Kısa bölüm yazamama hastalığına falan mı yakalandım ben acaba... Normalde bölümler yaklaşık 1000 kelime olur diye düşünmüştüm ama bu bölüm 3000 kelime oldu. Neyse, okuyun bariahahahshhahsh❤️
Bu bölüm biraz ara bölüm gibiydi, bir önceki bölümdeki Rosie ve Jungkook'tan çok farklılardı. Umarım beğenirsiniz.
Bu hikayede kartları biraz açık oynuyorum, eminim siz de farketmişsinizdir. Marriage story gibi arkalardan çok sır ve iş çevirmeyeceğim, sadece birazcık🥺
Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, okunma sayısıyla kıyasladığımda gelen oy ve yorumlar gerçekten de az. Şu an kurguya hevesli olduğum için devam edebilirim ama etkileşimler hep böyle devam ederse hevesimin kırılacağına eminim. Küçük bir yıldıza basmak bu kadar zor olmamalı.
İyi okumalar❤️
...
Zamanın nasıl geçtiğini anlamak konusunda sıkıntılarım vardı. Başımı gömdüğüm soruya, kitaba veya diziye ne kadar vakit harcadığımı hiçbir zaman farkedemez, yalnızca işim bittiğinde saate bakar ve şaşırırdım.
Şimdiyse, yine aynı durumdaydım. Dershaneden çıkarken bileğimdeki saate göz atmış, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini düşünmüştüm.
Bugün günlerden pazartesiydi, normalde bugün dershanede dersim yoktu ancak aklıma takılan birkaç soru olduğu için kendim gelmeyi tercih etmiştim ve kendimi bir anda psikolojik danışmanın odasında sayfalarca soru çözerken bulmuştum.
Benim de kafamı dağıtma yöntemim buydu işte.
Zihnimdeki her şeyi arkaplana atar, kendimi çözdüğüm sorulara verirdim. Dikkat dağınıklılığım olmadığı içinse sorulara kendimi tamamen verdiğimden dolayı bütün düşünceler aklımdan uçar giderdi.
Bazen neden bu kadar ders çalıştığımı anlamıyordum aslında, her genç gibi benim de kaderim annem tarafından çizilmişti. Çoğu yaşıtlarım gibi her gece dışarıda sürtebilir, dersleri dinlemeyebilirdim çünkü benim nasıl bir geleceğe sahip olacağım zaten belliydi. Ancak ne olursa olsun olduğum konuma kendim gelebildim diyebilmek için, bir bakıma da anneme karşı beslediğim acımasız inat için delicesine ders çalışıyordum. Günün birinde karşıma çıkıp, sana bu hayatı ben verdim diyemeyecekti. Aksine, sahip olduğum her şeyi ben kendim elde ettim diyecektim ve o, ağzını kapalı tutmak zorunda olacaktı.
Ben sessiz bir şekilde dershaneden çıkarken telefonumu yeni açmış ve bildirim paneline düşen tonlarca mesaj ile de oldukça şaşırmıştım.
Sonra gözlerim saate kaymıştı, akşam 7'yi biraz geçiyordu. Okuldan sonra olacak kaptanlık maçını düşündüm, Jungkook'a geleceğimi söylemiştim ama kafamı kitaptan kaldırmadığım için saatin nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Şimdiyse tahminlerime göre son çeyrekte olmalılardı ve gitmemim hiçbir anlamı yoktu.
İç çektikten sonra adımlarımı köşedeki taksi durağına yönlendirdim. Bu sırada da Jungkook isminin üzerine tıklamış, yazışmaya girmiştim.
Jeon Jungkook:
Maça gelecek misin
(16.25) ✔️✔️Park Roseanne:
Geleceğim
(17.00) ✔️✔️Jeon Jungkook:
Güzel
En önden yer ayırdım
(17.03) ✔️✔️Sonraysa konuşmalarımız bitiyordu ve, Jungkook'un attığı ama benim görmediğim mesajlar devreye giriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
drowning shadows | rosékook ✓
Fanfiction" Beni sevme Jungkook." Gözlerim cesurca harelerine bakarken mırıldandığımda yanağımdaki eli yavaşça çeneme kaymış ve sıkıca tutmuştu. Görebiliyordum, gözlerindeki hayal kırıklığını görebiliyordum ancak arkaplana attım hepsini. Bir önemi olmadığını...