3

68 28 14
                                    


Arkamı dönüp baktığımda elindeki plastik bardağı kafasına diken genç bir adam gördüm. İçeceğini bitirdikten sonra bardağı eliyle buruşturup bir kenara fırlattı ve üzerime doğru gelirken kara paltosunun cebinden çıkardığı yuvarlak çerçeve gözlüklerini burnuna oturttu.

"Yanılmıyorum değil mi? Siz Profesör Ozario'sunuz?"

Evet, aradığı kişi bendim. Birkaç saniye yüzüne bakakalsam da daha sonra bu adamın beni almak için gelen kişi olabileceğini hatırladım. Yanıma vardığında samimiyetle ve yüzünde sıcak bir gülümseme ile elini uzattı bana. Nazikçe elimi sıktıktan sonra devam etti.

"Ben Cheney. Bana herkes bu ismimle hitap eder, lütfen siz de bana Cheney deyin."

Şaşırmıştım, zira arada geçen ufak gevezelimiğizde onun bir mühendis olduğunu öğrendim. Beni götürmek için bir mühendis kaldırıp getirmelerini beklemiyordum. Lafını bitirdikten sonra ayak bileğimize kadar gelen karda düşmemek için yavaşça yürümeye başladık. Cheney'in jipine kadar giderken ayağımızın altında katırdayan kar sesi eşlik etti bize. Mühendisin buz mavisi renkli jipine bindiğimizde muhabbete devam ettik.

"Anlıyorum, Bay Ozario, aslında bu iş için alelade birini göndereceklerdi fakat ben, arada sırada bir bahane bulup bu köye indiğim için sizi taşıma görevini üstlendim."


Bay Cheney hakkındaki ilk izlenimim pozitifti. Laflarını ağızında gevelemeden tane tane ve sakince söyleyişi ile tam bir beyefendiydi gözümde.


"Bu köyün ineklerinin sütü inanılmaz leziz oluyor. Gerçi, fırtına gelecek diye hayvanları salmıyorlar ahırdan dışarı. Bu yüzden sütü de biraz pahalıya satıyorlar ama her kuruşuna değer. Marketlerden aldığımız kimyasallardan kat kat iyi."

Hazır bu enerjik genç konuşmaya hazırken ben de biraz ağızını aramaktan çekinmedim. Davetiyemde yüzeysel şekilde anlatılmıştı neler yapıldığı fakat bir de birinci ağızdan duymaktan zarar gelmezdi.

"Bu dağların bize verebileceği her türlü enerjiyi kullanabilmek." olarak özetledi merkezin amacını.

"İlk olarak, olmadık zamanlarda çıkan güçlü esintileri enerjiye dönüştürebilecek bir rüzgar tirbünü inşaa ettik. Ama pek işe yaramadı gibi. Benim de dahil olduğum mühendis ekibi şimdi bir oksihidrojen jeneratörü üzerinde çalışıyor. Benim de kendi fikrim var fakat üzerinde biraz çalışmam gerek."

Langre köyünden çıkıp birkaç kilometreyi geride bıraktığımızda kısmen temizlenmiş bir yol çıktı karşımıza. Yukarıya doğru uzanan bu yol boyunca, kısa aralıklarla dikilmiş uzun tahta çitler yol gösterdi bize. Çitlerin bizi kendi elleriyle getirip bıraktığı yolun sonunda tek tük pencereli, iki katlı, kısa bacaklı bir T harfi şeklinde, gri rengi karın beyazıyla karışmış bir bina dikildi önümüzde. Biraz uzağında ise Cheney'in bahsettiği o rüzgar tirbünü, biraz eğilmiş, zoraki şekilde iki pervanesini döndürmeye çabalıyordu.

"İşte geldik... Bu uzun çocuk ise bizim kendi Pisa Kulemiz." dedi gülerek.

"Rüzgarlar bazen çok sert esiyor, o yüzden yamuldu. Bir ara sökmeyi düşünmüştük ama henüz sıkıntı çıkarmadan çalıştığı için kimse yanaşmıyor."

Jipi, tirbünün yakınlarıda duran kapısız garajın içine park ettikten sonra indik. Hafifçe esen yel eşliğinde karları katırdatarak giriş kapısına ilerledik. Hem iki yandan hem de üstten beton duvarlarla korunan bu kısa koridorun sonuna kadar yürüdük. Karşımızda, bir hapishane kapısı gibi insana soğuk soğuk bakan, iç kısmından kaydırarak açılan küçük bir penceresi olan demir bir kapı dikildi. Hemen yan tarafında, sarı ışıklı minik bir lamba ile aydınlatılan tuşlar vardı. Cheney, kapıyı açmak üzere tuşlara elini attı.

"Unutmayın Profesör, şifremiz on bir kırk yedi."

Şifreyi tuşladıktan sonra kapıdan ince bir cızırtı ile elektrik sesi yükseldi. Bu sesten sonra kapıyı elimizle açıp içeriye girdik.

-5-

İçerisi ise, binanın hiçbir şeye benzemeyen dış görünüşüne nazaran gayet göze hoş duruyordu. Yumuşak bir sarı tonuyla boyanmış duvarlar gözüme çarptı ilk önce. Yine kısa bir koridorda yürüdükten sonra birkaç basamak çıktık. Burada da hem sağa doğru hem de sola doğru uzanan bir koridor vardı. Cheney, hemen yanımızdaki güvenlik odasına el salladıktan sonra sola döndü. Uzun aralıklarla yapılmış kapıları ardımızda bırakırken bir kapının önünde durduk.

"Burası da sizin odanız." dedi Cheney. Ardından, tam kapının yanında duran tahta bir dolabı açtı ve içerisinden uzun, ince bir tabaka çıkarttı, arkasındakı yapışkan bantı söktü ve tabakayı dikkatlice kapının üzerine yapıştırdı. O çekilince gördüğüm yazı ile şapşal bir sırıtma oturdu yüzüme, artık oda kapısının üzerinde soyadım vardı.

Her ne kadar ucuz bir şey olsa da insanın kendi adının bir yerlere işlendiğini görmek hakikaten sevindirici bir şey, Doktor Nash. Daha uzaktan bakmak için birkaç adım geriye gittim ve Cheney, gerçekten düzgünce yerleştirmişti. Yanlardaki diğer kapılara da göz attım fakat gördüğüm bir isim ile donakaldım.

Kapıların üzerinde sırayla şöyle yazıyordu;

... - CHENEY - DORIANO - OZARIO - RIO - ...

O aptal herif de buradaydı demek. Ama hayır, öfkelenmeden önce o olup olmadığını öğrenmem gerekirdi. Cheney'e Bay Rio'nun kim olduğunu sordum. O da tam aklımdaki o iğrenç herifi tarif etti. Aynı yerde olmamız yetmiyormuş gibi bir de odalarımız yan yanaydı. Acaba odamı başka yere alabilir miyiz diye sordum ama ne yazık ki olmuyordu.

"Bay Doriano, siz ve Bay Rio meslektaş olduğunuz için odalarınız yan yana. Maalesef düzen böyle. Sizden sonra da fizikçiler başlıyor."

Rio ile geçmişden gelen bir küskünlüğümüz vardır, Bay Nash. Beraber katıldığımız bir radyo yayınında o cüce herif bir türlü çenesini kapatmamıştı. Sürekli konuştuğu yetmiyormuş gibi ben ne anlatırsam anlatayım mutlaka muhalefet eder, beni çileden çıkarırdı. O gün, sinirlendiğimi belli etmek için söylediğim bir sözün üzerine alenen ağız dalaşına girişmişti benimle. Asıl konuşmamız gereken meselelerin dışına çıkıp resmen kavga ettiğimiz için radyodan da nazikçe kovulduk. Bizi gülünç duruma düşürdüğü yetmiyormuş gibi bir de hakaret davası açmıştı bana. Kazanan o oldu ama aynı zamanda nefretimi de kazanmıştı.

"İyi misiniz bay Ozario?" diye sordu Cheney. O an olduğum yerde öfkelenip kızarmama şaşırmış olmalıydı. Ben de bu yaşadıklarımı anlatmadan kısaca kestirip attım.

"Hah bakın, işte geliyor!"

Aklım Rio'da kalmış olmalı ki onun geldiğini zannedip gerildim iyice. Ama hayır, gelen kişi Rio değildi. Bu, merkezin müdürü olan Bay Basilio idi.

"Profesör Ozario! Demek sonunda gelebildiniz."

Koridorun en sonundaki odadan çıkıp gelen bu şişman adam hakkında hafızamda pek bir şeyler maalesef yok, Doktor Nash. Ama şöyle dediğini hatırlıyorum;

"Bay Cheney size özel muamele etmiş görüyorum ki. O halde biraz daha etrafı turlatmasında sakınca yoktur, değil mi Cheney?"

Basilio, yürüyüp giderken söylediği bu sözlerinin ardından Cheney, onaylarcasına başını salladı. Ama o an etrafı görmekten ziyade odama girip bir an önce bavulumdan kurtulmak istiyordum. Cheney, artık bana ait olan dolabı açıp içerisinden iki anahtar çıkardı ve bana uzattı.

"Eğer odanızda gereği olmayan eşyalarınız olursa buraya bırakabilirsiniz, Profesör. Bunlar da odanızın ve dolabınızın anahtarları."

Teşekkür edip sonunda huzur bulacağım odama girdim. Aslında küçük bir otel odasından farkı yoktu. İçeriye girdiğimde, minik salonumda iki kişilik bir kanepe ve hemen önünde duran bir ahşap sehpa bulunuyordu. Krem renkli düz bir halı ile süslenmişti ve can sıkıntısı gidermek için klasik kahverengi bir ünitenin üzerine yerleştirilmiş televizyondan ibaretti. Salondaki kapılardan birine rastgele daldım ve yatak odama denk geldim. Burada belirgin bir sıcaklık farkı vardı. Neye benzediğini hiçbir zaman öğrenemediğim ısıtma sistemi belli ki yatak odalarında daha aktifti. Salon ılık ila soğuk arası bir ısıdayken yatak odası rahatsız etmeyecek derecede sıcaktı. Bavulumu açıp odanın bir köşesindeki dolaba güzelce yerleştirdim ve bavulumu da diğer köşedeki tekli yatağın altına sürdüm. En son olarak paltomu da kapının arkasındaki askıya bıraktığımda tamamen yerleşmiş oluyordum. İşimi bitirmiş, odamdaki detayları incelerken Cheney'in çağrısıyla dışarı çıktım. Bay Basilio tarafından verilen görevini yerine getirmek istiyordu. O önden giderken ben de arkasına takıldım ve binayı turlamaya başladık.

-6-

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin