FİNAL

46 15 17
                                    


Nihayet gözlerimi açabildiğimde, halen içerisinde bulunduğum bu hastanedeydim. Tam olarak nerede olduğumu bilmiyordum ama etrafta konuşan insanların, Sondrio'dan sanki uzakta bir yerde gibi bahsetmesinden dolayı artık orada olmadığımı anladım. Carabinieri tarafından getirildiğim söylendi. Gerekli detayları onlardan öğrenmişlerdi ve hiçbir şekilde bu odadan çıkmamam konusunda tekrar tekrar uyarıldım. Bir aralar, kolumdan dört tüp kan aldılar ve sonrasında bir gün kadar rahatsız edilmedim. Sadece "birileri" olarak bahsetmemin uygun olacağı kişiler, bu sıkıcı yalnızlığımı bozarak yanıma geldiler. Neler olduğunu bilmek istiyorlardı. Sadece o gün ne olduğunu değil Sondrio'ya gittiğimden beri neler oldu, hepsini söylettiler. Anlatımım bitince, buraya tekrar geleceklerini söylediler ve başka tek bir kelime etmeden odamdan çıktılar.


Kapımda asılı duran "Biyolojik Tehlike" yazısı, kan testinin sonuçlanmasının ardından oraya geldi. Tanımadığım bir doktor, yanında ufak bir meslektaş grubu ile yanıma geldi ve bir çeşit enfeksiyon hastalığım olduğunu söyledi. Pithovirus albonicum isimli bir mikrop, vücudumda bir koloni oluşturmuştu ve şimdi neler olacağını doktorlar biliyorlardı. Söylediklerine göre bu virüs, öncelikle Rusya'da bir veteriner hekim tarafından keşfedilmiş, yıllar sonra da aynı bölgedeki üç kişide görülmüştü. Dördüncü insan vakası ise benmişim. Önceki üç vakanın durumu belirli şekilde ilerlemiş ve bende de aynı şeylerin olmasını bekliyorlarmış. En iyimser senaryoda, görme ve koku alma duyularımı tamamiyle kaybedebilirmişim. En kötü senaryo ise, diğer hastalarda olduğu gibi, ölümmüş.


En kötü senaryoyu oynadığımın farkındayım, Bay Nash ve bu yüzden size söylemek istediklerim var. Birileri, adını vermek istemediğim şu kişiler, muhtemelen şimdi yazacaklarımı sansürleyecekler veya komple silecekler. Ne yapacakları umurumda değil. Eğer gördüğüm o şeyi birisine anlatamadan ölüp gidersem sonsuza kadar acı çekerim. Fark ettiyseniz, olay sırasında gördüğüm o şeyin neye benzediğini açıklamadım. Az önce söylediğim sebepten dolayı yazımın o kısmının parçalanmasını istemedim ve o şey dediğimiz varlığın detaylarını en sona bıraktım.Ateş edildikten sonra, belirsiz bir uzvun kapak gibi açılarak ardındaki suratı açığa çıkardığını söylemiştim. O surat, Bay Nash, geriye kalan kısacık ömrümde bir saniye bile unutamayacağım bir surattır. Yaratığın geri kalanı gibi suratı da tamamiyle beyaz tüylerle kaplıydı. Sadece ve sadece lacivert mi siyah mı emin olamadığım iki tane kocaman göz görebildim. Ağız, kulak, burun gibi bir suratta bulunması gereken diğer detaylardan hiçbiri yoktu. Bembeyaz bir suratın üzerinde sadece iki göz vardı.


Buz zemine düştüğümde üzerimden geçip giderken aslında emeklediğini fakat devasa boyutu yüzünden bize hızlı hareket ediyormuş gibi geldiğini fark ettim. Bir insan gibi dizlerini kırmış, ellerini (ya da ön ayaklarını?) kullanarak ileri atılıyordu. Ayaklarını net olarak göremedim. Fakat mağaranın ağızında bıraktığı ize bakarak söyleyebilirim ki elips şeklinde, parmaksız, ön kısmında dört veya beş tane kısa tırnak bulunan ayaklara sahipti. Mağaranın içinde kaldığım sürece sadece bu kadarını görebildim fakat en son çabamda, dışarıya doğru sıçrayışlarımda kısa süreliğine de olsa başka detaylara şahit oldum.


Dışarıya çıkmıştı ve orada bulunan herkes, silahlarının şarjörünü o yaratığın üzerine boşaltıyordu. Yaratığın kendisi de saldırgandan ziyade savunmacı bir tavırdaydı sanki. Bedeni zaten yeterince büyüktü ama beni şaşırtmış şey, sırtının ortasından çıkarak her iki yana doğru uzanan, bedeninin neredeyse tamamını kaplayabilen o kanatımsı uzuvlardı. Gerçek bir kanattan ziyade ilkel bir yapıya benziyordu. Çırpma hareketinde bulunmuyordu. Sadece o uzuv ile bedenini örtüyor ve kendisine açılan ateşe karşı kalkan olarak kullanıyordu.

Tepenin GözleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin