Eğer ki benim gibi uzun süredir hayal gücünü beslemeyi es geçmiş, onu aç ve zayıf bırakmış biri iseniz bir kaşığı bile hayal etmede zorlanırsınız, Bay Nash. İlk deneyimimdeki bu çabam başarısızlıkla sonuçlandı. Her ne kadar kahraman hayal gücüm, zihin şehrimi korumaya çalışsa da o barbar düşünceler içeri girmeyi başardılar. Ama itiraf etmeliyim ki her ne kadar başarısız olsa da ilginç ve hoş bir deneyimdi bu. Beni, Alplerdeki bu kahrolası yerden bir süreliğine soyutlayarak bilinç üstü bir evrene taşıdı. Sizi bilemem, Bay Nash fakat ben bu hayal terapisini ömrümün sonuna kadar kullanmak istiyorum.
Doriano ile olan o olay sonrası yaşadıklarım hiç de iç açıcı şeyler değildi. Evvela oturduğum yerden kalkmakta zorlanacak kadar enerji kaybı yaşadım. Tam olarak olaydan yirmi dört saat sonra ortaya çıkan bu durum, ilk başta beni pek rahatsız etmese de bir türlü geçmiyor oluşu beni gerçekten korkutmaya başladı. İnsan, hareket etmezse enerjisi azalan, hareket ederse enerjisi artan bir organizmadır, Bay Nash, bunu bilecek kadar biyoloji bilgisine sahibim. Bu gerçeğe dayanarak biraz hareket etmemin en azından çökmüş halimi biraz olsun düzeltebileceğini umup egzersize başladım. Odamın içerisinde, ayakta durup çeşitli hareketler yaparak tembelliğime karşı koymaya çalıştım. Ama kolum ile yaptığım yanlış ve acı bir hareket sonucu bu uğraşı tembelliğim kazandı ve ben de teselliyi yatağıma gidip yatmak ile buldum.
Uyandığım zamanki durumu fark edince şaşkınlık içinde kaldım. Bedensel olarak bitmiş durumdayken zihnim adeta koşturuyordu. Aklımdan o anlarda pek çok şey geçti. Ancona'da ders verdiğim günlerin hatıraları, coğrafi olaylar, terimler, kendi oluşturduğum teoriler ve neler neler. Ayrıca daha önceki korkum da gitmişti. Daha doğru konuşmak gerekirse genel olarak bir şey hissetmiyordum. Uyuduğum sırada bedenime her ne oldu ise bir şekilde duygularımı boğup etkisiz haline getirmişti. Bu duygusuzluk durumu, aklımdaki curcunanın sona ermesinden sonra da devam etti, Bay Nash. Kendimi asla duygusal biri olarak kabul etmem fakat çizginin en uçlarında bulunmak, yemin ederim kimsenin istemeyeceği bir şey.
İşte bu nokta, gerçekten bir sağlık sorunumun olduğunu düşünmeye başladığım kırılma noktasıydı. İtiraf edeyim ki başıma gelen bunca şeyi de sorunlarım arkasına eklediğimde aklımı kaçırmış gibi bağıra çağıra nereye gittiğimi bilmeden koşup kaçmak geçti içimden. Tabi bunun ne işe yarayacağı ise meçhul. Hem akıl sağlığımı hem de imajımı korumak adına merkezin doktoruna giderek bu işi daha sakin bir yolla çözülmesi gerektiğini düşündüm. Hava durumunun da benim gibi delirdiği bir günde doktorun katına indim ve kendisiyle görüştüm. Olabildiğince açık sözlü olmaya çalıştım ama Merisi'nin terapilerinden bahsetmedim. Şöyle bir bakınca bu uygulamalarımın zararsız olduğuna inanıyordum.
Doktor, durumumun onu aştığını söyledi ve en yakın zamanda bir hastaneye gitmemin zorunlu olduğunu ekledi. Kendisi, gerek branşı olsun gerekse de merkezin tıbbi açıdan yetersiz oluşu olsun, yardım edemiyordu. Boynumu önüme eğmiş, kara kara düşünerek koridorda yürürken ümitsizliğe kapıldım. Bir hastaneye gitmem gerektiği apaçık ortadaydı fakat buraya getirilmiştim. Şu ana kadar araç kullanmayı bir lüzum olarak görmediğim için çok fazla deneyimim olmamıştı. Zaten olsa bile bir jip kullanarak bu kaygan yollarda ilerlemeye çalışırsam muhtemelen bir yerlerde devrilir kalırdım.
Beni buraya getiren Cheney'in odasına gidip kapısını tıklattım fakat ne kapıyı açan oldu ne de içeriden bir ses geliyordu. Diğer kapıların üzerindeki isimleri taradım. Birkaç tanesi hariç hepsi yabancıydı. Bu isimlerden birisi baş şüphelim, birisi rahmetli ve birisinin de sahibinin yerinde yeller esiyordu. Ama bu kapı izleyişim kısa sürdü. Az önce çaldığım kapı birazcık açıldı ve bir baş dışarı çıkıp bana baktı.
"Bay Ozario? Kapıya siz mi vurdunuz?"
-33-
Meraklı şekilde etrafı taradıktan sonra yöneltilen bu soru, elbette Cheney tarafından sorulmuştu. Kısa kestim. Sadece, doktorun önerisi üzerine hastaneye gitmem gerektiğini ve jip sürmekten çekindiğim için bir şoföre ihtiyaç duyduğumu söyledim. Cheney ise her zamanki gülümsemesini takındı ve birkaç dakika içinde geleceğini söyleyip kapıyı kapattı. Kapı yeniden açıldığında bu sefer orada beliren kişi Merisi oldu. Başıyla selam verdikten sonra sakince yürüdü gitti. Onun ardından ise elinde siyah paltosu ile Cheney çıktı. Güvenlikten anahtar aldıktan sonra paltosunu giydi ve ufak tefek kırıklar haricinde hepsi aynı olan jiplerden birine bindik.
Bize Langre köyünün yakınlarına kadar eşlik eden çitleri geride bıraktık ve köyün içerisinden geçerek Sondrio'ya doğru yavaş ve temkinli şekilde inmeye başladık. Yol boyunca aramızda pek bir muhabbet olmadı. Hafif kar yağışı, karla kaplı yerler ve her yerde kar görmekten bıkan ben, birkaç kelam etmiş olsam da Cheney yüz vermedi. Sadece, yamacı arkamızda bırakıp sislerin arasına gömüldüğümüzde -Sondrio şehrine girdiğimizin en büyük işaretidir bu- neden hastaneye gitmem gerektiğini sordu. Ben de, önceki tenezzülümün karşılıksız kalmasından dolayı küsmüş olduğumdan olsa gerek, doktor tavsiyesi olduğunu yineledim ve başka bir şey demedim. Sondrio'nun doğusunda yer alan ve çok şükür ki daha az sisli olan bir bölgesindeki hastaneye vardığımızda az kalsın yerlere kapanıp dua edecektik. Bilinmeyeni görmeye alışkın olmayan gözlerle sürülen aracımız birkaç kez kazadan kurtuldu. Ne tuhaftır ki trafikteki diğer araçların büyük bir kısmı taksiydi. En başta beni Langre'ye götüren taksicinin esprisi doğruydu demek.
Kimliğimi (ve ünvanımı) gösterdikten sonra bana önerilen nöroloğa uğradım. Buradaki doktora ne var ne yok anlattım. Şüphecilik ile başlayan sıkıntılarımın zamanla agresifliğe, düşünce akışımda kesintiye ve hemen ardından durdurulamaz akışa dönüşmesini, duygularımdaki küntlüğü, Merisi'nin uygulamalarını ve geriye ne kaldıysa hepsini teker teker ortaya döktüm. Doktor, döküntülerimi bir araya getirip bir şekle dönüştürememiş olacak ki kan testi ve beyin MRı başta olmak üzere birçok test istedi. Bir oraya bir buraya koşturup hepsini tamamladıktan sonra sonuçları beklemek üzere bahçe kısmında bir banka oturduk. Burada Cheney, birkaç saattir süren sessizliği bozup sonunda konuştu ama devamındaki şeyler daha çok canımı sıktı.Cheney'e göre, ufak başlayıp gittikçe şişen bu problemlerim için ortada bir sebep yoktu. Gayet sağlıklıydım ve sağlığıma kötü gelecek bir alışkanlık edinmemiştim. Evet, özellikle Rio'nun ölümü beni hayli altüst etmişti ama bu durumun kısmen faili olarak o, benden daha çok etkilendiğini itiraf ediyordu.
"O halde, Bay Ozario, hafızanızı yoklayıp düşmanlarınızı hatırlayın. Zira böyle sağlıklı bir insanın, başka bir insanın ölümüne şahit oldu diye hayatı bu kadar değişmez."
Söylediklerinde elbette haklılık payı vardı lakin merkez içerisinde bana kastedebilecek birileri bence yoktu. Oradaki tek düşmanım zaten belliydi ve o da feci bir ölüm ile hiç de kabarık olmayan listemden silindi gitti.
"Anladığım kadarıyla sinirleriniz bozuk olduğu için Müdür Bey, arkadaşı Merisi'yi size göndermiş, doğru mu? Güzel. Müdür Bey'in ne kadar açgözlü olduğunu da biliyoruz. Yaşadıklarınızın ardından sizi göndermemek istemediğini de biliyoruz. Merisi'nin onun arkadaşı olduğunu da siz söylediniz..." Oturduğu yerden bana döndü ve devam etti.
"Belli ki Müdür Bey ile aranız açık ve kafamın basmadığı idari işlerden dolayı onun sizi çıkarması ya da sizin istifa etmeniz onun zararına. Şimdi, bir düşünün Bay Ozario. Merisi, aklınıza sızıp kurcalayarak sizi bu duruma düşürmüş olamaz- bu mümkün değil. O halde size sunulan bir şeylerden şüphelenmemiz gerek. Müdür Bey'in, doğal olarak, merkezdeki her şeye erişimi olduğunu biliyoruz. Yemeklere bile erişebilir, Bay Ozario, yemeklere bile. Birkaç dakikanızı ayırın ve düşünün. Eminim ki gerisini siz getirebileceksiniz."
-34-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...