KURBAN 2 - Bölüm 27

11.3K 519 47
                                    

Gözlerimi yavaşça aralarken bütün genzime dolmuş olan bu kokuyu nerden hatırlıyorum diye düşünmeden edemedim. Başımı çevirip uykulu gözlerle etrafa bakınınca nerede olduğumu anlamam uzun sürmedi.
"Seveceğin bir yer derken demek dağ evini kastettin Rüzgar!" diye mırıldanırken yavaşça doğruldum. Gözlerim  hemen üzerimdeki kıyafetlere takıldı. Buraya gelirken o siyah gelinlik hala üzerimdeydi ama şimdi ise tayt ve kazak vardı.
Öfkeyle kaşlarımı çatarak "Pislik herif!" diye söylendim. Sonra da yataktan çıkıp kapıya yöneldim. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum ama hava çoktan kararmıştı. Yavaş adımlarla salona doğru ilerlerken burnuma gelen nefis kokularla ne kadar da acıktığımı fark ettim. Direkt mutfağa yöneldim ama kapısının önüne gelince olduğum yerde kalakaldım. Rüzgar usta bir şef edasıyla mutfakta oradan oraya koşturup duruyordu. Yüzündeki ifadeye bakılırsa da ne yaptığını gayet iyi biliyor gibiydi.
Beni fark edince gülümseyerek "Uyanmışsın hadi gel otur, yemek beş dakikaya hazır." dedi. Gerçekten de çok acıkmıştım bu yüzden hiç inatlaşıp sorun çıkarmaya niyetim yoktu. Sessizce ilerledim ve masaya oturdum. Masaya özenle dizilmiş olan tabak, bardak, kaşık ve çatallara bakarken etkilenmedim diyemem doğrusu.
Yemekleri servis etmeye başladığında sinirli bir ifadeyle "Nasıl üzerimi değiştirirsin!" diye azarladım. Ama Rüzgar beni görmezden gelerek kalkıp dolaptan içecek bir şeyler çıkardı.
"Ne içersin güzelim?"
Arkamı dönüp dümdüz bir ifadeyle ona baktım.
"Konuyu değiştirme!"
Rüzgar iki kutu meyve suyunu dolaptan çıkarıp yanıma geldi ve elindekileri masaya bıraktı. Sonra da eğilip saçlarımdan öptü.
"Bunları düşünme sen ,hadi yemeğini ye."
Geri çekilip yerine otururken öylece bakakaldım. Nasıl bu kadar rahat davranabiliyordu. Sanki her şey yolundaymış ve biz çok mutlu bir çiftmişiz gibi.
Buz gibi bir sessizlik mutfağı sarınca duyulan tek şey çatal ve bıçağın seramik tabakta bıraktığı sesti. Bu durum da fazlasıyla gerilmeme sebep oluyordu.
Buna bir son vermek istercesine sessizliği bozarak "Neden buraya geldik?" diye sordum.
"Burası annemin güzel anılarıyla dolu ,seninle kirletmek istemiyorum!"
Kelimelerimi, ona zehirli bir ok gibi saplanması için özenle seçmiştim.
Rüzgar elindeki kadehten bir yudum aldıktan sonra masaya bıraktı ve kollarını masaya yaslayıp öne doğru eğildi. Gözlerini bana sabitleyerek bir süre öylece baktı. Ne yaptığını anlamaya çalışırcasına ben de ona baktım ve geçen her saniye kaşlarımı çattım.
"Ne? Neye bakıyorsun?"
Dudaklarına yerleştirdiği sevimli bir kıvrımla "Karıma." deyince sesimin duygusuz çıkmasına özen göstererek "Seni kocam olarak görmüyorum ben!" dedim.
Rüzgar dudağındaki kıvrımı biraz daha büyüterek "Edeceksin." dediğinde onu hiç ciddiye almadığımı belli eden bir ifadeyle başımı iki yana salladım.
"Çok beklersin!"
Masadan kalkıp yanıma geldi ve tam önümde diz çökerek "Sen gelene kadar bekleyeceğim." diye fısıldadı.
Bir an, kısacık bir an kalbimin acıdığını hissettim ve sanki nefes alamadım. Rüzgar'ın bu kelimeleri kalbime ulaşabilmiş miydi gerçekten! Samimiyetini hissedebilmiş miydim!
Rüzgar ayağa kalkıp salona doğru ilerlerken "Yemeğini bitirdiysen dışarıya gel, sana göstermek istediğim bir şey var." dedi. Henüz bitirmemiştim ama ne göstereceğini merak ediyordum. Ayrıca beni neden buraya getirmişti öğrenmek istiyordum.
Masadan kalkıp ardından dışarı çıktım.
Rüzgar karanlığın içinde öylece bekliyordu. Biraz daha yaklaştığımda elinde bir şeylerin olduğunu fark ettim. Anlamak istercesine biraz daha yaklaştım.
Rüzgar'ın elindeki siyah gelinliği görünce olduğum yerde durup bekledim.
Sinirlenerek "Bunu mu gösterecektin yani!" diye söylenerek geri döndüğümde Rüzgar "Bekle!" diyerek beni durdurdu.
Hızla ona döndüm.
"Ne var!"
Rüzgar gelinliği yere attı ve üzerine bir şeyler döktükten sonra cebinden çıkardığı çakmakla onu ateşe verdi.
Alevler birden büyümeye başlayınca Rüzgar yavaşça birkaç adım geriledi.
"Canım yandı Deniz! Seni bu gelinlikle kanlar içinde görünce canım daha önce hiç yanmadığı kadar çok yandı. Nefes alamadım, sen gözlerini açana kadar boğuluyorum sandım. Şimdi bunu yakınca rahatlarım diye düşünmüştüm ama hayır! Aksine bu alev beni içine aldı. Yüreğim yangın yeri, vicdanım kavruluyor!"
Yavaşça dönüp bana baktığında alevlerin aydınlattığı karalarının buğulandığını fark ettim.
Az sonra tam karşıma geldi ve bir süre  sessizce bana baktı. Elini kaldırıp yanağıma dokunmak istemişti ama yapmadı, yapamadı. Eli havada öylece bekledi.
Başımı eğip, gözlerimi kaçırdığım sırada beni kendine çekip sıkıca sarıldı.
"Sakın, sakın bir daha böyle bir şeye kalkışma! Sakın kendine zarar verecek bir şey yapma!"
Başını eğip saçlarımdan öptü ve ekledi. "Sensiz yaşayamam!"
Kollarımı kaldırıp ona sarılmak istesem de  bunu yapmadım. Gözyaşlarımı engelleyecekmiş gibi gözlerimi kırpıştırıp durdum. Ağlamak istemiyordum, zayıf olmak istemiyordum ya da onun pişmanlığını, endişesini hissetmek istemiyordum. Eğer bunu yaparsam duvarlarımı yıkar hepten savunmasız kalırdım.
Yağmur yavaştan yağmaya başladığında Rüzgar'ı iterek bir adım geri çekildim. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Düşen her yağmur damlası gözyaşlarını saklamaya çalışsa da buğulanmış karaları kendini ele veriyordu.
Başımı iki yana sallarken "Yapamıyorum, ben seni affedemiyorum!" diye fısıldadım. Sonra da arkamı dönüp koşarak içeri girdim. Odama geçip kapıyı kapattım ve hemen olduğum yere yığılırcasına oturdum. Artık gözyaşlarımı tutmama gerek yoktu bu yüzden onları serbest bıraktım. Ne kadar da yorulmuştum. Bedenim nasıl da güçsüz kalmıştı onca yaşananların karşısında. Artık kaldıramıyordum ve yeni bir şeye yetecek ne gücüm ne sabrım vardı.
Ayağa kalktım ve üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp yorganın altına girdim. Boğazıma kadar çekip gözlerimi sıkıca kapattım. Acımı dindirmiyordu ama bir süreliğine hafifletiyordu uyku. Bu gece de teselli ararcasına kapatmıştım gözlerimi.

...

Birinin sıcaklığını hissetmek huzurlu hissetmekse eğer çoktan aşk tohumları yeşermeye başlamış ve güven suyuyla büyümeye devam edecek demektir.
Benim tohumlarım çoktan ekilmişti ama Rüzgar üzerine basıp geçerek yeşeren her dalı hiç acımadan ezmişti. Buna rağmen  şuan onun sıcaklığında huzuru hissetmem haksızlık değil miydi gururuma, onuruma.
Gözlerimi henüz açmamıştım ama Rüzgar'ın hemen yanımda uyuduğunu hissedebiliyordum. O baş döndürücü kokusunu duyabiliyordum.
Yavaşça kıpırdandım ve sonra da gözlerimi açtım. Rüzgar kolunu başının altına almış beni seyrediyordu. Gözlerimiz buluştuğunda hafifçe tebessüm etti. Dudaklarına yorgun bir kıvrım yerleştirerek "Günaydın." diye fısıldadı. Sahi ne kadar da yorgun görünüyordu. Teni daha da beyaz, gözlerinin etrafı ise koyu bir halkayla çevriliydi.
Bir an nasıl oldu ya da neden yaptım bilmiyorum elimi uzattım ve yanağına dokundum. Bu hareketimle gözlerini sıkıca kapattı. Başını yana çevirip elimin ayasına sıcacık bir öpücük kondurdu. "İyiyim ben endişelenme."
Kaşlarımı çatarken "Nasıl anladı ki endişelendiğimi?" diye  düşünmeden edemedim. Sonra da elimi hızla geri çektim. Yataktan çıkarken "Burada uyuyabileceğini kim söyledi!" diye tersledim.
Biraz ilerideki dolaba doğru yürürken "Uyumadım ki!" deyince durup ona baktım.
"Şuan hala yataktasın Rüzgar!"
"Evet ama hiç uyumadım. Bu yüzden kızmana gerek yok!"
Bu kadar yorgun görünmesinin sebebi bu olmalıydı.
"Neden uyumadın?" diye sordum ve o daha hiç konuşmadan ekledim "Sakın seni seyretmek için deme!"
Rüzgar benim buz gibi sesime rağmen gülümseyerek doğruldu.
"Hayır güzelim uyuyamıyorum sadece. Neyse sen beni boş ver de üzerine bir şeyler giyin. Üşüteceksin."
Rüzgar'ın gözleri vücuduma kayınca ben de başımı eğip kendime baktım. Üzerimde sadece iç çamaşırlarım vardı. Dün gece ıslanınca kıyafetlerimi çıkarıp hemen yatağa girmiştim.
Dolaba dönüp kıyafet alırken artık  Rüzgar'ın karşısında utanmadığımı fark ettim.
Ben kıyafetlerimi giyinmeye başladığımda yataktan kalkıp yanıma geldi. Uzanıp bileklerimi elleri arasına alarak "Sargılarını değiştirelim." dedi.
Umursamaz bir tonda "Gerek yok!" diyerek elimi çektim.
Rüzgar sanki beni duymamış gibi kolumdan tutarak çekiştirmeye başladı. Salona geçince koltuğa oturtup ,sehpanın üzerindeki paketi açmaya başladı.
Sinirlenmiştim. "Ne dediğimi duymuyor musun? Gerek yok dedim!"
Rüzgar sargı bezinden bir parça keserken  "Duyuyorum ama dinlemiyorum." dedi. "Çünkü o sargı bezlerinin değişmesi gerekiyor!"
Bu söylediği beni daha fazla sinirlendirmişti. Hızla ayağa kalkıp yürümeye başladığımda Rüzgar anında beni durdurarak "Kendine gel Deniz! Sana yardımcı olmaya çalışıyorum, göremiyor musun?" diye çıkıştı.
Dümdüz bir ifadeyle "Görüyorum ama umursamıyorum!" dedim.
Birkaç saniye duraksadı. "Sen her zaman bu kadar inatçı mıydın?"
"Ne saçmalıyorsun sen!" diyerek arkamı döndüğümde birden ayaklarım yerden kesilince ufak bir çığlığı kopardım.
"Ne yapıyorsun, indir beni!"
Rüzgar yavaşça beni koltuğa bırakınca tekrar kalkmak için hareketlendim. Bu defa omzumdan tutup bastırarak "Bir daha kımıldarsan yemin ederim seni bağlarım!" diye azarladı.
Pes ederek oturdum ve suratımı astım. "Sen de çok meraklısın beni bağlamaya!"
Rüzgar hiçbir şey söylemedi ama gülümsediğini görebiliyordum.
O ,sargıları değiştirirken ben de huysuzca kendi kendime söylendim.
"Gıcık, pislik herif, kaba, zorba, yontulmamış odun! Duyuyormuş da dinlemiyormuş! Ne zaman dinledin ki beni zaten!"
Rüzgar son bandı da yapıştırdıktan sonra birden üzerime doğru eğilince panikleyerek geriye yaslandım. Ellerini başımın iki yanından koltuğa yaslayıp iyice yaklaşarak " Hadi konuş seni dinliyorum." deyince gürültülü bir şekilde yutkundum.
Afallayarak "N-ne yapıyorsun, geri çekil!" diye kekeleyince Rüzgar ciddi bir şekilde "Hayır seni dinliyorum. Konuş hadi. Deminden beri homurdanıp duruyorsun." dedi.
Beni köşeye sıkıştırdığını düşündüğüne emindim. Derin bir nefes aldım ve "Söyler misin, az önce senin yüzünden kestiğim bileklerimi sarıp şimdi de bana bu kadar yakın olman sence de yüzsüzlük değil mi?" diye sordum.
Yüzündeki ifade anında değişti, bütün vücudu gerildi. Kaşlarını çatıp "Henüz yeterince yakın değilim!" diyerek eğildi ve dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. Onu kendimden uzaklaştırmak için seçtiğim kelimeler işe yaramamıştı aksine onu bana daha da fazla yaklaştırmıştı.
Geri çekilerek gözlerime baktı. Beni öpebileceğini hiç düşünmemiştim bu yüzden şaşkın bir ifadeyle ona bakakaldım.
" Yüzsüzlük değil, telafi! Bu yaraları ben açtıysam yine onu saracak olan da ben olmalıyım."
Alaycı bir şekilde gülümsedim ve "Doğru, gözyaşlarım için de 'Onları akıtan da silen de ben olduğum sürece sorun yok!' demiştin. Nasıl unutmuşum bunu! İşte sen bu kadar bencil birisin Rüzgar!" dedim.
Rüzgar  gözlerini kısarak "Bunu bilerek yapıyorsun!" dedi.
"Bilerek canımı yakacak kelimeleri seçiyorsun. Hatamı biliyorum ve yemin ederim ki telafi edebilmek için elimden geleni yapıyorum. Sana doğru bir adım atıyorum ve sen de elindeki hançeri her defasında kalbime saplıyorsun. Nefesim kesiliyor, canım acıyor ama ben diyorum ki 'Rüzgar oğlum hak ettin sen bunu!'. Sonra da bu acıyı sırtlayıp sana doğru tekrar bir adım atıyorum ve sen yine saplıyorsun o hançeri. Biliyor musun bu kör döngü elbet bir gün sona erecek, buna inanıyorum. O hançeri saplamaktan yorulacağın güne kadar ben sana doğru adım atmaktan vazgeçmeyeceğim."
Daha sonra eğilerek kulağıma fısıldadı. "Çünkü sen benim meleğimsin Deniz! Bu şeytanı, aşık bir adama dönüştürecek kadar masum bir melek!"
Şakaklarımdan aşağı bir damlanın kayıp gitmesine izin verdim. Rüzgar bana kalbini açmıştı ve ben bütün bunların altında ezildiğimi hissediyordum. Haftalar öncesinde Rüzgar'dan bunları duymak için ölebilirdim ama şimdi her şey o kadar çok karışıktı ki. Ne demeliyim, ne hissetmeliyim bilemiyordum.
Kırgındım, öfkeliydim, canım acıyordu ama artık çok yorulmuştum. Her şey bitsin istiyordum, her şey bitsin...
Rüzgar ayağa kalkınca bende yavaşça doğruldum.
" Yarım saate kahvaltı hazır olur." diyerek mutfağa doğru ilerlediğinde bende biraz hava almak için dışarı çıktım.
Soğuk hava birden bütün vücudumu ürpertince kollarımı kendime sardım.
Düşünmeye ihtiyacım vardı. Aklımı toparlayıp bir karar vermeliydim. Bundan sonra ne olacaktı ya da Rüzgar hayatımda olacak mıydı?
Tek bir soru işaretini dahi atlamadan aklımı kurcalayan bütün soruları yanıtlamalıydım. Aksi takdirde yine aptalca bir şey yapmaktan korkuyordum. Kaç defa ölüme yaklaşmıştım, daha kaç defa yaklaşacaktım. Ben de böyle bir hayat yaşamak istemezdim. Hoş, kim isterdi ki ölümün bir seçenek olduğu böyle  bir hayatı yaşamak!
Sanırım bütün sorularımın yanıtı tek bir soruyu yanıtlayabilmeme bağlıydı. Rüzgar'ı affedebilecek miydim?
Aklımdaki onlarca soruyla uzaklara dalıp gitmiştim. Öyle ki Rüzgar'ın geldiğini bile fark etmedim. Arkamdan kollarını bana sarınca bir an boş bulup irkildim ama az sonra sıcaklığını hissedince aklımın karmakarışık olmasına rağmen  dönüp ona sarılmak istedim. Elbette bunu yapamazdım. Bu yüzden bana sardığı kollarını indirdim ve dönüp ona baktım.
