KURBAN2-Bölüm 26

10.5K 516 17
                                    

Rüzgar'dan...

Direksiyona sağlam bir yumruk geçirirken "Sen tam bir pisliksin Rüzgar!" diye bağırdım. "Sen, seni seven bir kadını yaralayacak kadar adisin! Onu hak etmiyorsun!"
Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Ama yine her zaman olduğu gibi Deniz'in çaresizce çırpınışları gözlerimde canlanınca huzursuzca geri açtım. Ne zaman gözlerimi kapatsam o geceyi görüyordum. O günden sonra uyku resmen bana haram olmuştu. Hoş daha fazlasını da hak ediyorum ya neyse!
Arabadan inip eve doğru ilerledim.
"Rüzgar!"
Gökalp'in sesiyle durup ona baktım. Duvara yaslanmış sigara içiyordu. Yanına gidip bende sırtımı duvara yasladım.
"Ne oldu? Deniz hızla geçip gitti, beni fark etmedi bile."
Sıkıntılı bir nefes alıp verdim. Başımı iki yana sallarken "Bilmiyorum Gökalp! Ne yapacağımı, nasıl davranacağımı bilmiyorum!" dedim.
Uzanıp Gökalp'in elindeki sigarayı aldım ve iki uzun nefeste bitirip yere fırlattım.
"Deniz'e bunu nasıl yaptım ,ona nasıl dokunabildim Gökalp!"
Ellerimi  kaldırıp sanki bütün suç onlarınmış gibi baktım ve cezalandırmak istercesine duvara sert bir yumruk attım. Canım gerçekten de çok acımıştı ama bu acı kalbimi bir nebze olsun rahatlatmıştı da.
Gökalp yanımdan geçip giderken "Vicdan azabıyla duvar yumruklayacağına Deniz'in acısını hafiflet. Kız günden güne eriyip gidiyor sanki." diyerek uzaklaştı.
Gökalp her zamanki gibi haklıydı ama ben ne yapacağımı bilmiyordum.
Deniz'in acısını nasıl hafifletebilirdim ki. Bana, samimiyetime artık inanmıyordu. İnanmaması için ona o kadar çok sebep vermiştim ki. Bunları düşünürken odama doğru ilerledim. Kapıyı açtığımda gözlerime ilk çarpan bembeyaz odada bir leke gibi görünen o siyah gelinlikti. Şaşkınlıkla gözlerimi ayırarak daha dikkatli baktım.
"Deniz?" diye fısıldadım.
Yatağa doğru yaklaşırken "Bu da ne demek şimdi?" diye düşünmeden edemedim ama içten içe kötü bir şeyler olduğunu hissedebiliyordum. Yanılmamıştım.
Beyaz çarşafı neredeyse kendi rengine bulayan kanı görünce olduğum yerde dona kaldım. Sanki şoka girmiş gibi kımıldayamıyordum.
"De-deniz!"
Konuşmayı unutmuşum gibi kelimeler bir türlü dudaklarımdan dökülemiyordu. Az sonra kulakları sağır eden bir feryatla "Deniz!" diye bağırarak koştum ve kanayan bileklerini ellerimin arasına aldım. O kadar çok kan vardı ki ne yapacağımı bilemedim. Paniklemiştim, korkuyordum. Onu kaybetmekten korkuyordum, geç kalmış olmaktan korkuyordum.
Bileklerini bırakıp hızlıca çarşaftan iki parça kopardım. Zaman kaybetmeden bileklerini sardım. Bir yandan da sürekli ona sesleniyordum.
"Deniz, Deniz uyan, konuş benimle!"
Bileklerini sarınca hemen nabzını kontrol ettim. Çok yavaş atıyordu. Onu  kucağıma alıp hızlıca odadan çıktım. Merdivenlerden inerken "Gökalp!" diye bağırdım. Sesim o kadar yüksek çıkmıştı ki bütün evde yankılanmıştı resmen.
Merdivenlerden inip çıkışa yöneldiğimde bir kez daha bağırdım. "Gökalp!"
Gökalp koşarak yanıma gelince o da benim gibi donup kaldı.
"Ne oldu ona?"
Sorusunu görmezden gelip "Çabuk arabayı çalıştır!" diye emrettim. Birkaç saniye tepki vermeyince "Çabuk!" diye bağırdım.
Gökalp şaşkın bakışlarını bana çevirip "Ta-tamam!" diyerek arabaya koştu. Bende hemen ardından ilerledim. Deniz'i yavaşça arka koltuğa bırakıp yanına oturdum ve başını kucağıma aldım.
Gökalp hızla arabayı bahçeden çıkarıp orman yolunda ilerlemeye başladı.
"Neler oluyor böyle!"
Gökalp'in sesindeki ton başımı kaldırıp ona bakmama sebep olmuştu.
"Odamda bu şekilde yatıyordu." bir fısıltıdan farksızdı sesim.
Gökalp dikiz aynasından bana bakarak suçlarcasına  "Ne dedin ona?" diye sorunca "Sen sadece sür!" diye bağırdım.
Sonra Deniz'in yüzünü okşamaya başladım.
"Deniz aç gözlerini. Hadi güzelim gözlerini aç ve bana bak."
Hiç tepki vermiyordu. Bu defa sanki işe yarayacakmış gibi yalvarmaya başladım.
"Yalvarırım aç gözlerini. Lütfen ,lütfen bırakma beni!"
Yüzünü ellerimin arasına alıp biraz kaldırdım. "Sakın beni bırakma, sakın!"
...
Arabanın durmasıyla kapıyı açmam bir oldu. Deniz'i hızlıca çıkarıp koşarak hastaneye ilerledim. Bir taraftan da onunla konuşup durdum. "Hastaneye geldik güzelim, kurtaracağım seni. Ölmene izin vermeyeceğim."
Ben kucağımda Deniz'le hastane koridorunda koşar adım ilerlerken Gökalp de "Doktor!" diye bağırıyordu. Az sonra hemşireler bir sedye getirince Deniz'i yavaşça üzerine bıraktım ve hızlıca sedyeyi itmeye başladım. Onu bir kapıdan içeri soktuklarında hemşirenin biri beni durdurarak "Lütfen siz burada bekleyin." dedi.
Gözlerim hala Deniz'in girdiği kapıdayken "Ne demek bekleyin o benim karım yanında olmalıyım." diye bağırdım.
"İçeri giremezsiniz beyefendi lütfen burada bekleyin!"
Hemşireye öfkeyle bakarken Gökalp omzuma dokunarak "Bırakalım da işlerini yapsınlar Rüzgar." deyince  kabullenerek olduğum yerde diz çöktüm.
Beklemek ne kadar da zor geliyordu.
Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken "Benim yüzümden!" diye bağırdım.
"Benim yüzümden oldu bütün bunlar!"
Gökalp özenle dizilmiş olan sandalyelerden birinde sessizce oturuyordu. Eminim o da beni suçluyordu.
Boğuluyormuşum gibi geçen iki saatin ardından doktor dışarı çıkınca hemen ayağa kalkıp karşısına geçtim.
Cevabını duymaktan korkarak "O nasıl?" diye sordum.
"Yarası fazla derin değildi ama çok kan kaybetmiş."
Net bir cevap alamayınca sinirlenerek "Şimdi nasıl!" diye bağırdım.
"Kan verdik, şimdi de serum takılı. İyi olacak."
Kulaklarımda doktorun "İyi olacak!" sözü yankılanırken rahat bir nefes aldım.
"Karımı görmek istiyorum!"
"Birazdan odaya alacağız o zaman görebilirsiniz."
Doktor "Geçmiş olsun." deyip uzaklaştığında Deniz'i yine bir sedyenin üzerinde dışarı çıkardılar.
Sanki beni duyacakmış gibi sedyenin yanında ilerlerken "Ben yanındayım , sakın korkma!" deyip durdum.
Onu odaya götürdüklerinde içeri girmeden durup hemen arkamda duran Gökalp'e  döndüm.
"Eve git ve Deniz'e kıyafet getir. Şu üzerindekini hemen çıkarmak istiyorum. Yeliz'e de söyle ihtiyacı olacağı şeyleri hazırlasın."
Gökalp sadece başını sallayıp hızla uzaklaşırken bende içeri girdim. Hemşirelerin işlerini yapmasını umursamadan ilerleyip yatağın kenarına oturdum. Uzanıp solgun görünen yüzünü okşadığımda yanaklarımdan aşağı kayan o damlaya engel olamadım. Buram buram pişmanlık kokan bu damlayı akıtmaktan  utanıyordum. Buna hakkım yokmuş gibi geliyordu ama yapabileceğim hiçbir şey de yoktu.
Gözlerim hala Deniz'deyken hemen yanımdaki hemşireye "Ne zaman uyanır?" diye sordum.
"Sakinleştirici verdik, sabaha kadar uyanmaz efendim."
Anladım dercesine başımı sallarken Deniz'in elini ellerim arasına aldım. O kadar soğuktu ki .
Hemşireler odadan çıkınca bende rahatsız etmemeye çalışarak yatağa uzandım. Kollarımı ona sarıp buz gibi olan bedenini biraz olsun ısıtmak istiyordum.
Ona bir nebze olsun yardımım dokunsun istiyordum bütün bunların sebebi ben olsam bile.

Deniz'den...

Karanlık...
Her yer karanlık...
Ama gariptir ki ben hiç korkmuyorum. Öylece olduğum yerde sessizce oturuyorum. Hiçbir şey göremeyeceğim kadar karanlık olmasını umursamadan ben sakince bekliyorum. Peki neyi, kimi?
"Deniz!"
Rüzgar'ın sesi kulaklarımda yankılanırken sanki onu görebilecekmişim gibi etrafıma bakınıp durdum ama bir şey yoktu. Sanırım sadece aklımın bana oynadığı bir oyundu diye düşünüp  başımı öne eğdiğimde Rüzgar'ın sesi tekrar etrafımı sardı.
"Deniz, konuş benimle!"
Hızla ayağa kalkıp birkaç adım attım karanlığa, hiçliğe, boşluğa...
Oysaki ben donup kalırdım ışıklar kapanınca.
Korkusuz ama küçük bir adım daha attığım sırada  tam karşımda Rüzgar'ı gördüm. Karanlık yerini aydınlığa bırakırken  bana doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden tam karşıma geçip uzandı ve yanağıma dokundu. Dudaklarında samimi bir kıvrımla "Ben yanındayım, sakın korkma!" diye fısıldadı.
"Zaten korkmuyorum ki!" demek istemiştim ama ben sessizce ona baktım. Belki de korkmamamın sebebi onun varlığını hissetmiş olmamdı. Ya da onun karanlığı gecenin karanlığını gölgede bırakmıştı.
...
Gözlerimi yavaşça araladım ve öylece tavana baktım. Şu halimle hafızasını kaybetmiş birinden farksızdım. Duyduğum sesler neydi, burası neresiydi ya da en son ne olmuştu?
Anlamak istercesine başımı yana çevirdiğimde tanıdık çene hatlarını görünce hemen kaşlarımı çattım. Rüzgar hemen yanımda uyuyordu.
Belimdeki kolunu itmek için hareket ettiğimde yüzümü acıyla buruşturdum. İşte tam bu sırada her şey yerine oturmuştu. Bileklerimi kesmiştim. Hem de üzerimde siyah bir gelinlikle, Rüzgar'ın odasında.
Yavaşça doğrulmaya çalıştığım sırada Rüzgar uyanarak endişeli bir tonda "İyi misin?" diye sordu.
Onu görmezden gelerek tekrar doğrulmaya çalıştım. Rüzgar yataktan kalkıp bana yardım etmek isteyince öfkeyle bağırdım. "Dokunma bana!"
Elleri havada öylece  kalakalmıştı. Karalarına perde inmiş gözlerini üzerimden ayırmadan öylece bana bakıyordu. Bense sinirli ifademi daha da sertleştirerek "Beni neden kurtardın!" diye azarlarcasına bağırmaya devam ettim.
Rüzgar bu duyduklarıyla kaşlarını çattı ama ben konuşmaya devam ettim.
"Ne yani beni kurtardın diye sana borçlandım mı sanıyorsun? Ben zaten ölüydüm Rüzgar, çaban boşuna gitti!"
Rüzgar üzgün bir ifadeyle başını iki yana salladı. Hiçbir şey söylemiyor, sadece bakıyordu.
Gözyaşlarım artık onları saklayamayacağım kadar birikince yanaklarımdan kayıp gitmesine izin verdim.
Bileklerimdeki keskin acıyı umursamayarak ellerimle yüzümü kapattım. O kadar şiddetli ağlıyordum ki resmen bütün vücudum sarsılıyordu. Hıçkırıklarım arasından "Bu şekilde yaşayamam!" diye fısıldadım. "Yaşayamam!"
Rüzgar yatağa oturup ellerimi yüzümden çekerek gözlerime baktı. "Ne yapmalıyım Deniz, ne yapmalıyım! Ölmene asla izin veremem, bunu yapamam!" sesi nasıl da çaresiz çıkmıştı.
Gürültülü bir şekilde yutkundum ve sesimin normal çıkması için derin bir nefes aldım. "O zaman tamamen hayatımdan çık! Bir daha ne yüzünü göreyim ne de sesini duyayım. Hiç tanışmamışız gibi olsun istiyorum. Seni hiç tanımamışım, sana hiç aşık olmamışım gibi olsun. Beni kaçırdığın o geceye dönmek istiyorum. Benimle konuştun sonrada çekip gittin ve ben daha seni hiç görmedim. Böyle düşünmek istiyorum. Rüzgar ULUSOY  hayatıma hiç girmemiş olsun istiyorum!"
Bunu yapabilir miydim, yapabilir miydik? Beni bırakır mıydı? Hadi bıraktı diyelim ben onu unutabilir miydim? Onu ve yaptıklarını...
Rüzgar yüzüne dümdüz bir ifade yerleştirerek ayağa kalktı.
" Beni iyi dinle şimdi!"
Sesi fazlasıyla ciddileşmişti.
"Seni asla bırakmayacağım ve bunu kendim için değil senin için yapacağım."
Ne demeye çalıştığını anlamamıştım. Kaşlarımı çatarak "Bu da ne demek oluyor?" diye sordum.
Rüzgar ifadesini koruyarak "Bu aptallığı yaptıktan sonra gidersen tekrar yapmayacağından emin olamam. Senin yaşamanı istiyorum, mutlu bir hayatın olsun istiyorum ve ben bunu sana vereceğim." deyince sinirlenerek "Hayat benim hayatımdı ama sen onu lekeledin bu yüzden artık onu istemiyorum!" diye bağırdım.
Rüzgar da sinirlenmişti. Üzerime doğru eğilerek "Sakın bir daha böyle bir şey yapayım deme!" diye bağırdı.
Hayatıma bu kadar çok müdahale etmesinden bıkmıştım artık. Ölüp ölemeyeceğime de mi o karar verecekti! Bu hakkı nereden alıyordu böyle!
Çok yakın durduğu için onu uzaklaştırmak istercesine ittim ama Rüzgar ellerimi tutarak beni engelledi.
Buz gibi bir ifadeyle gözlerine bakarak "Sırf sen dedin diye yapmayacak değilim!" diye meydan okudum. Hayatıma müdahale edemeyeceğini göstermek istemiştim.
Rüzgar ellerimi yatağa bırakırken yüzüne de tehditkar bir kıvrım yerleştirdi.
"Bu bir daha olursa ki ben asla buna izin vermeyeceğim bu ellerini bağlarım ve seni eve hapsederim. Hiçbir şey yapamazsın, hiçbir yere gidemezsin. Tabi bu süreçte seninle sadece ben ilgilenirim. Bir çocukmuşsun gibi seni doyurur ,yıkarım."
Gayet ciddi bir şekilde bakınca ben de ona inanamayan gözlerle bakakaldım.
"Bu hakkı nerden alıyorsun sen!"
Kelimeler öfkeyle sıktığım dişlerimin arasından parçalanırcasına çıkmıştı.
"Haklarımın neler olduğunu gayet iyi biliyorum Deniz ve ilk sırada seni korumak var!"
Gözlerini bir saniye bile benimkilerden ayırmamıştı.
"Bu sahte tavırların midemi bulandırıyor Rüzgar! Söylediğin bir kelimeye dahi inanmıyorum."
Ayaklarımı yataktan sarkıttım ve hızlıca kolumdaki serumu çıkardım. Rüzgar atılarak "Ne yapıyorsun sen!" diye çıkışınca onu umursamayarak yavaşça ayağa kalkıp kapıya yöneldim.
"Bitti! Gidiyorum ben. Sen çıkmıyorsan , ben senin hayatından çıkarım!"
Rüzgar hızlıca önüme geçip kapıyı kapatarak "Sence gitmene izin verir miyim?" diye sorunca başımı kaldırıp buz gibi bir ifadeyle ona baktım.
"Senden izin istemiyorum, ne yapacağımı söylüyorum!"
Birkaç saniye sessizce gözlerime baktı. Ne kadar da farklı görünüyordu gözleri. Daha önce görmediğim bir ifadeyle parlıyorlardı sanki. Neydi bu?
Hiç alışkın olmadığı bu bakışlardan kaçmak istercesine gözlerimi devirdiğim sırada Rüzgar'ın telefonu çaldı. Hemen telefonu açıp kulağına götürerek "Her şey hazır mı?" diye sordu. Karşı tarafın cevabı olumlu olmalı ki Rüzgar "Güzel!" deyip telefonu kapattı.
Arayan kimdi? Hazır olan şey neydi peki?
"Umrumda değil!" diye içimden geçirip tekrar kapıyı açmaya yeltendiğimde Rüzgar çevik bir hareketle beni kucağına aldı.
"N- ne yapıyorsun sen, indir beni!"
Böyle bir şey beklemiyordum bu yüzden şaşırmıştım ve şaşkınlığım sesime yansımıştı.
Rüzgar söylediklerimi görmezden gelerek odadan çıkınca bağırarak "İndir beni!" dedim.
Sesim koridorda yankılanınca herkes dönüp bize baktı. Ama bu Rüzgar'ın pek umrunda değil gibiydi.
Biraz daha sesimi kısık tutmaya çalışarak " Nereye götürüyorsun beni? Yere bırak diyorum sana!" deyince  "Seveceğin bir yere!" diyerek beni geçiştirdi.
Hastanenin çıkışına geldiğimizde benim çırpınışlarımı gören güvenlik görevlisi önümüze geçerek kontrol edercesine "Bir sorun mu var?" diye sordu.
Yüzüme yerleştirdiğim sahte bir ifadeyle "Yardım edin lütfen, bu adam beni zorla götürüyor!" diye korkuyla bağırdım.
Adamın yüzündeki ifade de anında değişti. Kaşlarını çatarak "Hemen hanımefendiyi yavaşça yere bırakın!" deyince Rüzgar onu da görmezden gelerek yürümeye devam etti.
Adam durdurmak istercesine Rüzgar'ın koluna dokununca  Rüzgar karanlık bakışlarını ona dikerek "Sakın!" diye gürledi.
Sesindeki ton adamın bir adım gerilemesine sebep olmuştu. Bense kollarının arasında korkuyla gerilmiştim.
"Karım o benim! Kim ne diyebilir onu götürüyorum diye!"
Tekrar yürümeye başladığında her ne kadar korkuyor olsam da "Karın değilim senin!" diye fısıldadım.
Rüzgar sessizce ilerledi ve beni arabaya  bindirirken "Meleğimsin sen benim." diye fısıldadı. Sonra da kapımı kapatarak hızlıca arabanın önünden dolaştı ve sürücü koltuğuna oturdu.
"Kemerini bağla!"
"Nereye götürüyorsun beni?"
Rüzgar bana dönüp "Kemerini bağla Deniz!" diye tekrarlayınca ben de ısrarla "Nereye götürüyorsun beni!" dedim.
Rüzgar uzanıp kemerimi tuttuğunda hızlıca elinden çekip "Cevap versene!" diye bağırdım.
Sakinleşmek istercesine dişlerini sıkıp derin bir nefes aldı. Sonra da tekrar kemerime uzandı.
"Hiçbir yere gitmiyorum!" diyerek tekrar kemeri çekince  "Deniz!" diye haykırdı.
"Seninle gelmek istemiyorum."
Sesimin kısık çıkması yetmezmiş gibi bir de yanaklarımdan aşağı bir damla kayıp gitmişti. Onun karşısında yine çaresiz görünüyordum.
Uzanıp kemerimi bağlarken "Yanımda olmanı istiyorum." diye mırıldandı. Onun sesi de en az benimki kadar kısık çıkmıştı ve bir o kadar muhtaç.
Vitesi geri takıp arabayı çıkardı. Daha fazla direnmem anlamsızdı. Çoktan  yola çıkmıştık.
Başımı geriye yasladım ve gözlerimi kapattım. Ne olacaksa olsun dercesine bir boş vermişlik bütün bedenimi ele geçirdiğinde uyku da yorgunluğumdan cesaret alarak kendini gösterdi.
Uçmak için deli gibi çırpınan bir kuş gibiydim şuan. Kaçmak için çabalayan ama kafesinden bir türlü çıkamayacağını kabullenip yorgunlukla pes eden  kanadı kırılmış bir kuş...

Hadi biraz hayal gücümüzü çalıştıralım. Nereye gidiyorlar?
Deniz in bundan sonraki tavrı nasıl olacak peki Rüzgar kendini affettirebilecek mi?






KURBANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin