KURBAN 2 - Bölüm 31 ( Final Öncesi Sessizlik)

11.4K 562 64
                                    

Elimde sıcacık kahvemle bahçede otururken yaşadığım onca şeyi düşünüyordum. Kendim için nasıl bir hayat planlamıştım ve şu an nasıl bir hayat yaşıyordum. Ben güçlü olmaya çalıştıkça hayat daha fazla yük bindiriyordu omuzlarıma. Katlanılması zor acılar, tahammülü ağır anılar biriktirmiştim.

Rahat bir nefes almaya ihtiyacım vardı, güçlü olmak için, takılmadan ilerleyebilmem için. Ne kadar da zordu bunu yapmak. Sınırlarımı zorluyordum hem de haddimden fazla. Yine de bütün bunların biteceğine olan inancım bana güç veriyordu.
...
Ertesi sabah uyandığımda komodinin üzerinde yeni ve fazlasıyla pahalı görünen telefonu görünce hiç şaşırmamıştım. Rüzgar hayatımda kırıp döktüğü bir şeyi daha onarmak istemişti. Telefonu elime alıp hızlıca aşağı indim ama Rüzgar ortalıkta görünmüyordu.

Rüzgar'ı ararcasına gözlerimi etrafta gezdirirken, "Yeliz!" diye seslendim.

Az sonra Yeliz ellerini bir havluyla kurulayarak salona girince, "Rüzgar nerede?" diye sordum.

Aceleyle, "Çıktılar onlar." deyip tekrar mutfağa döndü.

İkinci bir soru sormama bile fırsat vermediğine göre çok meşgul olmalıydı. "Nereye gitmiş olabilirler ki?" diye kendi kendime mırıldanırken mesaj sesiyle gözlerimi telefona çevirdim.

Telefonu açıp da gönderene bakınca şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım.

"Aşık bir adam."

Anlaşılan Rüzgar sadece telefonumu değil kendi adını da değiştirmişti.

"Günaydın meleğim." yazıyordu mesajda.

Bunu görmezden gelerek, "Kaçak bir adam yazmalıydın bence, nereye gittiniz sabah sabah? Ayrıca yaran henüz iyileşmedi bile!" yazıp gönderdim.

Az sonra telefonum tekrar bir mesaj sesiyle titredi. "Daha fazla erteleyemeyeceğim kadar önemli bir işim vardı. Kendimi gayet iyi hissediyorum, benim için endişelenme. Bu arada umarım yeni telefonunu beğenmişsindir."

"Ne işin var?" gibi sorularla konuyu daha fazla uzatmak istemedim. Bu yüzden sadece, "Evet." yazdım. Telefonu bırakıp mutfağa geçtim. Tahmin ettiğim gibi Yeliz kendini kaybetmiş bir şekilde oradan oraya koşturuyor, fırından bir tepsi çıkarıp bir diğerini yerleştiriyordu.

Hâlâ sıcak olan tepsilerden bir tane kurabiyeyi dikkatlice alırken, "Hayırdır, ne bu hazırlık?" diye sordum.

Yeliz fırının derecesini ayarlarken, "Akşama hazırlık yapıyorum." dedi. Sonra da ağzından bir şey kaçırmış olmanın verdiği şaşkınlıkla hızla elini ağzına götürdü. "Bir çeneni tutamadın Yeliz!"

Gülümseyerek yanına gittim. "Ne varmış akşam?" diye sordum daha fazla bilgi almak istercesine. Ama Yeliz başını hızla iki yana salladı. "Tek kelime daha söyleyemem!"

Tam ısrar etmek için niyetlenmiştim ki salondan telefonumun sesi gelince, "Hadi iyi kurtuldun." deyip mutfaktan çıktım. Telefon ısrarla çalmaya devam ederken hızlı adımlarla ilerleyip arayana baktım.

Eylül arıyor...

"Efendim Eylül."

"Hemen evden çıkıyorsun ve benimle buluşuyorsun. Çok acil!"

Eylül'ün fazlasıyla telaşlı olan sesine nazaran sakin çıkan sesimle, "Ne oldu yine?" diye sordum.

"Ya ne demek ne oldu? Kızım bir ay sonra evleniyorum ama benim henüz bir gelinliğim bile yok. Alışverişe gitmeliyiz. Harika modeller buldum, hepsini denemeliyim. Ya nasıl karar vereceğim..."

Eylül kendini kaybetmiş bir şekilde konuşmaya devam ederken telefonu kulağımdan uzaklaştırıp sakinleşmesini bekledim. Az sonra nefes almak için susunca bu fırsatı hiç kaçırmadan, "Tamam konum at, bir saate yanındayım." deyip cevap vermesini bile beklemeden kapattım. Çünkü saatlerce konuşmaya devam edeceğinden emindim.

Odama çıkıp rahat kıyafetler ve spor ayakkabılarımı giyindim. Fazlasıyla yorucu bir gün olacaktı ve kesinlikle hazırlıklı gitmeliydim. Merdivenleri koşar adım inip salondan geçerken, "Ben çıkıyorum." diye seslendim. Yeliz salona gelip de, "Güle güle." dediğinde ben çoktan dışarıya çıkmıştım bile.

Arabaya binip kemerimi bağladım. Kontağı çevirmeden telefonumu kontrol ettim. Eylül'ün gönderdiği konuma gittiğimde o çoktan alışverişe başlamıştı bile. Kolunun altına sıkıştırdığı dergi sayfalarıyla fazlasıyla kabarık olan ajandayı görünce umutsuzca iç çektim. "Sanırım bu alışveriş en kötüsü olacak!"

Eylül beni görünce, "Kızım nerede kaldın!" diye söylendi.

Çok heyecanlı görünüyordu. Nasıl olmasındı ki? Her genç kızın hayali değil miydi gelinlik alışverişi? Bu yüzden yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim ve en iyi arkadaşımın en güzel gününde hiç sıkılmadan ona yardımcı olmak için yanına gidip, "Nereden başlıyoruz?" diye sordum.
...

Beş mağaza ve onlarca denenen gelinlikten sonra yorgun bir şekilde başka bir mağazaya girdik. Köşede duran bembeyaz ve kabarık prenses model bir gelinliği görünce büyülenmiş bir şekilde ve büyük bir umutla, "Eylül?" diye seslendim.

Gelinliğe yaklaşarak, "Bence aradığımız gelinlik bu, kesinlikle denediklerinin en iyisi. Hadi dene." dedim.

Eylül gelinliğin sağına soluna hızlıca bakındıktan sonra başını iki yana sallayarak, "Sanırım ben balık model istiyorum." dedi.

Şaşkın ve biraz da sinirli bakışlarımı ona çevirerek, "Bunu onlarca gelinlikten sonra mı fark ettin!" diye azarlarcasına söylendim.

Bir saat sonra –nihayet– bir gelinlik beğenip fazlasıyla yorgun bir şekilde mağazadan ayrıldık. Arabaya binerken, "Artık ayakkabıya da yarın bakarız." dediğinde inanamayan gözlerle ona baktım. Bu tepkim karşısında Eylül yüksek bir kahkaha attı.

"Şaka şaka, onu aldım çoktan."

...

Eylül'ü evine bıraktıktan sonra ben de eve geçtim. Arabadan inip eve doğru ilerlerken aklımdaki tek şey sıcacık bir duş ve ardından da ayaklarımı uzatıp kitap okumaktı. Kapıya gelince açık olduğunu fark ettim. Bunu pek umursamadan kapıyı ittiğimde bütün zemini kaplayan beyaz gülleri görünce şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. Yavaşça ilerleyip salona geçtim. Gördüğüm manzarayla resmen büyülendim. Her yerde beyaz güller vardı. Sanki güllerden oluşan bir halı tüm zemini kaplamıştı. Koltukların üzerinde, masaların üzerinde, gözümün gördüğü her yerde beyaz güller vardı.

Merdivenlere doğru yöneldim. Basamaklara yol gösterircesine dizilmiş olan kırmızı gülleri izleyerek odama kadar çıktığımda nedense bir an kapıyı açmaya cesaret edemedim. Sanki bunu yapmaya gücüm yokmuş gibi olduğum yerde birkaç saniye öylece bekledim. Gözlerimi kapattığım bu birkaç saniyede burada geçirdiğim zamanlar hızla akıp gitti düşüncelerimde. Çok zor zamanlar geçirmiştim bu evde. Fazlasıyla ağır, tahammülü zor anılar bir anda üşüştü düşüncelerime ve bir damla gözyaşı bu kadar yükü taşıyamayarak süzüldü yanaklarımdan hiçliğe.

Sonra derin bir nefes alıp gözlerimi açtım ve kapının kolunu yavaşça kıvırdım. İçeriye doğru bir adım attığımda gözüme ilk çarpan şey beyazlığıyla bütün odayı aydınlatan o şahane gelinlik oldu. Şaşkınlığım her saniye daha fazla artıyordu. İlerledim ve tam karşısına geçip ona bir kez daha baktım. "Demek Eylül de işin içindeydi." diye mırıldandım.

"Duyduğuma göre bu gelinliği çok beğenmişsin."

Rüzgar'ın sesiyle dönüp ona baktım. "Demek oyununa Eylül'ü de dahil ettin."

Rüzgar bir adım yaklaşarak, "Aslında daha fazlasını." dedi. "Aşağıdalar, bizi bekliyorlar."

Kaşlarımı kaldırarak, "Herkes mi?" diye sorunca Rüzgar bir adım daha yaklaşarak, "Herkes!" diye fısıldadı. Son küçük bir adımla aradaki mesafeyi kapatarak elini belime doladı. O kadar çok yavaş hareket ediyordu ki sanki korkmamdan çekiniyormuş gibiydi.

Elini usulca belimde gezdirirken eğildi ve kulağıma fısıldadı. "Özür dilerim!"

Eli kollarıma kaydı. Okşarcasına kollarımdan yukarı kaydırırken tekrarladı. "Özür dilerim!"

Boynuma geldiğinde eli burada biraz oyalandı. Parmaklarını minik hareketlerle kımıldatırken bir kez daha, "Özür dilerim!" dedi.

Geri çekilip gözlerime baktı. Titreyen elleriyle yanağıma dokunduğunda istemsizce bir damla kayıp gitti. Elinin tersiyle yanağımdaki ıslaklığı silerken son defa fısıldadı. "Özür dilerim!"

Bir damla da onun yanaklarından kayıp gidince kendimde onu silecek gücü bulamadım. Sessizce karalarına baktım. Bocalıyordum. Yanlış bir şeyler söylemekten korkarcasına dudaklarımı birbirine bastırdım ve derin bir nefes aldım.

Dudaklarım ağlama isteğiyle titreyince saklanmak istercesine başımı öne eğip alnımı Rüzgar'ın göğsüne yasladım. Ne kadar da ironikti, ondan saklanmak için yine ona saklanıyordum. Bu gece gerçekten de çok zor olacaktı, buna emindim. Rüzgar usulca kollarını bana dolayıp saçlarımdan öptü ve "Seni çok incittim, biliyorum." diye fısıldadı. Sonra derin bir nefes alıp ekledi: "Ama artık böyle bir şey olmayacak!"

Bir kez daha saçlarımdan öpüp geri çekildi. Puslu karalarını kısarak bir süre gözlerime baktı. Bir adım geri çekilip boğazını temizlemek istercesine hafifçe öksürdü.

"İzin ver sende açtığım tüm yaraları sana olan aşkımla sarayım. İzin ver bundan sonra aldığın her nefeste yanında olayım. İzin ver bunca zamandır yalanlarla yaşamış bu adam hayatında ilk defa doğru bir şey yapsın."

Cebinden siyah kadife bir kutu çıkardı ve "Seni sevmeme izin ver Deniz!" diyerek yere diz çöktü. Elindeki kutuyu açıp hafifçe kaldırarak, "Lütfen evlen benimle!" diye yalvarırcasına fısıldadı. "Evlen benimle!"

Her genç kızın duymak istediği o sihirli kelimeleri şimdi benim için fısıldıyordu. Benim hikâyem çok daha farklı olsa da bu kelimelerle taçlanacaktı. Ya son ya da yeni bir başlangıç olacaktı.

"Evlen benimle!"

Rüzgar'ın sesi hâlâ kulaklarımda yankılanırken sessizce ona bakıyordum. Bir cevap bekliyordu benden, evet dememi bekliyordu. Hemen arkamda duran bu şahane gelinliği giyinip onunla birlikte yeni bir hayata adım atmamı bekliyordu. Ama ben tepkisiz bir şekilde öylece ona bakıyordum. Ne kadar da zordu cevap vermek, "Tamam, seninle evlenirim." demek.
Rüzgar her şeyi en başa mı almak istiyordu ya da yeni bir hikâye mi yazmak istiyordu bilmiyordum ama şu an bana aşkla baktığından emindim. Tam da istediğim gibi. Bir zamanlar ona baktığım gibi.

Sessizliğim onu rahatsız edince kaşlarını çatarak ayağa kalktı. Sonra dudaklarına yerleştirdiği buruk bir kıvrımla, "Peki." dedi. Benden gelecek her türlü cevaba hazırdı, razıydı çünkü bana karşı hâlâ kendini suçlu hissediyordu. Yine de pes etmeye niyeti yoktu.                                                                                     

Tam bu sırada kapı tıklatılınca ikimizde dönüp baktık. Yeliz yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, "Acele edin lütfen, herkes sizi bekliyor." deyip çıktı. Rüzgar bakışlarını yavaşça elindeki yüzüğe kaydırdı. Kutusundan çıkarıp avucunun içine alırken, "Annemindi." diye mırıldandı. Sonra da yanıma gelerek yüzüğü bana verdi.

"Eğer bu yüzüğü takıp da aşağı inersen beni dünyanın en mutlu erkeği yapmış olursun." Yüzüğü tutan elime sıcacık bir öpücük kondurdu ve "Aşağıda bekliyor olacağım seni." diyerek odadan çıktı.

Birkaç saniye olduğum yerde öylece durup bekledim. Düşündüm olanları, olacakları. Sonra da dönüp gelinliğe baktım. Nasıl da güzel görünüyordu. Bembeyaz, masum, huzurlu, tertemiz... Yani benden çok uzak.

"Seni hazırlayalım mı gelin hanım?"

Eylül ve Yağmur gülümseyerek yanıma gelince aklımdaki düşüncelerden sıyrılarak, "Olur." diye mırıldandım.

...
Hazırlıklar bitince geri çekilip bana baktılar. Eylül'ün gözleri dolunca sitem edercesine, "Hemen aşağı inmezsem ağlayacağım ve saatlerce uğraştığım makyajım bozulacak!" deyip yanağıma bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Yağmur da yüzünde kocaman bir gülümsemeyle, "Bence abim sana bayılacak." deyip çıktı.

Şimdi aşağı inme sırası bendeydi. Masanın üzerinde duran yüzüğü elime aldım ve parmağıma takmadan önce birkaç saniye durup bekledim. Sonra derin bir nefes alıp ayağa kalktım ve gelinliğin eteğini kaldırarak yavaşça ilerlemeye başladım. Sanki her adımda daha da ağırlaşıyordum. Merdivenleri inerken hemen aşağıda simsiyah takımıyla Rüzgar'ı görünce, siyah gelinliğimle ona doğru yürüdüğüm anı düşünmeden edemedim. Şimdi rolleri mi değişmiştik yani ya da Rüzgar neler hissettiğimi mi anlamak istemişti?

Birkaç basamak daha inip diğerlerini de gördüğümde yine şaşkınlıktan dudaklarım aralandı. "Bu gece daha fazla şaşırmak istemiyorum." diye geçirdim içimden.

Herkes beyazlar içindeydi.

Şimdi emindim, bunu yine başka bir hatasını daha düzeltmek için yapmıştı. Rüzgar başını çevirip de beni görünce resmen donup kaldı. Omuzlarını bile hareket ettirecek kadar derin bir nefes alıp bana doğru bir adım attı. Bütün yüzüne yayılan gülümsemesiyle elini uzatarak, "Meleğim." dedi. "Büyüleyici görünüyorsun."

Uzanıp elini tuttuğumda salonda alkış sesleri yükseldi. Rüzgar'ın gözleri elimdeydi. Yüzüğü takıp takmadığımı görmek istiyordu ve istediğini görünce de yüzündeki gülümseme daha da derinleşti. Beni yavaşça kendine çekip elime öpücük kondururken başımı çevirip etrafıma bakındım. Ömer ve Eylül hemen yanımızda gülümseyen gözlerle alkışlıyorlardı. Biraz gerisinde Yeliz'i ve Gökalp'i deli gibi alkışlarken gördüm. Diğer çalışanlar da aynı heyecanla alkışlıyorlardı.

Toprak'ı aradı gözlerim. O da diğerleri gibi mutlulukla ve heyecanla alkışlıyor muydu bizi? Biraz daha bakındıktan sonra pencere kenarındaki bir masada bana bakan Toprak'ı fark ettim. Diğerleri kadar olmasa da şefkatli bir tebessümle usulca alkışlıyordu. Rüzgar yavaşça bizim için ikinci defa hazırlanan nikâh masasına doğru yürümeye başladığında cesaret almak istercesine son defa Toprak'a baktım ve derin bir nefes aldım. Elimi hızla Rüzgar'ın elinden çektim. Bu hareketimle alkışlar bir anda kesilince Rüzgar anlamak istercesine kaşlarını çatarak bana baktı.

Yüzüme yerleştirdiğim dümdüz bir ifadeyle, "Sana bazı şeylerin özrü yok demiştim!" dedim.

Rüzgar şaşkınlıkla dudaklarını aralayınca buz gibi bir sesle, "Bu hata affedilmemeli!" diye ekledim.

Derin bir sessizlik salonu sarınca Rüzgar'a doğru cesurca bir adım attım. "Sana bir hikâye anlatmak istiyorum!" dedim. Sonra hemen başımı kaldırıp diğerlerine baktım. "Size bir hikâye anlatmak istiyorum!"

Rüzgar karalarını bir saniye olsun benden ayırmadan bakınca dudaklarımda alaycı bir kıvrımla, "Karanlık prens ile küçük köylü kızının hikâyesi bu." dedim. Tıpkı onun da dediği gibi.

"Bir zamanlar masum, kendi halinde küçük bir köylü kızı varmış. Bir melek kadar saf ve temizmiş. Sonra bir gün hayatına karanlık prens girmiş ve onu kendi bataklığına çekmeye başlamış. Küçük kız ne kadar dirense de o pisliğe batmaktan kurtaramamış kendini ve bir gün bakmış ki tamamen balçıkla sıvanmış. O saf ve temiz kız artık yokmuş. O gün yemin etmiş bu küçük kız. Onu hiç çekinmeden karanlığa mahkûm eden bu prensten intikam alacağına yemin etmiş. Öyle sinsice planlar bilmezmiş ama karanlık prense onun silahıyla saldıracakmış. 'Duygularıyla oynamak!' Küçük kız, karanlık prensin dünyasına öyle bir girmiş ki, onun o kapkara kalbini kendine köle etmiş. Canına kıymak pahasına bu prensi kendine aşık etmiş. Karanlık prensin ruhu bile duymamış, aksine her gün daha fazla bağlanmış küçük kıza.

Hikâyenin sonunda küçük kız, her şeyiyle kendisine gelen bu karanlık prensi terk etmiş. Onu kendi karanlığına gömmüş. Neye uğradığını anlamayan prens, sevdiği kadın olmadan geçen her güne lanet etmiş, en çok da masum, tertemiz bir meleği, gözü kararmış bir şeytana dönüştürdüğü için kendine lanet etmiş."

Gözlerimi Rüzgar'a çevirerek duygusuzca, "Nasıl, beğendin mi hikâyemi?" diye sordum.

"Başarabildim mi senin gibi hikâye anlatmayı!"

Rüzgar dudaklarında buruk bir kıvrımla başını yavaşça sallayınca öfkeyle yüzümü buruşturdum. Başımı hızla iki yana sallarken, "Hayır!" diye haykırdım. "Hayır, senin kadar acımasız olamadım!"

Durup birkaç saniye bekledim. Kelimeleri aklımda toparlamaya çalışıyordum. Bakışlarımı tekrar Rüzgar'a çevirerek, "Belki biraz teselli olursun diye söylüyorum. Çok zorlandım." dedim. Yaklaştım ve daha yakından baktım karalarına. "Senin kadar duygusuz, ruhsuz olamadığım için çok zorlandım. Vazgeçmek, bırakmak istedim."

Hızla arkamı dönüp ondan birkaç adım uzaklaşırken mırıldandım. "Ama durmadım. Ne kadar çok yükselirsen düşüşün o kadar sert olur."

Durup tekrar ona baktım. Öfkeyle gözlerimi kıstım, "Düşünce paramparça ol istedim." dedim. "Şu an göründüğün gibi yani!"

Kimseden çıt çıkmıyordu. Herkes şok olmuştu. Kimse, hiç kimse benim bu kadar ileri gidebileceğimi tahmin edememişti. Çünkü ben her zaman kocaman kalbimle bütün hataları, yanlışları affederdim, her şeye rağmen gülümserdim. Ama kimse benim ne kadar çok canımın yandığını bilmiyordu. Paramparça olmuş kalbimi, onurumu, gururumu kanaya kanaya toparlamaya çalıştığımı kimseler göremiyordu. Ama bugün ben sırtıma saplanmış olan hançeri çıkarmış ve Rüzgar'ın kalbine saplamıştım. Artık o küçük kız büyümüş ve intikamını almıştı.

Üzerimde hissettiğim şaşkın bakışları görmezden gelerek, "Oyun bitti Rüzgar!" diye bağırdım. "Seni terk ediyorum!"

Tek kelime bile etmedi Rüzgar. Sessizce bakmayı tercih etti. O da tahmin edememişti onun kadar acımasız olacağımı ya da şu an sadece kendine kızıyordu bunları yapmak zorunda bıraktığı için beni. İlerledim ve tam karşısına gelince parmağımdaki yüzüğü çıkarıp ona uzattım.

Acımasızca, "Bunu hak etmediğini söyleme!" dedim tam da söz verdiğim gibi. "Bitti!" diye mırıldandım son kez ve gelinliğin eteğini kaldırarak çıkışa doğru yürümeye başladım.

Gökalp'in yanından geçerken durup mavilerine baktım. Şaşkın ifadesinin ardındaki öfkeyi görebiliyordum. Ama bu öfkesi bana değildi buna emindim. O gece beni geri getirdiği için kendine kızıyordu, bütün bunların tek suçlusu olduğunu düşünüyordu. Bense kendimle gurur duyarcasına başımı dikleştirerek baktım. "Şimdi bir kez daha düşün." dedim. "Yeni bir hayata başlayabiliyor muyum, başlayamıyor muyum?"

Nasıl da küçümsemişti beni, belki de acımıştı bana. Ne geri dönmeye cesaretim olacağını ne de Rüzgar olmadan yaşayacağımı düşünmüştü. Şimdi ona yanıldığını bariz bir şekilde göstermiştim. Gökalp de sessiz kalmayı tercih etti. Ne diyecekti ki, ne diyebileceklerdi? İkisi de beni bu noktaya iten kişiler değil miydi? Şimdi karşıma geçip de nasıl bağırıp, çağırıp isyan edeceklerdi!

Öfkeden koyulaşan mavilerini yavaşça öne eğince gözlerimi Yeliz'e çevirdim. Hayal kırıklığıyla "Neden?" diyen bakışlarını görmezden gelerek, "Seninle hiçbir problemim yok Yeliz." dedim. "Bana hep çok iyi davrandın. Sana karşı daima samimiydim, teşekkür ederim."

Tekrar yürümeye başladığımda, "Deniz?" diyen Toprak'ın sesiyle dönüp ona baktım. Yağmur'un elinden tutmuş bana doğru gelirlerken, "Lütfen beni durdurmaya çalışma!" diye içimden geçirdim. "Çünkü sana karşı gelecek gücüm yok!"

Az sonra yanıma gelip de sessizce gözlerime bakınca deminden beri tutmaya çalıştığım gözyaşları usulca akmaya başladı. Çok fazla şey söylemek istiyordum ona. "Abi çok canımı yaktı, ben de onunkini yakmak istedim." demek istiyordum. Bana böylesine sessizce baktıkça kendimi daha da kötü hissediyordum. Küçük kız kardeşinin böyle iğrenç oyunlar oynayan birine dönüştüğünü düşündüğüne emindim. Acaba bu yüzden benden nefret eder miydi ya da belki sağlam bir tokat atardı aklımı başıma getirmek için.

"Abi!" diye fısıldadım ağlamaklı çıkan sesimle. Güçsüz ve bir o kadar yalvarırcasına çıkan bir fısıltıydı bu ama ulaşmıştı ona.
Toprak uzanıp yanağımdaki ıslaklığı silerken, "Bitti!" dedi. Daha sonra eğilip elimden tuttu ve önce Yağmur'a sonra da bana bakıp, "Eve gidiyoruz." diyerek yürümeye başladı.

Ne kadar da farklı görünüyordu Toprak. Çok daha kendinden emin, çok daha cesur, çok daha güçlü.

"Karımı ve kardeşimi de alıp buradan gideceğim!" demişti aylar önce, tam da burada. Şimdiyse dediğini yapıyordu. Yeni hayatımıza doğru çok daha farklı kişiler olarak, emin adımlarla ilerliyorduk. Kimse eskisi gibi olmayacaktı, olamayacaktı. Hiçbir şey unutulmayacaktı evet ama hatırlanmayacaktı da. Pek çok kişinin kurban olduğu bu hikâye bir daha okunmamak üzere kapatılacak ve en tenha bir köşede tozlanmaya mahkûm olacaktı.

Nefrete kurban edilmiş ve intikam ateşinde yanmaya mahkûm bir aşk asla galip gelemez. Aşk her şeyi affedemez.

Biz buyduk işte! Siyah ve beyazın aşkı. Bu kadar aykırı, bu kadar imkânsızdık. Ne beyaz kabul ederdi siyahla kararmayı ne de siyah isterdi aydınlansın karanlığı.


                            

KURBANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin