29

31 16 5
                                    

Bu göz rengi değişiminin radyoaktiviteden kaynaklı olmadığından kesinlikle eminiz, Bay Nash. Burada, bu dağlarda böyle bir deney veya atık olması söz konusu değil ve merkezin de nükleer araştırmalar yapmadığını biliyorum. Buna rağmen burada da renkli gözlü hayvanlar olması, daha berbatı, renkli gözlü bir insan olmasının açıklanamaması çıldırtıcı derecede korkutucudur. Belli ki Cheney ve teker teker öteki tarafa postaladığı sırdaşları, bu gizemi çözmenin peşindelerdi ama iç kavgalardan dolayı her şey yarıda kaldı. Elbette bu, her şeyin bittiği anlamına gelmiyordu. Cheney'in o şey hakkında aldığı notların arasında uyduruk bir harita bulduk. Haritadan ziyade bir yol tarifi gibiydi ama henüz tamamlanmışa benzemiyordu. Bu yolun nereye gittiğini sadece düşünerek bulamazdık. Dağın tepesinde belli olan tek şey doğru düzgün yol gidilemediğiydi. Bu haritanın yanında birkaç fotoğraf daha bulunuyordu. İlk bakıldığında manzara fotoğraflarına benziyorlardı ama haritanın yanında durunca amaçları belli oldu. Yol tarifinde geçen bazı ögelerdi ve yolu kaybetmemek için çekilmişlerdi.


Bu yolun nereye gittiğini anlatmadan önce Cheney'in bıraktığı yazının son satırlarını aktarayım. Cheney, ilk başlarda hayvanlarda görülen göz rengi değişimini dahili bir durum zannetmiş ama kesin bir şey söylemekte çekinmiş. Daha sonraları, kendi gözlerinde de aynı durumun geliştiğini görünce bunun aslında harici bir etken olduğunu anlamış. Yani göz rengi değişimine bulaşıcı bir mikrobun sebep olduğunu ve bu mikrobu da muhtemelen incelemeye aldığı o tavşan kellesinden kaptığını düşünmüş. Bahsettiğim makaleden ve kendi gözleriyle gördüğü bazı ölü baykuşlardan dolayı kendine ne olacağını öngörebilmiş. Onlar gibi bir köşede düşüp öleceğine, aydınlatmaya çalıştığı sır tarafından yutulacağına, kendi kendine bir nokta koymayı tercih etmiş. Yazıda, yaptığı araştırmanın devam ettirilmesi konusunda bir cümle bulunmuyordu ve o şeyin betimlemesini karaladığına göre gizli kalmasını istiyordu. Fakat artık biz de bu işe bulaşmıştık ve o şey her ne ise gözümüzle görmeden durmayacaktık.


Doğal olarak bu gizem, merkez sınırlarını aştı ve biz, öğrendiklerimizi sindirmeye çalışırken bir anda istihbarat tarafından gönderilen yetkilileri karşımızda bulduk. Cheney'in cesedi de dahil ona ait olan her şeye el konuldu ve inceleme için götürüldü. Kısa bir süre sonra, Carabinieri kapımızı çaldı ve yapılacak bir araştırma için destek talep etti. Merkezdeki pek çok kişi, çoktan pılını pırtını toplamış vaziyetteydi ama bilmeden bir parçası olduğum bu oyunun sonunu görmeyi çok istiyordum. Gönüllü olarak Carabinieri'ye katılan iki kişiden biri ben oldum ve hemen yola koyulduk.


Carabinieri, Bay Nash, İtalya'nın jandarma kuvvetidir. Hem polis olarak hem de asker olarak görev yapar ama Fransız meslektaşlarının aksine kamuflaj kullanmazlar. Her Carabinieri mensubu, standart renk olan siyah-kırmızı renginde üniforma giyer. Kullanılan araçlar da bu renktedir ve benim de bindiğim jandarma jipi de aynen öyleydi. Ön kaputundan arka bagajına kadar yan taraflarından ince, uzun bir kırmızı çizgi ile süslenmiş kapkara bir araçtı. Bana ve adını anmak istemediğim diğer cesur profesöre pek gerek duyulmadan yolda ilerledik. Yön bulmaları için kendilerine tahsis edilen haritayı kullandılar. Merak edip baktığımda, bulunduğum araca verilmiş haritada özel notlar olduğunu görebiliyordum.


-57-


Bana tanıdık gelen ilk ve tek şey, zamanında Doriano ile birlikte araziye çıktığımızda karşılaştığımız o devasa ağaç oldu. Uzaktan görmüştüm ve önünden geçeceğimiz belliydi. Tamamiyle o ağacın aynısına benzemiyordu. O gördüğüm ağaç olduğuna emindim ama gövdesindeki yapraklar tertemiz iken en tepe noktasında büyük bir kar kütlesi duruyordu. Bu kütleyi fazla umursamadım ve muhtemelen biz, dört araç olarak ağacın önünden geçerken titreşimlerden etkilenip düşmüş olması lazım.


Haritaya ve notlara bakarak yirmi dakika kadar yol aldık. Bütün bu yolculuk sırasında, yanımdaki silahlı jandarmalar hiç konuşmadılar ve doğal olarak sıkıldım. Gözlerimi dışarıya çevirdiğimde de pek heyecanlı bir şeyler göremedim. Eğimli bir arazideydik. Yukarıya doğru tırmanıyorduk ve tepelerine yağmış kar yüzünden beyaz şapka takıyor gibi gözüken irili ufaklı kayalar, biz ilerledikçe aşağıya iniyorlar gibiydi. Daha uzaklarda, devasa büyüklükte olduğu belli olan dik dağların orasına burasına konmuş kar yığınları, tam tepemizde olan güneşin de etkisiyle parlıyorlardı. Etrafta, aracın motorundan gelen boğuk gürültü ve sağa sola döndükçe karları ezen tekerleklerden gelen gacırtı dışında bir ses yoktu.


Belirli bir noktaya geldiğimizde durduk. Şoför ve onun yanında oturan jandarma, notlarda bahsedilen en son yere geldiğimizi ve bundan sonra nereye döneceğimizi bilmediklerini konuştular. Bir karar alındıktan sonra telsiz aracılığıyla diğer araçlara talimat verildi ve arkada, benim yanımda oturan jandarma, aracın bagajından bir kutu çıkarıp dışarıya koydu ve üzerine çıkıp etrafa bakmaya başladı. Her araç belirli bir yöne gidecekti ve eğer biri bir şey bulursa telsiz ile haber verecekti. Dışarıda oturan o jandarma ise ayrım noktasını belirten bir işaret görevi üstlenmişti. Çaresizdik. Neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz gibi nasıl karşılaşacağımızı da bilmiyorduk.


İçinde bulunduğum araç, direksiyonunu kırmadan dümdüz ilerledi. Az öncekine göre daha yavaş gidiyorduk ve üzerinde bulunduğumuz kar yavaş yavaş aşağıya doğru eğilmeye başlamıştı. Şoför de dahil herkes camlardan dışarı bakıyor ve neye benzediğini bilmedikleri bir şey arıyorlardı. Bu arayışımız ne yazık ki sonuçsuz kaldı. Görebildiğimiz tek şey karlar ve tepelerdi. Bir an ürperdim ve titredim. Biz, bir şey arıyorduk ama ne olduğunu bilmiyorduk. Peki ya o şey, tepenin gözleri, bizi izliyorsa? Bunu yanımdakilere söylemek istedim ama yapmadım. Zaten canımız sıkkındı ve moral bozmaya gerek yoktu. Yine de ben, bu düşünceyi aklımdan atamadım. Onun habitatındaydık. Buraları bizden daha iyi biliyordu ve istese ani bir saldırı ile hepimizi yeryüzünden silebilirdi. Yeniden bir paranoya çukuruna doğru yuvarlanmak üzereyken telsizin cızırtısı duyuldu. Ne dediği net anlaşılmıyordu ama araçlardan biri, bir şey bulmuştu. Geri döndük. Dalmaya başladığımız eğim, bir süre sonra çapraz hale gelmiş olduğu için tam bir u-dönüşü yapmak zor oldu ve acaba doğru yolda mıyız diye şüpheye düştük. Eğer yanımızdaki pusula da yanılmış ise karların arasında kaybolup gitmiş olurduk.


Çok şükür ki pusula yanılmadı ve ayrıldığımız noktaya geri dönüp işaret direği olarak diktiğimiz jandarmanın dibine kadar yanaşabildik. Burada, telsiz bağlantısı ile az önce konuşanın hangi araç olduğunu öğrendik ve söylenen yönden emin olduktan sonra tekrar yola koyulduk. Arazinin bozulup inişli çıkışlı hale gelmesi yüzünden kendi rotamıza göre daha uzun bir yolculukta bulunduk. Hatta şoförün jipe fazla güvenmesi yüzünden az kalsın devriliyorduk ama sağ salim şekilde haber veren araca ulaşabildik.


-58-

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin