Arazideyken, bu dev ağacın enini ölçmek için dört metreye kadar uzanan bir metre kullandık ama metrenin bir ucu diğer ucuna ancak yetişti dersem kesinlikle yalan olmaz. Bu ağaca neden bu kadar kafayı taktın ki, demeyin, Doktor Nash. Bu ağaç, arazide gördüğümüz yekta bir ağaçtı. Yanında durduğumuzda sanki o normalmiş de biz küçükmüşüz gibi duran bu ağacın sırrı nedir, merak ediyordum.
Öğlen geri döndüğümüzde yemekten sonra üst kattaki kütüphanede biraz araştırma yaptım. Evet, orada ağaçlar hakkında bilgi veren kitaplar vardı fakat hiçbiri bu dev cüsseli ağaç hakkında bir cümle bile yazmıyordu. Kütüphanede istediğim şeyi tam olarak bulamamıştım ama bir jeolog olarak ilgimi çeken bir şeyler oldu. O gün birkaç saatimi kütüphanede geçirdim. Akdeniz ülkelerinde görünen ağaç tipleri ve özellikleri üzerine yazılmış bir kitabın sayfalarını aşındırdım. Diyebilirim ki kütüphane hakkındaki ilk izlenimimde hatalıymışım.
Ayın gökyüzüne hakim olduğu gecede yine odamda, yatağımda uyumaya çalışıyordum. Gözlerim hayli yorulmuş iken bedenimin halen atması gereken enerjisi vardı. Belki yardımı dokunur diye kendi başıma rastgele hareketlerle fazlalıklarımı atmaya uğraştım. Böyle şeylere alışık olmayan vücudum pes ediverdi çabucak. Ama yorgun olsam da yapmam gereken bir rutinim vardı; günün değerlendirmesini yapmak.
Yanımda getirdiğim paltomu sırtıma attıktan sonra pijamalarımla çıktım balkonuma. Yine hafif tütünlü sigaramdan bir tane çıkarıp astım ağızıma. O ağaç halen çıkmamıştı aklımdan. Bir ağaç nasıl olur da bu kadar iri ve büyük olabilirdi? Çevredeki ağaç türü ile tıpatıp aynıyken neden gökyüzünü delebilecek boyuta gelmişti? Peki ya bu ağaç kaç yıl bırakmıştı arkasında? Yüz yıl? Üç yüz yıl? Belki de daha fazla...
Asıl düşüncem ise Doriano neden o kadar gerildi? Stresli günler geçirmişti, halen etkisindeydi ama yüzündeki ifade bambaşkaydı.Bilemiyordum Bay Nash, bunun kazdıkça daha derine giden bir sır olduğunu öğrenene kadar hiçbir şey bilmiyordum.Bu düşüncelerle aklımı oyalarken gözüm bir anlığına rüzgar tirbününün üzerindeki kıpraşan şeylere takıldı. Kuşlar oradaydılar. Ama iki tane değildiler, tam üç tane renkli gözlü kar baykuşu, gözlerimi kısıp görebildiğim kadarıyla bir et parçası için dövüşüyorlardı. Kim bilir hangi hayvancağızı öldürmüşlerdi de etini paylaşamıyorlardı.
Daha iri yapılı olan baykuş, eti gagasıyla kavrayabildiği an uçup kaçmak istedi. Ama yiyeceklerini kaybetmeye hiç de niyeti olmayan diğer ikisi, kanatlarını iri baykuşun kafasına vura vura eti yere düşürttürdüler. Rüzgar tirbününün üzerinde başladıkları kavga yerde de devam etti. Hepsi tam bir kabadayı gibi kanatlarını sonuna kadar açarak birbirlerinin üzerine yürüdüler. Ani gelen bir sivri gaga saldırısı ile iri baykuş, acı bir inildeme ile yere yığıldı. O yerde acıyla tepinirken kuşların bir tanesi eti kaptı. Hızla havalanıp kaçtı ve diğeri de onun arkasından gitti. Saniyeler sonra iri baykuş da toparlanıp onların peşine takıldı fakat beyaz kar üzerinde bıraktığı kan izini rahatlıkla görebiliyordum.
Bu heyecanlı maçın ardından anladım ki buralar hiç de tekin yerler değil, Doktor Nash.
-11-
Kanlı bir gecenin ardından, çalar saatimin kulaklarımı acıtır derecede zırlamasıyla uyandım. Erken kalkmaya henüz alışamamış bedenime iyilik yaptığının pekala farkındaydım ama bir gün ters yönüme gelecek de elime aldığım gibi duvara yapıştıracağım gibi geliyordu içimden. Zaten bir şeye benzemeyen bu kırmızı renkli, dikdörtgen saatin parçalarını toplamakla uğraşmak aklıma geldikçe aklımdan çıkarıyordum bu düşünceyi.
Her zamanki sabah rutinimin ardından yeniden yola koyulduk Doriano ile. Dün yaptığımız seferin ardından planlarımızda biraz değişiklik olmuştu. Doriano, o devasa ağaç ile ilgili tuhaf bir plan kurmuştu kafasında ama henüz detaylı anlatmadı bana.
"Eğer bu ağacı," diyordu, "bir şekilde merkezin yakınlarına taşıyabilirsek o zaman işe yarayacak bir hal alır." Bana mı tuhaf gelmişti yoksa kocaman bir ağacı alıp götürmek buralarda normal miydi bilmiyorum.
Dünkü gidişimizde jipin tekerleri iz bırakmıştı kar üzerinde. Gece de yağış olmayınca olduğu gibi duruyor ve yol görevi görüyordu bizim için. İzleri takip ederek kaybolmadan yolumuza gittik.O devasa ağacın yanına yanaştık yeniden. Bu sefer, sürpriz misafirlerimiz de vardı burada. O ağacın önünde yan yana dizilmiş birkaç kızıl tüylü kar tavşanı, dışarıdan bizi izliyorlardı. Onlara aldırış etmeden indik arabadan. Ama ne olduysa o an oldu. Sevimliliğine aldandığımız bu kızıl tavşanlar, hiç hesapta yokken çullandılar üzerimize. Bir tanesi bacağıma tutunmuş ısırıyor, diğeri ise koluma sıçrayıp dirseğimi dişliyordu. O an can havliyle bacaklarımı ve kollarımı hızlıca savurup silkelendim. Bacağımdaki tavşanın pantalonumu ve derimi sıyırıp gittiğini, hissettiğim acıyla anladım. Dirseğimdeki tavşan ise daha kolayca uçup gitmişti bir yerlere. Saniyeler sonra gelen cam kırılma sesi ile anladım ki o tavşan, arabadan içeri uçmuştu.
Doriano ise benden aşağı durumda değildi. Tavşanlar onun yanaklarını çizmişti ve kanıyordu. Ayakkabısında da irice iki ısırık izi vardı ve yanıma doğru gelirken topallıyordu.
"Bagajda küçük bir balta var, Ozario. Ona uzan, çabuk!" dedi ve sırtına binen bir tavşan ile yere yığıldı. Kalbimin hızlı hızlı attığını rahatça duyabiliyordum o an. Soğuk havayı kısa ve hızlı şekilde içime çekerken ciğerlerim yanıyordu. Bacağımdan akan ılık şeye aldırmadan -aldırmak istemeden koşmaya çalıştım jipe. Çok şükür ki tavşan içeride değildi. Ama içeride olmaması, içeride olmasından daha çok korkuttu beni.
Arka yolcu kapısını bir hışımla açtım. Önümde duran koltuğu eğip hemen arkasındaki üstü açık kasaya uzandım ve elime geçen L şeklindeki şeyi sıkı sıkıya tuttum. Tuttuğum şeyin ne olduğu umurumda değildi. Aklımdaki tek düşünce, Doriano'ya yardım etmekti. Elimle beraber tir tir titreyen balta ve bacağımda feci bir acı ile topallayarak Doriano'nun yanına gitmeye uğraşıyordum. Zavallı adam yüz üstü karın üzerine yığılmıştı. Bir eliyle ensesini tutup başını koruyor, diğer eliyle de sırtında agresifçe hoplaşan iki tavşanı kovmaya uğraşıyordu. Yaklaştıkça, kar altında kalan ağızından çıkan acı acı bağırışlarını daha rahat duyabiliyordum. Tam yanına yaklaşmıştım ki gözümün algılayabileceğinden daha hızlı şekilde bir şey geçti önümden. Bu karartı yüzünden dengemi kaybedip düştüm yere. Tavşanlara yem olma korkusuyla hemen bedenimi yukarı itip kalktım yerden. Yeniden Doriano'ya odaklandığımda o şeylerden biri oradaydı; merkeze geldiğim günden beri sık sık gördüğüm baykuşlardan biri, Doriano'nun sırtında tepişen tavşanlardan birine geçirmişti pençelerini.
Baykuş, pençesine taktığı tavşan ile havalanıp kaçırmaya uğraşıyordu. O kanatlarını çırpa çırpa uçmaya uğraşırkene diğer tavşanlar can korkusuyla o uğursuz ağaca tırmanıp saklandılar.
Ama Doriano, yerde hareketsizce yatıyordu.
-12-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...