Odama giderken, yaşadığım bu olağandışı olayı düşünmeden edemedim. Eğer sabah kalktığımda birisi yanıma gelip, "Gitme! Tavşanlar size zarar verecek!" deseydi o kişiye acıyarak bakardım. Bu sırada Doriano'nun söylediği söz geldi aklıma. Burası iyi bildiğimiz bir yer değil. Dört kanatlı ve yirmi bacaklı kurt görsem şaşırmam, demişti. Buraların tuhaflığı normaldir demek istiyordu ama onun kendi tuhaflığını ne yapmam gerekir? Yaptığı bu şey, şaşılacak iş değil mi?
Odamın kapısına gelince, önce acaba odasına, yanına gidip neden böyle yaptığını sormalı mıyım diye düşündüm ama isteğimden vazgeçtim. Şimdi düşünmem gereken başka bir şey vardı. Canımın acıdığını hisseden yatağım çağırıyordu beni. Elbette Doriano ile konuşacaktım. Bay Merisi istediği için değil kendi merakımı dindirmek için konuşacaktım. Ama şimdi dinlenmek istiyordum. Yatağıma uzanmadan önce, daha fazla aklımı kurcalamaması için bu düşüncemi zihnimden çıkardım ve unutmayacağım bir kenara koydum. Bundan sonrasında, rahatlatıcı bir umursamazlıkla yattığım yatağımda acılarım yavaş yavaş azalırken her şey hafifledi, dünya karardı ve uyku tamamen bedenime hakim oldu.
Belki ancak yarım saat geçmişti ki odamın kapısı çalındı. O anki kalkmaya uğraşım, hayatımda yaşadığım zorlu bir mücadeleydi. Umursamayıp uyumaya devam etmeye çalıştım ama kapımın her tıklanışı, başıma vurulan çekiç darbeleri gibiydi. Bir sesin mırıldandığını da duyabiliyordum. En sonunda öfkeyle kalkabilip kapıyı açmayı başardım.
Kapımı açtığımda iki kişi çıktı karşıma. Kendisinden önce içeriye giren göbeği ile Müdür Basilio ve endişeli bir ifadeyle bakan Cheney. Bana sormaya bile tenezzül etmeden içeriye giriverdiler. Odama niye geldikleri belliydi. Fazla uzatmadan şu tavşan meselesini açtılar. Basilio'ya, Merisi'ye olduğum gibi detaylıca anlatmaya çalıştım. Böyle bir hikaye karşısında ikisi de şaşırdılar. Ardından Basilio, bana ve Doriano'ya iki gün izin verdiğini söyledikten sonra Cheney ile birlikte gitti. Ama Cheney niye gelmişti? Konuşma boyunca sadece oturup bizi dinlemişti. Tek bir kelime etmeden bilgileri topladı ve yine aynı sessizlikte çıkıp gitti. O an bunu düşünmüyordum. Aklımdaki şey, ilk başta kapıyı açmak istemesem de iyi ki açmış olduğumdu. Evet, sonra kendim izin isteyebilirdim fakat direkt olarak Müdür Bey'in gelip bunu söylemesi beni daha çok rahatlattı.
Aldığım bu iki günlük izin boyunca sadece dinleneceğimi, hatta belki de odamdan bile çıkmayacağımı düşünüyordum. Ama o zamanki yorgunluğum neticesiyle böyle düşünmüş olmalıyım ki daha ilk günden sıkıntı bastı beni. Odamın içerisinde gezinmediğim nokta, sadece merakımdan dolayı içine bakmadığım dolap ve çekmece kalmadı. Hatta inadımı kırıp televizyon bile izlediğimi söyleyebilirim. Ama hayır, saatler bir türlü geçmek bilmedi.
Yapacak başka işler aramaya koyulduğumda, dünkü merakım geldi aklıma. Halen aklımın bir köşesindeydi fakat bir türlü enerji bulup yapamıyordum, içimden gelmiyordu. Ama sıkıntıdan patlamaktansa, gidip Doriano ile konuşmak daha iyi bir fikirdi. Öyle de yaptım. Öğle saatlerinde odasına gittim. Asık bir suratla kapıyı açtığında ilk olarak neden geldiğimi sordu. Zaten soğuk biri olduğunu biliyordum ama böyle bir sual sorması tuhaf geldi bana. Sadece biraz konuşmak için geldiğimi söylediğimde içeriye aldı. Doriano yalnız değildi, tıpkı benimkisi gibi döşenmiş ve pek bir farkı olmayan odasında biri vardı. Ortadaki sehpanın üzerine eğilmiş şekilde, tekli bir koltukta oturuyordu bu kişi. Benim içeriye girdiğimi görünce yüzüne kondurduğu bir gülümseme ile "Bay Ozario, hoşgeldiniz." dedi.
Bu kişi, dün Müdür Bey ile birlikte odama gelen Cheney'den başkası değildi. Ben içeriye girince sehpanın üzerinde duran kutunun kapağını kapattı ve rahat bir tavırla beni dinlemeye başladı.
Cheney'in oturduğu teklinin hemen yanıbaşındaki kanepeye oturduk Doriano ile. Nasıl lafa gireceğimi düşünürken ortamda bir sessizlik oluştu. Bu sırada gözlerim istemsizce o kutuya kaydı. İçerisinde herhangi bir şey olabilirdi fakat Doriano'nun stresli oluşu ile daha çok dikkatimi çekti. Daha ilk başta gelmemi istememişti, şimdi ise yerdeki halıdan gözlerini ayırmıyor ve bacağının üzerinde duran elini durmadan yukarı aşağı oynatıyordu.
Cheney ise ona karşın aşırı rahattı. Kollarını, koltuğun kollarına koymuş ve bacak bacak üzerine atmış vaziyette bana bakıyordu. Sessizliği bozan da o oldu, ne konuşacağımı sordu bana. Hiç tereddüt etmeden bunun Doriano ile ilgili olduğunu söyledim. Rahatça konuşabilmek için onun gitmesini istiyordum fakat hiçbir yere kıpırdayacak gibi bir hali yoktu. Yerine yerleşmiş, bir yandan Doriano'ya bakıyor öbür yandan da ne diyeceğimi dinliyordu.
Kelime oyunlarıyla nazikçe gitmesini isteyemeyecektim belli ki. Direkt olarak gitmesini söylediğimde de hiç bozulmadı. Birkaç saniye Doriano'ya baktıktan sonra "Pekala," dedi ve kutuyu alıp gitmek üzere ayağa kalktı.
Odadaki gizemli havayı solumamak imkansızdı. Hatta bir şeyler döndüğüne dair hiçbir şüphem yoktu. Ben gelince herkesin durgunlaşması ve nereden geldiği belirsiz o kutudan sonra diyebilirim ki özellikle o kutuda bir şeyler olduğu bence kesindi. O, gitmek üzereyken durdurup kutuda neler olduğunu sordum.
"Önemli bir şey değil, Bay Ozario. Bay Doriano'dan birkaç kitap istemiştim. Sonunda inatçılığı bırakıp verdi." dedi ve kapağını kaldırıp kutunun içini gösterdi.
Gerçekten de kitaplar vardı içinde. Rastgele içine fırlatılmış gibi düzensiz duran kitaplar.
-15-
O gün, Doriano'nun ağızından hiçbir laf alamadım. Hiçbir şey söylememeye yemin etmiş gibi aşırı ketum bir hale büründü. Zorlamalarıma, imalarıma ve yer yer yaptığım ani çıkışlara rağmen konu hakkında tek bir laf etmedi. Eğer yaşıtım veya ufağım olsaydı, akşama kadar çene çalar ve konuşana kadar başını şişirirdim. Ama benden yaşlı olduğu için onu istemsizce kendimden üstün görüyordum ve saygısızlık ettiğimi düşünüyordum.
En sonunda onu kızdırmış olmalıyım ki hiddetle ayağa kalkıp kapıyı gösterdi ve gitmemi bağırdı. Bu durumda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Yaşadığım mağlubiyetle beraber kendi odama geldim.
İtiraf edeyim ki, bu son yaşadığımın ardından merkezde tuhaf şeyler olduğuna inanmaya başladım. Özellikle Doriano'nun bir şeylerin peşinde olduğunu seziyordum. Cheney ve Basilio'yu da unutmamak gerekir. Ya Cheney'in rolü neydi bunda? Doriano gibi bir deli, nasıl başarıp kendine çekmişti onu? Belki de bu yaşlı herif aslında en deneyimli aktörlere taş çıkartacak bir oyun sergiliyordu bize. Kim bilir nelerin peşindeydi. Kendini aciz durumlara düşürerek duygu sömürüsü yapıyordu belki de. Tabi ya, onunla konuşmalarımız sırasında hep kendi üzüntülerini anlatırdı. Sevinçli olduğu hiçbir anıyı tekrarlamamıştı bana. Amacı, kesinlikle ve kesinlikle duygularımızı sömürüp kendi istediği her ne ise o şeytani planı gerçekleştirmekti.İyi de neydi bu? Merkezi sabote etmeye mi uğraşıyordu? Kiralık katil miydi? Kimdi, neyin fesiydi bu adam?
