chapter twenty four

3.9K 406 576
                                    

Bir önceki bölüme oranla oldukça kısa bir ara bölümle geldim, ara bölüm dediğime bakmayın aslında hikayedeki her şeyi açıklığa kavuşturan bir bölüm oldu.

Bölümü zamanınız olduğu bir anda okumanızı istiyorum çünkü bölüm sonunda bir sürü sordum ve cevapları benim için gerçekten önemli, hiçbir cevabınızı atlamayacağım ve düşüncelerinize katılıp katılmadığımı belirteceğim❤️

Bir önceki bölümün yorum sayısı diğerlerine oranla düşüktü o yüzden bu bölüm sizden daha fazla yorum bekliyorum. Lütfen oy vermeyi de unutmayın❤️

Birkaç bölümdür Jungkook'tan uzaktık ancak bu bölüm başrolümüz o gibiydi, aslında Jungkook'un ağzından bir bölüm yazmak, Roseanne'i onun gözünden okumanızı çok isterdim ancak erkek karakterleri yazmada pek başarılı sayılmam.

Hikayenin başından beri bu bölümü yazmak için sabırsızlanıyordum. Çünkü yazdığım en güzel aşıklardan birisi Jungkook, belki de direkt en güzeli. Bir bakımdan dramatik, bir bakımdan yürek ısıtan bir bakımdan da hüzne boğan bir bölüm oldu. Bundan sonraki bölümlerde artık biraz daha olay yazmaya başlayacağım ki sanıyorum üç-dört bölüm sonra finalle karşılaşmış oluruz.

Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, iyi okumalar❤️

...

Hayatım boyunca unutmak için çabaladığım çok şey olmuştu. Unutmak için delicesine çabaladığım, ancak unutamadığım bir sürü detay yaşanmıştı on dokuz yıllık yaşantımda.

Bir sıfatı bile haketmediğini düşündüğüm babam, çocukluğumu ve daha nicesini mahveden annemin yaptıkları, habersiz bir şekilde Fransa'ya gönderilişim, sonra Miyeon, sonra Nayeon, sonra da Jungkook.

Onun tek istisnası, unutmak istemesem dahi ismini zihnimden silmeye çalışıyor olmamdı.

Ancak dün gece yaşananlar unutmak istediğim şeyler listesine dahil değildi. Chanyeol'ün kurduğu cümleler, hoşuma gideceğini düşündüğüm ancak yalnızca midemi bulandıran yalvarışları, beni öpüşü. Bunlar benim için o kadar önemsizdi ki, unutmak bile istemeyeceğim şeylerdi. Önemi yoktu, zihnimde bir yer edinebilecek kadar değerli değildi. Aksine bir süredir aklımı meşgul eden isim o kadar çok metrekaresini kaplıyordu ki zihnimin, böyle gereksiz şeylere kapıyı bile açmıyordu.

Elimdeki son K harfiyle başlayan kitabı rafa koyduğumda vakit kaybetmeden bir diğer harfe geçtim.

Alkolün beni uyutacağını düşünmek, belki de uzun zamandır düşündüğüm en aptalca şeydi. Aksine, haftalardır olan yorgunluğum geceden kalma halimle birleşmişti ve ikiye katlanmıştı. Gece boyunca belli aralıklar ile ettiğim istifralar ise zaten olmayan iştahımı daha da kaçırmıştı. Bir şey yemeyip direkt alkol aldığım için gece boyunca hem midem, hem de boğazım delicesine yanmıştı. O kadar kusmadan sonra da doğal olarak sesim inebileceği en kısık tınıya düşmüştü. Sabah bir şeyler yemem gerektiğini bilerek kalkmıştım yataktan ancak bu sefer bana iştahsızlığım değil de, tahriş olan boğazım engel olmuştu. Öyle kötü tahriş olmuştu ki, çorba içmeme bile izin vermemişti.

Ancak öylece duş alarak hiçbir şey olmamış gibi okula gelmiştim. Haftalardır olduğu gibi yine insanların şaşkınlığıyla karşılaşmıştım, çünkü berbat görünüyordum. Saçlarım solgun olan suratımı daha da solgunlaştırmıştı, göz altlarım her zamankinden daha çok yardıma muhtaçtı, alkolden kaynaklı kuruyan cildim ve dudaklarım ise yardım çığlıkları atıyordu, umrumda olduğunu söylemezdim. Hayatım boyunca bu kadar bitkin ve isteksiz olduğumu hatırlamıyordum ancak bir yandan da yaşamaya devam etmem gerektiğini bildiğim için bu konuda bir şikayetim yoktu. Şu anlık tek temennim dershaneyi ekip eve gidip biraz uyumaktı ancak bunun bile gerçekleşeceğinden emin değildim. Yorgunluğum ne kadar artarsa, doğru orantılı olarak uykusuzluğum da artıyordu. Çok yorgun olduğumda uyuyabilen birisi değildim. Ve şimdiyse yorgunluktan bacaklarım ve ellerim titriyor, gözlerim seğiriyor, dilim damağım kuruyordu. Kısacası, bana her zamanki gibi uyku yoktu işte.

drowning shadows | rosékook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin