chapter sixteen

4.5K 444 195
                                    

Merhaba hoşgeldiniz.

Bu sefer arayı biraz açtığımın farkındayım ancak hikayenin gidişatı konusunda şüphelerim vardı. Finale çok bir bölüm kaldığını söyleyemem, belki 5 en fazla 10 olur diye tahmin ediyorum.

Artık sıkılmaya başladığım için olayları biraz hızlandırmaya çalışacağım, umarım hikayeyi kötü etkilemez.

Oy vermeyi ve boooolca yorum yapmayı unutmayın, iyi okumalar❤️

...

Herkesin olduğu gibi benim de diğer günlere göre depresif, veya daha depresif olduğum günler vardı. Havanın durumundan mı? Yoksa günün bunaltıcı monotonluğundan mı olduğunu kestiremesem de kesinlikle bugün, o günlerden biriydi.

Genel olarak monoton bir hayata sahiptim. Arada sırada akşamları dışarı çıkar, genellikle okul, dershane ve ev arasında mekik okur dururdum. Bazenleri günün monotonluğunu bozan tek şeyin, çözdüğüm test kitabının değişmesi olduğunu düşündüğüm bile oluyordu. Ancak bu monotonluk hiçbir zaman canımı sıkmamıştı, aksine her şeyin aynı olarak ilerlemesi beni güvenli alanımdaymış gibi hissettirirdi çünkü genel olarak her şeyin belli bir düzende olmasını severdim.

Monoton hayatımın beni ilk defa boğduğu günün üzerinden yaklaşık 4 gün geçmişti ve, bu konudaki hislerimin hâlâ bu kadar istikrarlı olması beni şaşırtıyordu. İlk başlarda sınav haftasında olduğum için böyle hissettiğimi düşünmüş ve buna çok takılmamıştım ancak dört gündür böyle hissediyor olmak beni biraz germişti. En basitinden saatlerce başından kalkmadığım test kitaplarına artık dikkatimi veremiyordum, her soru arasında başım benden izinsiz bir şekilde kalkıyordu ve o kadar bunaltıcı bir iç çekiyordum ki, kendimi bile şaşırtıyordum. Devamlı okuduğum kitap türüne artık istesem de elim gitmiyordu, hâlâ sinirimi bozan Miyeon'a bulaşasım gelmiyordu.

Yani, son kısım hâlâ biraz karışık sayılırdı.

Bir değişiklik istediğimin farkındaydım ancak hem bu değişikliğin ne üzerine olmasını istediğimi bilmiyordum, hem de içten içe ismini dahi koyamadığım değişimlerin gerçekleşmesinden korkuyordum.

Her zamanki gibi fazla düşünüyordum ve, bu kesinlikle bana iyi gelmiyordu.
Kendi düşüncelerimle boğuşmak yerine dikkatimi elimdeki kitaba versem eminim ki bu, benim için daha yararlı olurdu çünkü fazla düşünmenin zarardan başka bir şey getirmeyeceğini belki de en iyi ben biliyordum.

Bakışlarım defalarca kez okusam da anlamadığım sayfanın en baş satırına geri döndüğünde birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım.

Uğultulu tepeler, belki de yıllardır kitaplığımda olan ancak bir türlü okumak için elimin gitmediği bir kitaptı. Aslında belirli bir sebebi yoktu, sanıyorum ki yıllar önce isminden yola çıkarak fantastik veya distopik bir kitap olduğunu zannederek sepetime atmıştım çünkü türü, kesinlikle okumaktan nefret ettiğim bir türdü. Sanırım kitaplığımda romantik kategorisine sokabileceğim nadir romanlardan biriydi.

Zamansız bir anda şaşırtıcı bir şekilde değişiklik isteyen ben için ise, bir tür ilaç olabileceğini düşünmüştüm ancak bu roman aksine bana zehir olmuştu çünkü beni; düşünmek istemediğim şeyleri düşünmeye itiyordu. Ve evet, bunu dikkatle okumasam hatta geçen paragrafları anlamasam dahi beceriyordu. Ya da ben; düşünmek istemediğime inanmak istediğim şeyi, delicesine düşünmek istiyordum.

"...o kendisini ne kadar sevdiğimi hiç bilmeyecek; hem onu yakışıklı falan diye sevmiyorum, Nelly; benden daha çok bana benziyor da, onun için seviyorum. Ruhlarımız her ne ile yoğurulmuşsa, ikimizinki de aynı. Linton'ınki ise, ay ışığının şimşekten, buzun ateşten ayrı olduğu kadar bizimkinden ayrı.''

drowning shadows | rosékook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin