Karşımızda duran şey, neredeyse pürüzsüz şekilde göğe doğru uzanan gri renkli bir dağ idi. Büyük bir alanı kaplıyordu ve gayet ürkütücüydü. Başımı kaldırıp yukarıya baktığım zaman sanki üzerime devrilecekmiş ya da tepe noktasından üzerime bir şeyler düşecekmiş gibi hissettim. Neyse ki öyle bir şey olmadı ve asıl odak noktamıza dönebildim.
Bulunduğumuz noktada, bu dağın kök kısmında kocaman bir yarık bulunuyordu. Bunun doğal bir oluşum olduğundan emin değildim. Şekilsiz bir ağızı olsa da dünyanın çeşitli yerlerinde bulunan eski zaman mağaralarını andırıyordu. Dağın köküne çapraz şekilde açılmıştı ve karanlıktan başka bir şey göremiyorduk.
Bu deliği, diğer araçları durdurtup buraya getirtecek kadar ilginç yapan şey, yakınlarında ufak kan izleri oluşuydu. Yeni olmadıkları belliydi. Neredeyse siyaha dönmüşlerdi ve uzun süredir burada olduklarını herkes söyleyebilirdi. Bu kan lekesi, önümüzdeki mağarayı ya da yarığı, her ne ise onu tehlikeli bir hale getirdi. Nereden geldiği belirsiz bir kan lekesi dışında ortada korkutucu hiçbir şey yoktu. O karanlığın ardında ne saklı olduğunu hiç kimse bilmiyordu fakat zihnimiz, hayal gücünü kullanarak bu boşluğu dolduruyordu. Orada ne olduğunu kendi gözümüzle görmeliydik. İlk başta, diğer araçların da buraya gelmesini uygun gördük fakat can sıkıcı bir beklemenin ardından gelmeyi becerebilen olmadı. Araçlardan ikisi de halen yolda olduklarını belirtiyorlardı.
Jandarmalar arasında bir karar alındı ve uygulamaya konuldu. O mağaranın içine ateş edilecekti. Eğer içerisinde bir şey var ise rahatsız olarak dışarı çıkardı ve yoğun ateşe maruz kalarak ölürdü. Ama eğer kıpırtı olmazsa destek beklenmeden içeri girilebilir anlamına geliyordu. Söylenildiği gibi ateş açıldı. Fikri ortaya atan kişi, tüfeği ile bir kez ateş etti ve hemen ardından bir çatırtı sesi geldi. Buz kırılmasına benzer bir sesti. Bu sesin zeminden geldiğini ve içerideki canlı bir şeye işaret olmadığını anladık ve beklemeye koyulduk. Dakikalarca, herkes silahını elinde tutup ağıza nişan almış vaziyette (benim ne yaptığımı sorarsanız, ben de üşümemek için paltomun yakalarını tutuyordum) bekledi ama bir ses dahi gelmedi. Bu da içerisinin güvenli olduğu anlamına geliyordu. Orada bulunan sekiz kişinin yarısı içeriye girmeyi kabul etti. Bunlardan biri de bendim. Sayımız kabarık olunca daha güvenli hissettirmişti ve itiraf edeyim ki burada göreceğim şeylerden korkuyor olsam da sapkın bir meraka tutulmuştum.
Yavaşça mağaranın ağızına yaklaştık ve yine yavaşça içeriye doğru indik. Az önceki sesten dolayı yerde buz olduğunu biliyorduk ve karanlığa doğru birkaç adım attığımızda ayaklarımız, az önce ateş edilen buza değdi. Daha da dikkatli şekilde, iki el fenerinin aydınlattığı buz zeminde ilerlemeye başladık ama bir anda jandarmalardan birisi korkup çığlık attı. Zaten yeterince gergindik ama bu olay gerginliğimizi şiddetli bir korkuya dönüştürdü. Fakat anladık ki başımıza bir bela açılmamıştı. Onun gördüğü şey buz katmanının altında duran şeydi. Bir geyikti. Artık bedeninin diğer yarısına sahip olmayan, bağırsakları ve birkaç parça kemiği belirgin şekilde dışarıya fırlamış bir geyik cesedi vardı buzun içinde. Onun buraya nasıl girdiğini ve nasıl o hale geldiğine dair hiçbir konuşmada bulunmadan yolumuza devam ettik. Bir noktada, kaymaya meğilli botlarımız sağlam zemine bastı ve topraktan oluşma bir yere geldiğimizi gördük.
