Eğer ki kütüphanedeki zihinsel yorgunluğum olmasaydı, odama dönüp Mushen'in hayaletiyle karşılaşmak zorunda kalmayacaktım. Durun, hemen heyecan yapmayın, Bay Nash. Elbette dostum Mushen arkası gözükür şeffaf bir bedenle odama gelmedi. Hayaletten kastım, odama çekilip yatağıma uzandığım zaman onun hakkındaki düşüncelerin aklıma hücum etmesidir. Ama bu sefer Merisi'nin dediği gibi unutmaktan ziyade sonuna kadar gittim. Aklıma gelen her düşünceyi ziyan etmeden bir köşede yer edinmesine izin verdim. Bu anı ve düşünceler yığınının arasında tıpkı bir mağaranın dibine gider gibi ilerledim. Ama olmadı ve sonunda o yığın arasında kendimi kaybettim. Yüzeye geri dönüşüm ise çalar saatimin zangırtısı ile oldu. Bir süre önce fırlatıp atmayı düşündüğüm o saate şimdi ne kadar minnettarım bilemezsiniz.
Öte yandan, bu rüya-maceramda o kadar yorulmuş olmalıyım ki parmağımı bile oynatacak halim yoktu. Bu yorgunluk yetmezmiş gibi bir de baş ağrıları çekmeye başladım. Çok şükür ki çektiğim ağrı o kadar da şiddetli değildi fakat yine de kendini belli ediyordu. Ona konsantre olmamaya çalışarak günümü geçirdim fakat yorgunluğum daha da arttı. Yeniden yatağıma döndüğüm zaman ağrım daha da şiddetlendi ve uyuyamadım. Yatağımın içerisinde dönüp durmaktan dolayı artık bedenim yeter dercesine bitkin düştü ama aynı şeyi baş ağrım için söyleyemeyeceğim. Bir ara kafamı bir yerlere vura vura bayılıp gidersem uyuyabilir miyim diye düşündüm ama nafile. Bunlar yetmezmiş gibi düşünmek baş ağrımı daha çok azdırıyordu. Hiç böyle bir şey mümkün olabilir mi, Bay Nash? Ama ben bunu yaşadım. Aklımı kullanmanın bana ağrı olarak geri döndüğünü bizzat deneyimledim.
Nasıl uykuya dalmış olduğumu bilmiyorum ama ertesi gün bir şey dışında daha iyiydim- gözlerimde bir sorun vardı. Uyandığım zaman odamın tamamını algılayabilmem birkaç saniye sürdü. Sanki çok derin ve uzun bir uykuya dalmışım da gözlerim bu esnada nasıl çalışmasını unutmuş gibi acayip bir durumdu. Neyse ki bu durum fazla uzun sürmedi ve bana verdiği bu yoğunlaşma terapisini kafasına kakmak için Merisi'nin yanına uğradım. Alt kattaki küçük klinikte buldum kendisini. Doktor ile bir şeyler konuşuyordu. Beni görünce eliyle yan odayı işaret etti ve konuşmasına devam etti.
Yan oda, basit bir ofis gibiydi. Kliniğin beyaz ve temiz havasının yanı sıra ortanca bir masa, birkaç tane sandalye ve bir sürü ıvır zıvır dolu bir dolap bulunuyordu. Ben sandalyelerden birine henüz yerleşmiştim ki Merisi çıkageldi. Tokalaştıktan sonra masanın ardındaki sandalyeye bir patron edâsıyla oturdu. Hayır, onun ofisi değildi. Masanın üzerinde bulunan plakada onun değil doktorun ismi bulunuyordu. Bu kadar rahat davrandığına göre samimiydiler. O an, acaba bir işler mi çeviriyorlar diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi.
Merisi'ye son günlerde yaşadıklarımı anlattım. Söylediği şeyin iyi gelmediğini, beni daha çok üzdüğünü ve yarardan çok zararı dokunduğunu belirttim. Ek olarak da yaşadığım baş ağrısı, yorgunluk ve görme problemimden bahsettim. Merisi ise pek şaşırmadı. Stresin her türlü probleme yol açabileceğini söyledi ve yeni bir terapi şekli öne sürdü.
"Keyfimin kaçtığı zamanlarda benim de uyguladığım bir taktiktir." dedi ve anlatmaya geçti.
"İnsan, dış uyaranlara maruz kaldığı sürece derin düşüncelere dalamaz, Bay Ozario. Bu yüzden depresyon geçiren insanlara uğraşacak bir şeyler bulmaları önerilir. Dış uyaranların olmadığı zamanlar, düşüncelerin zihnimizi ele geçirdiği zamanlardır. Bir insanın konuşması, bir televizyon programındaki insanların hareketleri, tattığınız yemek ve hatta dışarıda yağan kar bile bu düşüncelere kapıyı kilitler.İnsanlar, doğası gereği, sürekli bir şeylerle meşgul olur. Hiç kimse hiçbir hareket etmeden ve aklından hiçbir düşünce geçirmeden duramaz. İşte, dış uyaranların olmadığı zamanlarda bu kapı açılır ve düşünceler zihninize akar. Eğer bu akıntı, durduramadığınız kadar yoğun ise o zaman zihninizi sel bastı diyebiliriz. İşte bu baskından önce zihninizi doldurabilirseniz o zaman akıntı olacak bir yer kalmaz ve hoşnut olmadığımız düşüncelerimiz zamanla olduğu yerde eriyip gider. Bahsedeceğim bu doldurma taktiğini her an her yerde uygulayabilirsiniz." dedikten sonra bana doğru eğildi ve ellerini masada birleştirdi.
"Siz bir jeologsunuz, Bay Ozario. Bilmeyenlere coğrafya dersi verebilecek kadar bilgiyle donanmış birisiniz. Ancona Üniversitesi'nde öğretmenlik yaptığınızı kendiniz söylediniz. Madem öyle, kendinizi sınıfta hayal edin. Önünüzde kaç tane isterseniz o kadar öğrenci olsun. Bu öğrencilerin kim olduğunun hiç önemi yok. Gerçek öğrencileriniz, hayalinizde yarattığınız biri, hatta ben bile olabilirim. Evet, ben. Sınıfınızı dizayn ettikten sonra ders anlatımına geçin. Yani ne biliyorsanız hayali öğrencilerinize anlatın. İlk başta bu çok saçma gelebilir size. Ama inanın ki zihninizi ele geçiren düşüncelerin yok olmaya başladığını görünce hiç de saçma olmadığını anlayacaksınız. Hem bu sadece zihninizi meşgul etmek için değil ayrıca hafızanızı yoklayıp bilgileri tazelemek için de kullanılabilir. Yani tabiri caizse bir taşla iki kuş!"
-29-
Merisi'nin bu tuhaf tekniğine başlamam biraz uzun sürdü, Bay Nash. Kendimi, hayali insanlarla konuşup onlara ders anlatacak kadar düşmüş hissetmiyordum. Merisi bana bunu söylediği zaman kırılmıştım. Hakikaten bana hakaret ediyor zannettim ama sonradan gelişen olaylar neticesinde denemekten bir zarar gelmeyeceğine karar verdim.
Bu olaylar diyorum, Nash, ama inanın bana hepsini size anlatamam. Onlar aklıma geldikçe utanç hissediyorum ve kendimi bu denli kontrolden çıkmış halde görmek beni çok üzüyor. Daha sonrasında bu kontrolsüzlük anlarımda öyle veya böyle canını sıktığım kişilerden özür diledim ama yine de vicdanen rahat olamadım.
Kontrolsüzlüğüm, ilk olarak Merisi'nin yeni tekniğini anlatmasından iki gün sonra ortaya çıktı. Size daha önce de belirttiğim gibi Doriano başta olmak üzere merkezdeki bazı kişilerden fena halde şüpheleniyordum. Bu şüphelerimi yüzüne vurabilme şerefine ulaştığım ilk kişi Doriano oldu. Aynı mesleği icra ettiğimizden dolayı odalarımız yan yanaydı (Bu arada rahmetli Rio'nun odası öylece duruyordu) ve onunki benden bir sonraki olduğu için mecburen benim kapımın önünden geçmesi gerekiyor. Odamdan çıkmak üzereyken kapımın önündeki o gereksiz dolaptan sesler geldiğini zannettim. Kapımı aralayıp gizlice baktığım zaman orada Doriano'yu gördüm. Sırtı bana dönük şekilde duruyor ve bir eliyle de dolabımı sıkı sıkıya kavrıyordu. Zaten ondan kıl kapan ben, suçüstü yakalama girişiminde bulundum ve yaşlı adamı omuzundan kavrayarak dolaba iktirip yapıştırdım. Benim kim olduğumu, daha doğrusu ona neyin çarptığını bile anlayamamıştı pislik herif. Hemen yakasına yapıştım ve sövüp saymaya başladım. Pek çok ithamlarda bulundum; bir hırsız, bir deli, gizli gizli iş karıştıran bir namussuz ve daha neler neler. Lakin öyle bir şey oldu ki bu laflarım havada kaldı. Doriano, ellerimle onu tuttuğum halde bir kaya gibi kas katı kesilip yere yığıldı. O an yaşadığım panik ve korku ile nasıl ben de yanına yığılmadım şaşıyorum.
Geçirdiğim kısa şokun ardından ümitsiz bir ikilemde kaldım. Hemen güvenliğe koşup Doriano'nun bayıldığını haber edebilirdim ama bu durumda ona ne olduğunu soracaklar ve zan altında kalacaktım. Eğer umursamayıp odama kaçarsam mutlaka birileri onu görüp güvenliğe haber verecek ve yaşlı adam sonunda uyandığında beni suçlayacaktı. Her iki durumda da silahlar bana dönüktü. Hangisinin daha iyi olduğuna karar vermek zorunda olduğum o birkaç saniyede soğuk soğuk terler akıttım ve sonunda seçimimi yaptım. En iyisi, Doriano'nun durumunu bildirip doktor çağırmaktı. Onu kliniğe taşırken yanında gidecektim ve ne olduğunu soranlara bayılıp düştüğünü söyleyecektim. Daha sonra, uyandığı zaman onun yanında olacaktım ve beni suçlamaması için yalvaracaktım.
Planımı yaptıktan sonra koşturarak güvenliğin yanına gittim ve profesörün bayılıp düştüğünü bildirdim. Sağ olsunlar, bir saniye bile beklemeden hemen fırlayıp peşimden geldiler. Yerde boylu boyunca yatan Doriano'nun bileğinden ve boynundan nabzına baktılar. Nabzı atıyordu fakat kan basıncı düşüktü. Güvenliklerden birisi baygın profesörün başında beklerken diğeri aşağıya, doktorun kliniğine hücum etti ve çok geçmeden doktorla beraber geri geldi.
-30-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...