Jipin motor sesinden ve tekerlerinin karla mücadele ederken çıkardığı hafif hırıltı dışında başka bir şey duyulmuyordu ortalıkta. Savaş alanını çok gerilerde bırakmıştık. Direksiyonun başında ben, teker izlerini takip ediyordum.
O sırada uyandı bu yaralı adam. Arka koltuklara boylu boyunca serilmişti. Ben taşımıştım onu oraya, karın içinde boğulmadan evvel kurtarmıştım onu.
Geçirdiği baygınlığın ardından yavaş yavaş kendine geliyordu. Önce etrafını yokladı, koltukları elledi, yanaklarindaki yaraların üzerinde elini gezdirdi. Aniden kalktı yerinden ve ağızından çıkan bir cümle ile frene tekmelercesine bastım.
"Dur, Ozario! Dur, geri dönmemiz gerek!"
Hiçbir şey anlamamış gibi dönüp baktım omuzumun üzerinden. O an kapıyı açıp yerinden fırlayıverdi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan belirdi yanımda. Kapıyı açmış, inmem için çekeliyordu beni kolumdan. Hiçbir anlam veremedim bu yaptığına. Az önce ölümden döndüğümüz yere neden gitmek istiyordu? Canına mı susamıştı? Hayır, ne dediysem dinletemedim. Mecburen yer değiştirdik arabada.
Şoför koltuğuna geçince yaralı yanağını kaşıdı, kanlı eliyle çevirdi vites kolunu. Direksiyonda da görüyordum kan izini. Hala etkisindeydim neler olduğunun, hala şoktaydım. İkimiz de öyleydik bence ama tek şaşkın olan bendim. Doriano, hız göstergesinin çubuğunu sonlara dayamıştı. Kendisi de en az jipin kükremesi gibi öfkeliydi. Oturduğu yerden kahretsin, kahretsin, diye sayıklıyor, arada bir eliyle direksiyona vuruyordu. Birkaç dakika içinde savaş meydanına geri dönmüştük.
Arabayı durdurup bana baktı. Kendisi baygınken neler yaşandığını sordu. Ben de birazcık kekeleyerek anlattım neler olduğunu. Tavşanlar tepesindeydiler, elime aldığım balta, saldıran baykuş...
"Baykuş nereye gitti?" diye sordu. Hatırladığım kadarıyla gösterdim elimle. O da direksiyonu o yöne kırdı ve az önceki hızla devam ettik o tarafa.
Çok değil, birkaç saniye sonra durduk. Doriano, hızlıca indi aşağıya. Kırık camın ardından görebildiğim kadarıyla yerde kızıl tavşan bulmuştu. Hareketsizdi, kan içindeydi. Bana seslenip koltukların arkasındaki kasadan baltayı çıkarmamı emretti. Henüz yeni tanışmış olsak da hiç beklemediğim bir öfke içinde olan bu adama itaat ettim. Kullanamadan yerine bıraktığım baltayı yeniden elime aldım. Araçtan inip uzattım komutanıma. Ama hemen almadı. Gözlerini üzerime dikti ve şöyle dedi:
"Yapabilir misin?"
Ne yapacağımı bile bilmiyordum ki. Yine de hayır şeklinde kafamı sallayınca elimdekini aldı ve yere, tavşanın üzerine eğildi. O an ne olacağını anlamıştım. Tiksintiyle kafamı çevirdim görmemek için. Birkaç darbenin ardından, tavşanın kellesi elindeydi. Kulaklarından tutup kaldırmıştı. Önüme geçip gösterdi bana. Tavşanın gözleri, tıpkı baykuşunki gibi renkliydi, Doktor Nash. Tıpkı o baykuş gibi birden fazla renkten oluşuyordu gözleri!
-13-
Merkezde böyle küçük bir klinik olduğunu yeni öğreniyordum, Doktor Nash. Cheney, bana alt katlarda daha fazla yer olduğunu söylemişti ama böyle bir şey aklıma gelmemişti. Bir doktor muayene odası, birkaç yataklı bir oda ve malzeme odasından oluşan bir klinikti. Sorun şu ki, bu ufak yerin personeli bir doktor ve onun yardımcısından ibaretti. Her ne kadar eksiklikleri olsa da, her hastanede görebileceğimiz o temiz, beyaz görüntü burada da geçerliydi ve göz boyamaya yetiyordu.
Ama bu beyaz görüntü, yere düşen kahverengi bir damla ile bozuldu. Bahsettiğim yardımcı, önceki mektuplarımdan birinde söylediğim psikolog Merisi'den başkası değildi. Bir gazlı bezin üzerine tentürdiyot şişesini sıkarken fazla kaçırmış ve yere damlatmıştı. Yerdeki damlaya kötü kötü baktıktan sonra ayakkabısının ucuyla sildirdi ve elindeki ilaçlı bezi önce dirseğime sonra da bacağımdaki yaraya sürdü. Daha önce pansuman gerektirecek bir duruma gelmediğim için ne hissedeceğime dair bir fikrim yoktu. Bu bilgisizliğim, yaralarımın oyuluyormuşcasına acımasıyla sona erdi.
"Tentürdiyot biraz yakabilir," diye sonradan ekledi Merisi. Daha önceden söylese ne olurdu sanki? Çektiğim acıdan dolayı az kalsın önümde eğilmiş bu adamın kel kafasına yumruğu indirecektim.
Bay Merisi, bildiğim kadarıyla merkezin doktorlarından biriydi. Ama yanlış bildiğimi bu esnada öğrendim.
"Asıl işim pansuman yapmak değil pek tabii. Bay Basilio'nun arkadaşıyım, yakın sayılırız. Bana, burada psikolojiden anlayan birinin işe yarayabileceğini söyleyince onu kırmadım ve geldim."Ağızının etrafını saran top sakalı, dudaklarıyla birlikte yukarıya uzandı.
"Şehirden uzakta olsak da burada biraz daha huzurluyum. Hem doktor yardımcılığı yaparak kendimi de geliştirmiş oluyorum."
İşini bitirip eldivenlerini keskin bir şaklama sesiyle çıkarttı. Ben, kıvırdığım pantalon paçamı indirirken üzerinde bulunduğum kanepeye, yanıbaşıma oturdu.
"Merak ediyorum, Bay Ozario. Nasıl böyle yaralanabildiniz? Pansuman yaparken Bay Doriano'ya da sordum ama, nasıl desem, anlattıkları bana tuhaf geldi."
Eğer birine tavşanlar tarafından saldırıya uğrayıp yaralandığınızı söylerseniz o kişi size sadece gülecektir, Doktor Nash. Ama durum tam olarak buydu. İnanılması güçtü ama olmuştu.Ben de Bay Merisi'ye olanları olduğu gibi anlattım. Dünyadaki hiçbir tavşanın insanlara saldırabileceğini ne duymuştum ne de görmüştüm. Ama o ağacın üzerinde veya yakınlarında yaşayan bu kızıl tavşanlar, bizi görür görmez cinnet geçirip üzerimize atladılar. Kendimizi savunmaya çalıştık fakat pençelere ve sivri dişlere karşı yapabileceğimiz bir şey olmadı. En sonunda bir baykuş, hızır gibi yetişip tavşanları dağıttı.
Ama özellikle Doriano'nun davranışı ilgisini çekmişti. Bana, neden bir tavşan kellesine ihtiyaç duymuş olabileceğini sordu ama hiçbir fikrim yoktu. Benim için asıl önemli olan Doriano değildi. Önemli olan şey hem tavşanların hem de baykuşların aynı gözlere sahip olmalarıydı.
Konuşmamızda bunu defalarca vurguladım ama umursamayarak konuyu yaşlı adama getirmeye devam etti. Bir ara Doriano ile ilişkimizi sordu ve bana dertlerini anlattığını, kötü niyetli olmadığını belirttim. En sonunda, kabul etmekte tereddüt ettiğim bir teklif sundu.
"Bay Ozario, anlattıklarınızdan anlıyorum ki Bay Doriano ile aranızdaki ilişki, sizden habersizce ilerlemiş olabilir."
İlk başta ne dediğini anlamadım. Yüzüne öylece bakmamdan sonra devam etti.
"Şöyle izah edeyim: Bay Doriano, burada herkese açılmayan, sert ve kapalı biri. Sizinle ilk görüşmesinde size yaşadıklarını anlatmış olması, bu hatıraların onu boğmaya başlamasından dolayı olabilir. İçinde biriken bu kederini, hiç tanımadığı birine anlatabilmesı buna işaret ediyor. Çünkü Bay Doriano, güvenebileceği ya da güvenmek istediği birini bulup ona açılmak istiyor ve anlattıkça da rahatlıyor. Aynı şeyleri bana da anlattı fakat gördüğüm kadarıyla şu ana kadar benden başka pas verdiği kimse olmadı. Size göre sadece kötü şeyler yaşamış zavallı biri olabilir ama bence o size, sizin ona güvendiğinizden daha çok güveniyor."
Kısa bir öksürükle boğazını temizledi ve devam etti. "Şimdi Bay Ozario, sizden bir ricam var. Bay Doriano'nun neler düşündüğünü bana söyleyebilecek birine ihtiyacım var. Bir psikolog olarak ona yardım etmek istiyorum elbette ama zannediyorum ki bana anlattıkları, samimiyetle söylediği şeyler değil. Hazır yakınlaşabileceği birisi bulmuşken bunu fırsata çevirelim diyorum. Sizden isteğim, onunla muhabbetinize devam etmeniz. Tabii ki her dediğini söylemenize gerek yok. Tuhaf bulduğunuz davranışlarını bildirmeniz kâfii."
O an, böyle bir sorumluluk almak istemiyordum ve nazikçe reddetmeye çalıştım. Ama Merisi benden önce davrandı ve ben lafa başlayamadan devamını getirdi.
"Pekala kabul etmek zorunda değilsiniz. Ama Bay Doriano, tavşan kesmek gibi bir davranışa imza atmış. İleride hepimiz için tehlikeli bir hale gelirse ve bunu önceden kestiremezsek, işte bu kötü olur."
Yaşadıklarımın üzerine bir de bu eklenince, kesin bir cevap vermeden oradan ayrıldım. Yaralarımın sızlaması yeterince aklımı çeliyordu, araya Doriano'yu sıkıştırmak istemedim.
-14-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...