-59-
Oda olarak bahsedeceğim bu yer, duvarlarından tavanına kadar donmuş topraktan oluşuyordu ve doğal olarak çok sağlamdı. Bazı noktalarda, toprağın arasından süzülmeyi başarmış suların oluşturduğu sarkıtları görebiliyorduk ama çok fazla değildi. Odanın içerisinde herhangi bir canlıya ait iz bulunmuyordu ve boş olduğunu düşünüp rahatladık. Etrafı incelemeye koyulduğumuzda pek bir şey bulamadık. Daha da ileriye doğru gidebileceğimiz bir yol yoktu ve odanın bir köşesinde, muhtemelen yüzeyden göçen bir kar kütlesi vardı. Yine de gözlerimiz ilginç bir şeyler aramaya çalıştı ve buldu da. Elinde fener tutan jandarmalardan biri, şu kar kütlesine yaklaşıp eliyle yokladı. Bir şey hariç bir kar kütlesine ait her özelliği barındırıyordu. Sabitti, yumuşak dokuluydu ama kar kadar sert değildi. Meraklı adam, elini kütlenin üzerinde gezdirdiğinde kütlenin yüzeyini oluşturan karların inip kalktığını gördük. Sanki bir hayvanın kürkü üzerinde elini gezdiriyormuş ve parmaklarının arasında sıkışan tüyleri kendiliğinden yeniden düzleşiyormuş gibiydi.
"Bu şey canlı!" diye bağırdı neye dokunduğunu anladığı zaman. Hemen ardından, çıkarabildiği en yüksek ses ile tekrar etti. "BU ŞEY CANLI!"
O anda hepimiz korkudan donakaldık ama sinirleri benden daha sağlam olan jandarmalardan biri çözülüp o şeye tüfeği ile birkaç kez ateş etti. Ateşin kesilmesinin hemen ardından o şey kıpırdamaya başladı ve kar kütlesinin yüzeyi dediğimiz şey, yana doğru açıldı. O şeyin yüzünü gördüm, Bay Nash. Kalkan olarak kullandığı o belirsiz uzvunu çektiğinde onunla göz göze geldim.
Bu noktada hepimiz deli gibi koşmaya başladık. Ateş etmek bir işe yaramamıştı ve o şey her ne ise herhangi bir ses çıkarmadan harekete geçti. Peşimizden geliyordu. O adım attıkça ayağımızın altındaki toprağın titrediğini hissedebiliyorduk.
Buz zemine geldiğimizde de canımızı kurtarmak adına hız kesmedik ama çok kötü bir şey oldu. Buza henüz ulaşmıştık ki ben ve jandarmalardan birisi dengemizi kaybedip düştük. Düştüğüm anda altımdaki buzun çatladığını duymuştum ve kırılacağını düşünerek iyice korkmaya başladım. Hızlıca dizlerimin üzerinde durmaya çalıştım fakat o şey yüzünden buz kırıldı. Ben ayağa kalkmaya uğraşırken üzerimden geçti ve patisiyle bastığı yer, hemen yanıbaşım, yüklendiği kuvvete dayanamayarak paramparça oldu.
Bir anda soğuk suyun içinde buldum kendimi. Kalın bir buz tabakası vardı fakat altındaki su, zannettiğimden de derin çıktı. Her türlü kıyafetime rağmen vücudum anında acı sinyalleri vermeye başladı ve buza tutunarak kendimi yukarı çekmeye çalıştım. Başaramadım. Islanan eldivenlerim, zaten kaygan olan buza tutunmayı reddetti ve bir kez daha suya gömüldüm.İkinci teşebbüsümde vücudumun yarısını yukarıya çıkarabildim. Diğer yarısını da kurtarabilmek için ölüm korkusu ile yorucu bir çaba gösterdim ve tutunduğum zeminin çatlamasına neden olarak başardım. Suya düşen jandarmaya ne olduğunu bilmiyordum. O an bilmek istediğim tek şey sağ salim dışarıya çıkabilmekti ama orasının da pek tekin olmadığını anladım. Ne zamandır devam ediyordu bilmiyorum fakat silah patlama sesleri, sanki bütün tepede yankılanıyor ve bulabildiği her açığa giriyordu. Islak kıyafetlerimin verdiği ağırlığa dayanmaya çalışarak kendimi mağaranın ağızına kadar sürükleyebildim ama burada bir savaş daha vermem gerekti. Dakikalar önce çapraz şekilde olan ağız, kocaman ve belirgin şekilde bir pati izi ile düzleşmişti. Tırmanmak zorundaydım. Nasıl yapacağımı bilmiyordum ama yüzeye çıkıp kendimi kurtarmalıydım. İlk iki sıçrayışım bir işe yaramadı. Az önce kendini suda boğulmaktan kurtarmaya çalışan bedenim, kaslarını ve enerjisini sonuna kadar harcamaya çalışmıştı. Üşüyordum. Yorgundum. En kötüsü ise dışarıya çıkamıyordum. Nefes nefese ve tamamiyle bitik halde kendimi yere salıverdim. Birkaç saniye içinde üşümem tamamiyle geçti ve ardından gözlerim kapandı. -60-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...