Hızla odama dönüp kapıyı sıkıca kapattığımda, az önceki ahşap askının artık elimde olmadığını fark ettim. Ne yaptığımı bilmiyordum. O an her şey olmuş olabilirdi. En son gördüğüm şey, kanatlarını sonuna kadar açıp bana tıslayan o kar baykuşunun inatla bana baktığıydı.
Çıldırmak üzereydim. Nasıl olurdu da o katil baykuşlardan biri odama kadar girebilirdi? Koskoca merkezde can güvenliğim hiç mi yoktu? Sözde var olan güvenliğin ne yaptığı ise belli değildi. Gerçi bu durumda bir şey yapabilir değillerdi. Beni tehdit eden o yaratık, balkonumdan içeriye girmişti ve şu an ölüp gitsem kimse fark etmezdi. Yine de korkumu ve öfkemi dışarı salmak istiyordum. Beni bu duruma soktuğu için birilerini suçlamak, baykuşun birdenbire ortaya çıkmasını kabul etmekten daha iyiydi.
Korkumdan dolayı hızlanmış ve derin bir hal almış nefes alışverişimi saymazsak, kısa bir süre sessizlik yaşandı. Sonrasında zeminde gacırdamaya benzer bir ses duydum. Belli ki o beyaz yaratık, odamın kapısına kadar gelmişti ve şimdi tırnaklarını yere çarparak geri dönüyordu. Tırnak sesleri kesildikten sonra az önceki takırtılar devam etti. Yemeğini yiyordu. Ben kaçıp saklanınca bozduğum yemek keyfine geri dönmüştü. İyi de o et parçası nereden gelmişti?
Sağ salim odamdan çıktıktan ve bana ait bölgeye tekrar el koyduktan sonra dört gözle etrafı inceledim. Gördüğüm şey yanlış değildi. Yerde belli belirsiz kan izleri vardı ve bu kanıt, baykuşun yediği şeyin et olduğunu onaylıyordu. Şimdi, Bay Nash, beni tanırsınız. Çok titiz birisi olduğumu söyleyemesem de etrafta et parçaları saçacak kadar gamsız biri değilim. Şu kesindi ki o et parçası, buraya birisi tarafından konulmuştu. Ben ifade verirken birisi odama girmişti.
Dediğim gibi, odama ilk girdiğim anda yapayalnızdım ve odada benden başka hiçbir canlı yoktu. O şey, nasıl becerdiyse sonradan içeriye girmişti ve muhtemelen orada duran ete dadanmıştı. Kapıdan girdiğim anda orada et olduğunu görmemin imkanı yoktu. O parça, tekli koltuğun arkasında duruyordu ve koltuk tarafından gizlenmişti. Asıl emin olamadığım şey, balkon kapımın durumuydu. Tahmin edebileceğiniz gibi burası soğuk bir yer ve soğuktan ölüp gitmemek için odaya ait ısıtıcı cihazı açık tutmak zorunda kalıyoruz. Ben, bir kazaya sebep olup tepemde dolaşan akbabaların ekmeğine yağ sürmemek için odadan çıkacağım zaman ısıtıcıyı kapatıyordum. O zaman içeriye girdiğimde odam doğal olarak soğuktu ve balkon kapısının aralık olması pek bir şey değiştirmiyordu.
İncelememi balkona yönelttiğimde ilginç bir şeyle karşılaştım. Burada da et kıymıkları vardı. Geriye kalanların pek çoğu ufak tefek kemik parçaları içerdiğinden dolayı belli ki o baykuş yiyememişti ve dikkatini içerideki ete yöneltmişti. Cheney ile birlikte Bubo scandiacus hakkındaki o satırları okurken, soğuk havanın koku moleküllerini zayıflatmasına rağmen keskin bir koku alma duyularının olduğu öğrenmiştim. Şahsen ben, odama girdiğim an ve sonrasında et parçalarıyla karşılaştığım zaman koku alamadım ama o şey, sıradakinin nerede olduğunu anlayabilecek kadar koklayabilmişti.
Peki, kimdi bunu yapan? Kim odama girmişti de baykuşları çekmek için böyle hain bir tuzak hazırlamıştı? Yedek anahtarların sadece güvenliklerde bulunduğunu biliyordum ve birdenbire şüpheliler listem kabarıverdi. Etrafta polislerin gezindiği bir anda, hiç kimse gidip başkasının odasına zorla girecek kadar cesaretli ya da aptal olamazdı. Ancak, bu kişinin anahtarı var ise o zaman dikkat çekmezdi. Bu olaydan önce, sadece iki kişiye karşı savaştığımı düşünüyordum. Şimdi ise karşımda bir ordu duruyordu sanki.
-51-
En son yaşadığım olay hakkında derin düşüncelere dalmış, sıkışıp kalmış ve orada boğulup gitmiş iken ilahi bir işaret gibi birisi kapıma geldi. Kendimi, yığınla soru işareti ve çeşit çeşit felaket senaryoları arasından kaldırıp kapıya götürdüğümde, dün salondaki koltuklardan birinin altından çıkardığım ahşap askım da elimdeydi. İşe yarayacağından emin değildim. Kapıyı açtığım zaman üzerime püskürecek ölüme karşı elimde bir silah olsun istedim.
Kapımdaki kişi Müdür Basilio idi. Kendisini görmek beni pek şaşırtmadı. Zira az önce içinde defalarca katledildiğim senaryolarda bulunuyordu. İzin vermemi beklemeden odama girdi ve konuşmak istediği bir şeyler olduğunu söyledi. Askı halen elimde, onunla birlikte koltuklardan birine oturdum ve her an yapabileceği bir harekete karşı tetikte bekledim.
Geniş bedenini koltuğuma iyice yaydıktan sonra elini cebine attı ve o an istemsizce elimdeki askıyı kafasına indirecekmiş gibi havaya kaldırdım. Neyse ki o an gözleri cebindeydi ve bu hareketimi görmedi. Zaten korkulacak bir durum da yoktu. Cebinden çıkardığı şey, Azrailim değil polisin benden aldığı banka kartımdı.
"Görünüşe göre artık size şüpheli gözle bakmıyorlar." dedi koyu lacivert kartımı bana uzatırken.
Düşmancıl bir hızla elinden kapıp boşta duran diğer elime aldım.
Yeni fark ettiği askıya şaşkınlıkla baktıktan sonra devam etti.
"Şu an içinde bulunduğunuz ruh halini az çok tahmin edebiliyorum. Cinayetle suçlanmak kolay bir şey değil. Şimdi temize çıktığınıza göre rahatlayabilirsiniz.
Buraya gelmemin asıl sebebi, sizinle bu konu hakkında konuşmak istemem. Ne oldu, Bay Ozario? O gün neler yaşandığını bana da anlatın."
Ne demek istediğini gayet iyi anlamıştım, Bay Nash. Nasıl olup da polisin gözünden düşmeyi becerdiğimi soruyor ve gelecekteki planları için malzeme topluyordu. Her ne kadar aklım doğru düzgün çalışmıyor olsa da bunu anlamayacak kadar salak değildim. Polise verdiğim ifadenin bir sır olduğunu sert bir şekilde söyleyerek onu tersledim.
O ise kısa bir gülmeden sonra "Hayır," dedi. "Polise verdiğiniz ifadeyi değil Merisi'nin bulunduğu gün neler olduğunu soruyorum." dedi kalın boğazından çıkan boğuk sesi ile.
Bu soruyu duyduğum zaman biraz rahatlamam gerekirdi. İlk başta öyle oldu ve saf bir hamle yaparak gerçeği söylemeye yeltendim. Tam son anda aklıma gelen o fikir ile vazgeçtim. Merak ettiği şey, benim açımdan neler olduğu değildi. Asıl merak ettiği şey, bu hikayenin detaylarıydı. Hukuki olarak olmasa da ahlaki olarak beni yeniden suçlu duruma düşürecek detaylar arıyordu ve istediğini vermek gibi bir niyetim yoktu. Yine gizliliğe sığınarak bunların nahoş anılar olduklarını ve hatırlamak istemediğimi belirterek sonuçsuz bıraktım.
Canı sıkılmış bir şekilde etrafa bakındıktan sonra "Tamam," dedi. O kendiliğinden kalkıp giderken, buradan bir an önce gitme arzumu tekrarladım. Eskisi gibi hemen reddetmedi. Biraz bekledikten sonra gerçekten de artık bunu düşünmenin zamanı geldiğini söyledi ve def olup gitti. Yüzeyde gayet sevindirici olan bu yanıt, derinde hiç de öyle değildi, sevgili arkadaşım. Düşüneceği şey, beni buradan canlı şekilde göndermemek olabilirdi.
-52-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...