Balkonumda sigaramı tüttürürken aklıma hücum eden bu birbiri ardına sıralanan düşünceleri çıkarmak için uğraştım. Her ne kadar bir yandan yanlış düşünüyor olabileceğim fikri beni yumuşatıyor olsa da bir türlü çözemediğim bu acayiplik, paranoya ateşimi canlı tutuyordu. Sonuçta, her iki şüpheliye de yakın biriydim. Hayatımın tehlikeye girmeyeceğini kim garantileyebilir?
Ne zaman düşünceler aklımda yarışa başlasa, zihnimi yatıştırmak için yaptığım şeye başvurdum. Bir parça kağıt ve bir kalem alıp koltuğuma oturdum, kağıdı sehpamın üzerine koydum ve yazmaya hazırlandım. Bu durmadan kafamın içinde vızıldayan şeyleri birisiyle paylaşmazsam aklımı kaçıracak gibi hissediyordum. Kalemi, kağıda sürtüp ilk kelime yazdım; "Sevgili..."Ama ne oldu biliyor musunuz? Hiçbir şey! Yıllardır, hiç sıkılmadan yaptığım bu işi şimdi yapamıyordum. Ellerim öylece kalakaldı. Gözlerim, kağıdın başındaki kelimeye takılı kalmış iken aniden aklıma gelen bir şey, bir tokat gibi çarptı suratıma.
Mektup yazabileceğim kimse yoktu.
Evet, tam anlamıyla kimse yoktu. Ne bir aile bireyi ne de bir dost. Aileme ne olduğunu size daha önce anlatmıştım. Babamın ve ardından annemin vefatıyla Ancona'daki evime taşındım yıllar önce. Zamanında ailem ile pek ilgili değildim. Eğitim hayatım sağ olsun, aile hayatını tamamiyle çıkarmıştım aklımdan. Ama uzun süredir yüzlerini görmemiş olsam da bir yerlerde beni seven birilerinin olduğunu bilmek yeterli geliyordu bana.
Onların ölümü ardından eğitimimi tamamlar tamamlamaz Ancona'ya taşındım. Sığınabileceğim bir liman kalmamıştı, eğitim hayatım da sona erdiği için öylece ortada kaldım. Ama bu beni derin üzüntülere sokmadı. Ne olursa olsun ayakta ve hayatta olma fikrini can-ı gönülden benimsemiştim. Yeni şehirdeki yeni hayatımda kendi çemberimin dışına çok fazla çıkmadığım bir hakikatti. Arkadaş olarak sayabileceğim insanlar genellikle iş çevremde tanıyıp yakınlaştığım insanlardı. Tıpkı sizin gibi, Bay Nash.
Bence siz de benim işkolik olduğumu fark etmiş birisiniz. Belki de o sonbahar ayında beni İngiltere'ye, evinize davet etmeniz de bu yüzdendi. Bu davetiniz için yeniden teşekkür etmek isterim size. Eşiniz ve siz bana saygıda kusur etmemiştiniz. Aşçılarınızın pişirdiği yemekler lezizdi, o an söylemedim ama şimdi itiraf edeyim ki et yemeği çok pişmişti ve yerken ağızımda kavruk bir tat bırakıyordu.
Yemek sırasında bana, eğer İtalyan kadınlarını beğenmiyorsam buradan, İngiltere'den birini bulabileceğinizi söyleyerek espri şeklinde yalnızlığıma vurgu yapmıştınız. O zaman size, enerjimi ve vaktimi bir kişiye değil yaptığım işe ayırmak istediğimi söyleyerek halimden memnun olduğumu belirtmiştim.
Şimdi, madem bu mektubumda birkaç itirafta bulundum, o zaman bir tanesi daha geliyor: o sıralarda görüştüğüm ve beğendiğim birisi vardı, Doktor Nash.
-16-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...