Teyzem dünyanın en mantıklı kadını falan olabilirdi.
Min Ho'nun konuşmak için geldiğini anlayıp bizi sorguya çekmemiş, ve şapşal kuzenlerimi eve sokarak bizden uzak durmalarını sağlamıştı. Böylece Min Ho ile baş başa kalmış, konuşmak için evden uzaklaşmıştık.
Teyzemin evi şehir merkezinde olmadığı için, evin konumu biraz yeşillik bir alandı. Hatta az ileride nehir bile, vardı. Nehire ilerleyip büyük taşlıkların oraya oturduk. Hava hafiften kararmış, güzel bir gökyüzü manzarası oluşturmuştu pembemsi rengi ile.
Bakışlarımı akıp giden nehirden çekip Min Ho'ya çevirdiğimde onun da bana bakıyor olduğunu fark ettim. Yutkundum.
"Ne konuşacaktın benimle?"
Birkaç saniye yüzüme öylece bakmaya devam etti, sonra derin bir nefes alıp oturduğu yerde bedenini tamamen bana çevirdi.
"Ben... Daha fazla uzatmayalım diyorum."
Günlerdir duymak istediğim cümle buydu belki de. Ama neden kalbim kırılmış gibi hissediyorum? Neden sevinemiyorum?
"Bana artık kızgın değil misin?"
Sorarken ona bakamıyordum. Kafam öne eğikti. Çaresizce ellerimle oynuyordum.
"Sana hiçbir zaman kızgın olmadım." Şaşkınlıkla kafamı kaldırıp ona baktığımda devam etti. "Sadece kırıldım."
Biliyorum...
Seni çok kırdım.Ne diyeceğimi bilemeyerek dilimle dudaklarımı ıslattım ve tekrar bakışlarımı ondan kaçırdım. Seoul'den Busan'a sırf aramızı düzeltmek için gelmişti, ama şimdi ikimiz de tuhaf bir şekilde adam akıllı konuşamıyorduk.
"Özür dilerim." Diye mırıldandım. Bakışlarındaki farklılığı görebiliyordum. Ağlamama ramak kalmıştı gerçekten.
"Özür dileme Yin. Sonuçta hiçbirimiz tam olarak karşımızdakinin ne hissettiğini anlayamayız. Sabahları gülüp eğlenen insanların geceleri yataklarında ağlayarak uykuya daldığını bilemeyiz. Yani... Beni anlamak zorunda değilsin. Fazla abarttım ben."
Sabahları gülüp eğlenen insanların, geceleri yataklarında ağlayarak uykuya daldığını bilemeyiz...
Çok güzel demişti.
Haklıydı da.Sosyal yaşamında her zaman gülen birinin, arkadaşları ile vedalaşıp evine girdikten sonra o kapıyı kapayıp evin içinde neler yaşadığını sadece kendisi bilirdi. Keza çektiği sıkıntıları ve acıları da öyle.
Ama yine de bizim olayımızda haksız taraf kesinlikle bendim. Bunu dışarıdan izleyen herkes bilebilirdi.
"Hayır, ben senin kız arkadaşın olarak anlamalıydım. O sözleri duymayı hak etmemiştin." Ve bu cümlelerimin hemen ardından göz yaşlarım akmaya başlar, ne trajedi ama...
Min Ho baş parmaklarını yanaklarıma götürüp sildi göz yaşlarımı. Ellerini çekmeden biraz bana yaklaştı. Hala sessizce ağlıyordum ki neden bu kadar ağladığımı bilmiyordum!
"Gözlerime bak."
Şefkatli ses tonu ile kafamı kaldırıp ona baktım.
"Neden gittin? Okula gelmen gerekiyordu ne olursa olsun. Nasıl endişe ettiğimden haberin var mı? Geceleri uyuyamadım bile."
"Özür-"
"Tanrı aşkına Lu Yin bir daha özgür dilersen seni tutup şu nehire atacağım gerçekten."
Bu dediğine gülmeden edemedim. O da tebessüm ederek yanağımı okşadı.
"Seni Na Bi ile görmeye dayanamıyordum. Ayrıca, oson attığın mesaj..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Did İt | Lee Min Ho
FanfictionLee Min Ho, okulun tiyatro kolunun başkanıydı. Park Lu Yin ise onun provalarını bile izlemeyi severdi. Sonunda bir cesaretle Min Ho'ya mesaj attı. Ancak bambaşka bir taktik uygulayarak. Hamlet: Oyunculuğun çok kötü. Neden tiyatro kulübünü seçtin k...