu Ayhan abi?"
"Uygun kızım, hadi bağlayın kemerlerinizi, yol fena."
Yola çıktıklarında Bade Julyo'ya telefonundan İstanbul haritası açıp havaalanını ve evini gösterdi. Sonra da akşam için planladığı yol güzergahını yine harita üzerinden anlattı.
"Boğazı görmek için sabırsızlanıyorum," dedi Julyo, karla kaplı ormandan geçen kestirme yoldan Rumeli Kavağı'na doğru ilerlerlerken. "Sabah gördüğüm kadarı bile beni kendisine aşık etmeye yetti."
"O zaman hazırlıklı ol, sıradan bir aşk olarak kalmaz o, 'kara sevda'ya döner."
"Kara sevda?"
"Galiba bu bize özgü bir terim, nasıl çevireceğimi bilemedim, İngilizce karşılığı yok benim bildiğim," dedi Bade, bir yandan da gözlerini kısmış düşünüyordu, deep love, blinde love filan dese olur muydu ki?
"Birebir çevirme, anlatmayı dene, söz konusu aşksa biz İtalyanlar her şekilde anlarız," dedi çapkın çapkın bakarak.
"Şöyle deneyeyim, bir erkek ve bir kadın düşün, ikisi de birbirlerini çok seviyorlar ama kavuşmaları imkansız, ne kadar sevseler de birbirlerinin elini tutamıyor, gözlerine bakamıyorlar. Özlüyorlar, çok ama çok özlüyorlar birbirlerini, o özlem yüzünden hayattan kopuyorlar, iş güç, eş dost bırakıp, sadece hayal kuruyorlar, sevdiklerinin hayallerini. Yemeden içmeden kesiliyorlar, yaşayacak güçleri kalmıyor, hastalanıp ölenler de oluyor, aklını yitirip meczup olanlar da. Bizim kültürümüzde yüzyıllardır hikayeleri anlatılır kara sevdaya tutulmuş aşıkların. Leyla ile Mecnun var mesela, Leyla'sı için çöllerde aç susuz dolaşan Kay'ın hikayesi. Kerem ile Aslı var, yanmışlar birbirlerine, kavuşmaları yine yanarak olmuş, ölümde buluşmuşlar. Ferhat ile Şirin var, Ferhat dağları delmiş Şirin'e ulaşabilmek için... Eskiler anlatır, her köyün bir kara sevda hikayesi vardır Anadolu'da."
"Kara Sevda! Öğrendiğim ilk Türkçe kelimeler olsun, ne anlamını unutayım ne de bu anı," dedi Julyo. Karşısında oturan Bade'ye doğru eğilip elini avucunun içine aldı, alnına bir öpücük kondurdu. "Peki ya sen Bella, senin kalbinde bir kara sevda var mı?"
Sessiz sedası okunuyor hikayem, hepi topu bir avuç insanız. Aranızdan bazılarını yorumlarından tanıyorum, bazılarının ismin de verdikleri yıldızlardan biliyorum. Lütfen okudukça bir yıldızı çok görmeyin, iki kelime de olsa bir selam edin, bir yorum bırakın... Biz bizeyiz zaten şuracıkta :-)
İyi pazarlar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ
ChickLitBade hayal ettiği hayatı yaşıyordu. Onu çok seven bir sevgilisi, birlikte yaşadıkları kutu gibi bir evi, yayınlanmış ve biri de dizi olmuş beş kitabı ve artık hedef kitlesinin bildiği bir ismi vardı: Bade Değer En iyi zamanların çocukluktan beri ayr...