Cheney, cesedi arabanın bagajına taşımaya uğraşıyordu. Benden defalarca yardım istemesine rağmen bir türlü kilitlenip kalmış kaslarımı hareket ettirip yerimden bile kalkamıyordum. Rio'nun ölü bedenini jipin geniş bagajına yatırdıktan sonra yanıma geldi ve beni yerimden kaldırdı. Yavaşça yürüterek ön koltuğa oturttu ve kendisi de direksiyon başına geçti. Henüz motoru çalıştırmamıştı, gözlüklerini eline alıp kafasını direksiyona dayadı ve kendine kendine "Ne yapıyorum, ne yapıyorum ben?" diye sayıklamaya başladı. Ben ise o an orada değildim. Sadece bedenen oradaydım fakat aklım, pili bitmiş bir cihaz gibi kapanmıştı. Sesleri duyuyordum, görüntüleri görüyordum ama cevap veremiyordum. Resmen katatonik bir haldeydim.
Sayıklamasını bitirince Cheney, titreyen elleriyle gözlüğünü burnuna oturttu ve yine titreyerek motoru çalıştırdı. Hiçbir şey söylemiyordu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu, bomboş bakıyordu. Yol boyunca da bir şeyler söylemedi. Zaman hissini kaybetmiş olan ben, anlamadığım bir anda geri döndük merkeze. Jipi garajın içerisine park ederken de halen aynı durumdaydım. Ama bu sefer Cheney, bana yardım etmek yerine içeriye girdi ve bir dakika sonra yanında güvenlik ile geri döndü.
Bagajı açtıkları zaman güvenliğin ağzından çıkan laf halen hafızamdadır. Titrek bir sesle "Bu nasıl olur?!" gibi bir şeyler demişti.
Bu sırada, cesedi görmeye başka kimler geldi hatırlamıyorum ama en sonunda Cheney, neredeyse donmuş vücudumu arabadan indirip odama doğru yürüttü. Güzelce salondaki kanepeme oturttu ve hemen arkasından gelen doktora, "Bir şey yapmayın, dinlenince kendine gelecektir," diyip odadan çıktı.
Bay Nash, o gün akşama kadar kanepemde yattığımı hatırlıyorum. Arada sırada uyanıp etrafıma bakınıyordum ama sonra yeniden uykuya dalıyordum. Ta ki akşam geç saatlerde tamamen kendime gelip uyanabildim. Karnım zil çalıyordu fakat umurumda değildi, benim aklım kendi sağlığımdaydı.Birkaç dakika boyunca oturduğum yerde yaşadıklarımı düşündüm. Artık şu bir gerçekti ki arazideyken hiçbirimizin can güvenliği yoktu.
Devam etmeden önce sigara paketimdeki son dalı yakıp balkona çıktım.Sigara dumanını gecenin karanlığına üflerken aklıma üşüşen düşünceleri toparlamaya çalışıyordum. Günlerdir balkonumdan izlediğim o baykuşlardan birisi nasıl olur da Rio'nun gözünü çıkarıp kaçabilirdi? Ben, onların zararsız olduğuna inanmıştım. Evet, et yiyorlardı ama göz yiyeceklerini de nereden bileyim? Adamcağızın gözünü çaldığı yetmezmiş gibi yeniden suratına yapışıp diğer gözünü de oymaya kalkıştı. Sahi, şu an açık alandayım ve tamamen savunmasızım. Benim de gözlerimin oyulmayacağının garantisi var mı?
Ya zavallı adamın bağırışlarına ne demeli? Asla unutamayacağım. Bir insanın can çekişmesinin ve o an çektiği acının en vahşi gürültüsüydü, kabus gibiydi. Sonrasında gelen darbeler... Burada Rio'nun katili baykuş mudur yoksa Cheney midir, Bay Nash? Yoksa daha en başta yola çıkarak Rio'yu biz mi öldürmüş olduk?
Karanlığın altında, daha karanlık düşüncelere boğulmuşken birinin bana seslenişiyle irkildim. Az önce katil midir suçsuz mudur diye düşündüğüm Cheney'di bu. Merkezin dışında, balkonumun altındaydı. Elinde beyaz, plastik bir bardak ile bana bakıyordu.
"Uyuyamıyorsanız gelin biraz konuşalım," diyordu alçak bir sesle. Kendi kendimi yiyip bitirmektense biriyle tartışmak daha iyidir diye düşünüp yanına indim.
Konuşmak için geldiğim halde ikimiz de bir şeyler söyleyemiyorduk. Sessizlik, yavaş yavaş ikimizi de geriyordu. En sonunda Cheney gerginliği dağıtıp lafa girdi.
"Gündüzden beri düşünüyorum da, sizce Bay Rio'nun ölümü kimin yüzündendir, Bay Ozario? Eğer ben o kuşa saldırmak istemeseydim şu an hayatta olacak mıydı?" dedi durgun bir halde."Belki de hayatta olacaktı lakin gözleri olmadan yaşayacaktı. Hayatı, bir şeyleri görmesi gereken bir mesleğe dayalı bir insan, gözlerini kaybederse ölmeyi dilemez mi?" diye ekledi ardından.Haksız sayılmazdı. Rio'nun kişiliğini göz önünde bulundurunca, bu durumda onu öldürmekle iyilik mi yapmıştık yani?
"Her ne kadar kendimi yatıştırmaya çalışsam da bu soru sürekli aklımı meşgul ediyor, Bay Ozario."
Bir süre uzaklara baktıktan sonra bana döndü ve elindeki bardağı uzattı.
"Süt ister misiniz? Langre köyünden getirttim, henüz yudumlamadım. Alın, hepsini için."
-21-
"Alın, süt için." deyişi yüzüme aptal bir gülümseme kondurmuş olsa da sütün tadına bakmış olduğuma memnunum. Marketlerde alabileceğimiz kim bilir ne kadar kimyasallı pastörize sütlerden çok daha tatlı bir tadı vardı. Hafifti de, süt değil tatlandırılmış su içiyor gibiydim. Ama bir bardak süt yeter miydi bütün bu yaşadıklarımı unutturmaya? Ya da çektiğim acıları iyileştirmeye? Elbette değildi. Bu son olaydan sonra artık merkezde kalmak bile istemiyordum. Geldiğim günden beri tuhaflıklar peş peşe sıralanıyordu. Daha o manyak tavşanların açtığı yaralar iyileşmemiş iken bir de az kalsın katil baykuşlar canıma okuyacaktı.
Bence bu kadarı yeter. İki kez ölümden döndükten sonra üçüncü bir şansa yer bırakmak istemiyorum. Ertesi gün, Bay Basilio ile yeniden görüşerek istifamı verdim. Ama ne oldu biliyor musunuz? Olmadı. Burasının özel bir iş yeri olduğunu, kendim belirli bir süre içinde istifa etmem halinde yüklü miktarda tazminat ödemem gerekeceğini söyleyerek reddetti. Bazen, acaba beni öldürtmek için özellikle mi uğraşıyor diye düşünüyorum, Bay Nash. Eğer başkası böyle bir düşüncesini bana söyleseydi, vereceğim tek cevap "Vay haline!" olurdu.
"Sizi gerçekten anlıyorum, Bay Ozario. Son günlerde talihsizlikler yaşadınız fakat kontratınız gereği istifanızı kabul edemem. Şu an içinde bulunduğunuz korku dolu duygudurumu atlattıktan sonra yeniden görüşelim. Eğer uygun görürseniz, arkadaşım Merisi'ye bir danışmanızı isterim."
İnatçı herif bir de dalga geçer gibi psikoloğa git diyordu bana. Söyleyin bana Bay Nash, yukarıda bahsettiğim "Vay haline!" sözü şu an kime daha uygundur?
Sıkıntılarımın bununla sınırlı kaldığını zannetmeyin. Ben kendi kendime kafayı yerken merkezin kapısının çalınması ile yeni bir bela beni buldu. Gelenler, tam hazırlıklı şekilde gelmişlerdi ve bizden iş birliği yapmamızı istiyorlardı. MRSC Venezia, özellikle Venedik adası ve çevre illerde arama-kurtarma görevi yapan kuruluştur, Bay Nash. Merkeze gelenler onlardı, yanlarında birkaç jip ve bolca adam getirmişlerdi. Madem Venedik ve çevresinde görev yapıyorlar, Sondrio'da ne işleri var? diye sorabilirsiniz. Durun, Müdür Basilio ile ne konuştuklarını size anlatayım.
-22-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tepenin Gözleri
Mystery / ThrillerJeolog profesör Luca Ozario, yapılan bir keşfi fırsat bilip kendini öne çıkarınca yeni kurulan bir araştırma merkezine davet edilir. Alp Dağları'nın kıyısında bulunan bu merkeze geldiği günden itibaren işler hiç de beklediği gibi gitmez. Bir yandan...