Kapının ardından çıkan o figür, o gölge ya da o şey her neyse adımı seslendi bana. Bir an acaba beni öbür dünyaya taşıyacak olan meleklerin seslenişi midir diye düşündüm. Yaşadığım dehşetten dolayı gözlerim kararmış, vücudum kontrolümden çıkıp salmıştı kendini. Yavaşça yere yığılırken o susmak bilmeyen ses dışında hiçbir şey algılayamıyordum. Bu esnada isteyen istediğini yapabilirdi bana. Buracıkta katledilsem bile öldüğümü anlayamazdım.
Duvardan yere doğru süzülürken o şey tuttu beni. Bana defalarca bir şeyler söyledi ama ne dediğini bir türlü anlayamıyor, hiç duymadığım bir dilden konuşuyormuş gibi basit uğultular olarak algılıyordum. Sonra o şey beni yerde sürümeye başladı. Elimi bir şeye çarptığımı ve o şeyin geriye doğru gittiğini hissettim. Belli ki kapıdan içeriye, kütüphaneye götürüyordu beni. İşte şimdi her şey bitecekti. Sonumu getirecek o şey, kendi inine kaçırmıştı beni ve şimdi fazla acı çektirmemesi için sadece dua edebilirdim.
Bir sandalyenin üzerine oturtuldum. Hemen ardından ise istemsizce öne doğru eğilip başımı bir şeye vurdum. Bu şeyin ne olduğunu ancak iki dakika sonra kendime geldiğimde öğrenebildim. Kütüphanenin içerisindeydim, masanın üzerine sarhoş gibi yığılmışım. Zorla da olsa başımı kaldırıp karşımdaki kişiye bakmaya çalıştım. Etraf karanlıktı ama masanın üzerinde duran kandil, beni kaçıran kişinin yüzünü belli ediyordu. İnanamadım. Bu nasıl olur, neden böyle yapar diye şok geçirdim. Karşımdaki kişi Cheney'di. Hayır, kesinlikle yanılmıyordum. Zira burada yuvarlak çerçeveli gözlük takan tek kişi oydu.
Bir süre sadece bakıştık. Ben, her an yapacağı hamleyi korkuyla beklerken o sadece oturup bana bakıyordu. Yığılmış bedenimi masadan kaldırıp doğrulduğum zaman beklediğim hamle geldi. Hayır, bana vurmadı, sadece bana doğru yaklaşıp bir soru sordu. Aklımdan geçen onca şeyden sonra bunu duymak hiç de olağan gelmedi bana. Söylediği "İyi misiniz?" lafı daha çok rahatsız etti beni. Kaçırdığı her insana soruyor muydu bunu?
"Korkutuyorsunuz beni, Bay Ozario. Lütfen cevap verin."
Sanırım bir insanı sürüyerek kaçırmak hiç korkutucu değildi de cevap vermemek korkutucuydu onun için. Yine de cevap vermedim, istediği kadar korksun diye düşündüm ama işe yaramamış olacak ki daha fazla dayanamayıp ayağa fırladı. İşte başlıyor diye geçirdim içimden. Acele şekilde hareket edip üzerime geldi ama ne olduysa beni es geçip odadan dışarı çıkıp gitti. Ne yapmaya çalıştığını aklım almıyordu. Beni bu karanlık odada tek başıma bırakıp delirmemi mi istiyordu? Belki de soğukkanlı bir katil değildi, aklını kaçırmış insanları öldürmek vicdanen daha kolaydı onun için.
Eğer istediği bu ise gerçekten başarılı olacak. Bitkin ve perişan hale gelip neler olduğunu çözemeyen bir insanın aklı ne kadar dayanabilir ki bu saçmalığa? Dayanmaya çalıştım, ipleri salmak gibi bir niyetim asla yoktu. Etrafıma bakındım; bol bol karanlık ve zayıf ışıkla parlayıp bana acıyarak bakan kitaplar dışında bir şey göremedim. Sonra gözüm masaya takıldı. Hemen köşede duran kandilin ışığı bana bak dercesine parlıyordu. Bu ilahi mesajı anlamakta gecikmedim. Zaten tahtadan yapılma olan bu odada beni ve komple odayı yakıp feci bir kaza süsü verecekti. Kalkıp hemen gitmeliydim buradan ama ne yazık ki mümkün değildi. Kalkma fikri bile imkansız geliyordu bana.
Pes ettim. Bütün yollar tıkalıydı. Artık ne olacaksa olsun, çektiğim bu eziyet bitsin diye Tanrının affına sığındım. Çünkü buradan kurtulabilsem bile bu bir mucize olurdu. Ben bütün umursamazlığımla ölümü beklerken beni duymuş gibi geldi. Hayır, karşımda değildi fakat hızlı hızlı hareket eden iki çift ayak sesi sayesinde bu ricamın kabul edildiğini anladım. Fazla geçmeden kapı açıldı ve Cheney, yanında getirdiği işbirlikçisi ile birlikte içeri girdi.
-43-
O an güvendiğim herkes gelip beni tekme tokat dövse yine de sesimi çıkarmazdım. Benim için her şey bitmişti artık. Ağzımı açıp konuşabilsem hadi yap, öldür beni diye haykırırdım. Ama gelişmeler hiç de öyle olmadı. Yanında getirdiği kişi öncelikle parmaklarını bileğime bastırıp bekledi. Sonra ise masanın üzerine koyduğu çantasından tansiyon aleti çıkarıp tansiyonumu ölçtü. Olanlara bir anlam veremiyordum. Yoksa hayati fonksiyonlarımı ölçerek beni canlı tutmaya ve uzun, çeşitli işkencelere maruz bırakmayı mı planlıyorlardı? Şu an bu ikisinden her şeyi bekliyorum. Her türlü ölmeye hazırım ve kaçmaya yeltenmeyeceğime yemin ederim.
Tansiyonumu ölçtükten sonra ufak çantasından içi su gibi berrak sıvı dolu bir şırınga çıkardı. Cheney'in yardımı ile kolumu sıvadı ve sıvıyı tamamen bitene kadar enjekte etti. Artık ne olacağından emin gibiydim. En başta ettiğim duam kabul olmuştu, acı çektirmeden bir şırınga zehir sayesinde veda edecektim hayata. Fakat beni endişelendiren şey bundan sonrasıydı. Ya cesedime ne yapacaklardı? Buraya kaçırıldığımdan beri bana bir tokat dahi atılmadı. Belki de, Bay Nash, cesetlerle oynamayı seven iki psikopat arkadaştı bunlar. Belki de beni canlı değil ölü istiyorlardı. Kendini savunamayan ve bir ruh barındırmayan bedenim onların emrine amade kalacak. Onlar da şu ufak çantanın içinden aletlerini çıkarıp akla hayale sığmayan şeyler yapacaklar hazin bedenime. O çanta belki küçük gözükebilir ama şu ana kadar şahit olduğu şeylerle, nice insanın acısıyla ve şiddetin en sapkın haliyle dolu olmadığını kim bilebilir?
Bu noktadan sonra daha fazla düşünemedim. Sıvının -teşekkür mü etmeli lanet mi okumalı bilemediğim o sıvının- etkisi gösterdi kendini ve zaten bulanık olan bilincim iyice kapandı. Artık sakinleştim. Korkmuyordum, düşünmüyordum ve en önemlisi arkaplanda durmasına rağmen yaşadığım şeylerden daha korkunç gelen o iğrenç ses de sustu artık.
Artık sonunda bitti her şey. Her şey karanlığa gömüldü, her şeyi huzur dolu bir sessizlik kapladı. Günlerdir beklediğim huzur, çocuğuna kavuşan bir anne gibi sımsıcak sarıldı bana. Öyle bir kavuşmaydı ki bu, yıllardır yaşadığım hayata değerdi adeta. Kollarımı ondan çekmedim. Çekmek istemiyordum çünkü hissediyordum ki eğer anneciğimi bırakırsam bir daha asla göremeyeceğim onu. Bir evlat annesinden ne kadar uzun süre ayrı kalabilir ki Bay Nash? Neden ayrı kalması gerekir ki şefkatten ve huzurdan bir çocuğun? Ama ben, yolunu kaybetmiş, karanlık köşelere sapmış ben, annemden uzak kaldım ama sonunda onu buldum. Buldum ve bir yerlere gitmesine asla izin vermeyeceğim. Sınırsız karanlığın ve çıldırtıcı sessizliğin arasında, huzuruma sımsıkı sarılı şekilde sonsuza dek kalacağım. Bizi çevreleyen hiçlik ve boşluk ise bizi koruyan en kalın duvardır. Bu duvarın içinde, zamanın sonuna ve sonun ardına kadar sadece ve sadece huzur ile yaşayacağım. Eğer ki burada da ölüm varsa, huzur benim mezarım olacak.
Lakin talihsizliğin gölgeleri üzerime düştü tekrar. Ne zamandır sarılı olduğum ve beni ısıtan huzurum soğudu, yumuşacık bedeni katılaştı ve hissettiğim merhamet yok oldu. Neler oluyor diye başımı kaldırıp baktım anneciğime. Yıkılıyordu. Tıpkı bir bina gibi çöküyor ve paramparça oluyordu. Hemen ardından gelen o gürültüler ise kaba şekilde sesleniyordu bana.
"Bay Ozario, beni duyuyor musunuz? Lütfen cevap verin artık!"
-44-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...