Buruk bir şekilde gülümseyerek "Buz gibi olmuşsun hadi içeri geç. Kahvaltı da hazır zaten." deyince hiç itiraz etmeden içeri girdim. Gözlerimi kaçırdığımı fark ettim. Kalbindekileri biliyorken gözlerine bakmaya çekiniyordum. Peki neden?
O da benim kalbimdekileri görür diye mi korkuyordum?
Ne vardı ki kalbimde? Öfkem, ona duyduğum nefret, kırgınlıklarım ve bir de ...
Bir de  saklamak istediğim, görmezden gelmeye çalıştığım ama yine de bir türlü susturamadığım aşkım.
...
Sessiz geçen kahvaltının ardından bir fincan kahvemi alıp salona geçtim. Rüzgar da ardımdan gelerek dvd ye bir cd taktı ve yanıma oturdu.  Kumandanın başlat tuşuna basarken  "Bence bunu seveceksin. "deyip gülümsedi.
Anlamayarak kaşlarımı çattım.
"Neyi seveceğim?"
Rüzgar kumandayı bırakıp geriye yaslanırken "İzle." dedi.
Ekranda bizi görünce şaşırmadım  diyemem doğrusu. Okul gösterisinin olduğu gece çekilmiş bir videoydu bu.
O an olayın şokuyla ne yaptığımı bilememiştim ama şimdi sakin bir kafayla izlemek iyi olacaktı.
Video benim sola dansımla başlıyor ve daha sonra Rüzgar'ın bana eşlik etmesiyle devam ediyordu. Gerçekten de güzel görünüyorduk. Kimse bu gösterinin birkaç dakika içinde hazırlandığını anlayamazdı. O kadar güzel, o kadar kusursuzdu. Ayrıca çok romantikti.
Rüzgar'ın kolları arasındayken perde kapandı ve ekran karardı.
Rüzgar sitemkar bir sesle "Neyse ki kimse perdenin arkasında bana söylediklerini duymadı!" deyince bir parça mahcup hissettim. Tamam fazlasıyla mahcup hissettim ama bunu kesinlikle Rüzgar'a belli etmeyecektim.
"Şu gösteriye gelmeyen çocuk, neydi adı?"
Ben konuşmadan Rüzgar devam ederek "A hatırladım , Burak!" deyince şaşırarak ona baktım.
"Ne olmuş Burak'a?"
Rüzgar bana dönerek "Onun gösteriye bilerek gelmediğini biliyor muydun?" diye sorunca şaşkınlığım ikiye katlanmıştı.
"Ne demek bilerek gelmedi? Ayrıca sen bunu nasıl biliyorsun ki?"
"Ben bir şekilde öğrenirim Deniz, bunu bilmen gerekir. Neyse bu önemli değil. Önemli olan bu çocuk seni zor durumda bırakmak için gelmemiş. Aranızda bir sorun mu vardı?"
"Neden böyle bir şey yaptı ki?" diye aklımdan geçirirken başımı iki yana salladım.
"Senin için öğrenmemi ister misin?"
Gözlerimi ona çevirerek "Hayır tabi ki!" diye çıkıştım.
Rüzgar ellerini havaya kaldırarak "Tamam, tamam karışmıyorum." diyerek gülümseyince bu komik haline ben de tebessüm ettim. Ama Rüzgar görmeden  yüzümdeki ifadeden kurtuldum.
Kumandaya uzandım ve videoyu tekrar başlattım. Neden bilmiyorum ama tekrar izlemek istemiştim.
Rüzgar durumdan memnun bir şekilde gülümseyerek tekrar arkasına yaslandı. Hala çok yorgun görünüyordu.
"Berbat görünüyorsun, uyusana biraz. Korkma kaçmam."
Rüzgar koyu halkaların gölgelediği karalarını bana çevirerek "Gerçekten de uyumama izin veriyor musun?" diye sorunca anlamayarak "Uyumak için izin mi istemiştin?" dedim.
Olumlu anlamda başını sallayıp yana kaydı ve başını dizime koydu. "O zaman biraz uyuyacağım."
"Hey! Bu şekilde uyuyamazsın, kalkar mısın?"
Esneyerek "Kaçmayacağından emin oluyorum." deyip hemen ardından derin bir uykuya daldı.
Birkaç defa kalkmaya yeltendim ama yapamadım. O kadar yorgun görünüyordu ki eğer şimdi uyandırırsam kendimi kötü hissedecektim.
Dvd yi kapatıp geriye yaslandım ve Rüzgar'ın uyumasına izin verdim.
...
"Deniz, uyan!"
"Deniz güzelim hadi aç gözlerini, Deniz!"
Rüzgar'ın sesini duyunca hafif gözlerimi araladım. Sesi sanki çok uzaktan geliyor gibiydi.
"Deniz, kaldır kafanı , bana bak!"
İstesem de gözlerimi bir türlü açamıyordum. Ne olmuştu ki bana böyle? Göz kapaklarım bir türlü açılmak istemiyordu sanki.
"Uyan hadi!"
Rüzgar'ın fazlasıyla yüksek çıkan sesiyle zor da olsa başımı kaldırıp ona baktım.
Gördüklerime inanamayarak birkaç defa gözlerimi kırpıştırdım. Hayır, yanlış görmemiştim. Rüzgar bir sandalyeye sıkıca bağlanmıştı.
Kendime gelmeye çalışırcasına başımı hızla iki yana salladım. "Neler oluyor böyle?"
"Aferin güzelim , hadi aç gözlerini. Şimdi ayağa kalk ve beni çöz"
"Ben yapamıyorum, kımıldayamıyorum!" sesim bir fısıltıdan farksızdı. Gerçekten de kendimde ayağa kalkacak gücü bulamıyordum.
"Deniz kendini zorla biraz, ayağa kalkmak zorundasın!"
Rüzgar'ın sesi fazlasıyla endişeli çıkınca tekrar başımı kaldırıp ona baktım.
" Neler oluyor böyle? Korkuyorum!"
"Hayır, hayır, hayır. Korkma sakın! Ben yanındayım sana bir şey olmasına izin vermem!"
"İyi de neler oluyor?"
Koltuktan destek alarak yavaşça doğruldum. Cevap beklercesine Rüzgar'a bakmaya devam ettim. Ama o sürekli dış kapıya bakıp duruyordu. Sanki birilerinin gelmesinden korkuyor gibiydi.
Rüzgar başıyla koltuğun kenarında duran ceketini işaret ederek "Telefonumu al ve Gökalp'e haber ver çabuk!" deyince yapabildiğim kadar uzanıp ceketi çekiştirmeye çalıştım.
"Benim neyim var böyle?"
"Bir çeşit sakinleştiricinin etkisi altındasın  şuan."
Ceketin ceplerini karıştırırken "Kim yaptı bunu?" diye sordum.
"Meleğim hiç zamanımız yok, telefonu bulmaya odaklanır mısın gelecekler birazdan!"
"Kimler?" diye sormak istesem de şimdilik bu soruyu erteleyip telefonu aradım. Bulunca  da hemen kilit tuşuna basıp açmaya çalıştım.
"Şifre istiyor bu."
"Meleğim, şifre meleğim!"
Gerçekten mi dercesine ona bakınca "Hadi güzelim çabuk ol!" diye bağırdı.
"Ta-tamam." diyerek şifreyi girdiğim sırada kapı gürültülü bir şekilde açılınca dönüp oraya baktım.
Birkaç yabancı adam bize doğru gelirken aceleyle telefonu taytımın kenarına sıkıştırdım.
Yanıma gelen adam "Efendim, kız uyanmış!" diye bağırınca aslında görmem gereken kişinin henüz içeriye girmediğini anlamış oldum.
"Günaydın diyelim o zaman!"
Bu tanıdık sesi duyunca dehşete kapılarak kapıya dönüp baktım. Tüm kalbimle yanılmış olmayı diliyordum ama gözlerimiz buluştuğunda hayal kırıklığıyla kaşlarımı çattım.
"Hayır, olamaz!"
Bana doğru yaklaşırken alaycı bir şekilde "Ben de seni gördüğüme çok sevindim Deniz!" dedi.
Uzanıp yanağıma dokununca tiksinircesine yüzümü buruşturarak yana çevirdim. Bu sırada Rüzgar "Dokunma ona!" diye haykırınca beni bırakıp ona doğru ilerledi. Daha ne olduğunu anlamadan suratına bir yumruk geçirdi.
"Seni görmek de çok güzel Rüzgar!"




Kısa ,kısa ,çok kısa dediğiniz için iki bölüm peş peşe paylaşıyorum :)
Evet söyleyin bakalım. Geceye damlayan bu şahıs kim?


KURBANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin