45🎭

3.5K 389 185
                                    

Fotoğraf çekiminin ardından kulise dönmüştük. Üzerimizi değiştirdikten sonra gidecektik. Min Ho beni dışarıda bekleyecekti, onu fazla bekletmemek için hızlıca giyinip saçlarımı dağınık topuz yaptım ve paravanın arkasından çıktım. Diğer kızlar da giyiniyor, makyajlarını siliyor yahut saçlarını düzeltiyorlardı. Bu çekim bizi bayağı yormuştu. Herkesin bir an önce evine gidip yatağına gömülme isteği olduğunu yüzlerinden anlayabiliyordum. Benim de öyleydi tabi..

Çekim için giydiğimiz kıyafetleri askılığa asarken üzerimde bakışlarını hissediyordum. Beni rahatsız hissettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı.

"Keşke bizim de sevgili torpilimiz olsa."

"Tabi ya, o zaman bu kadar emek harcamamıza gerek kalmazdı."

Bana laf çarpıyorlardı resmen. Hem de öyle direkt, alttan alttan yapılan bir eylem de değildi. Çünkü zerre utanmaları yoktu bunların.

Onlara dönüp kaşlarımı çattım.
"Bana bir şey mi demek istiyorsunuz?" Diye sinirli bir ses tonuyla konuşmam üzerine içlerinden bir tanesi kollarını birleştirip artistik bir şekilde bana adımladı.

"Bay Lee'nin yeğeni ile çıkmıyor musun sen?"

"Yani? Seni alakadar etmez."

Abartıyla güldü.
"Hah! Sevgilin sayesinde buradayken ne bu havalar? Kızlar, birileri nereden geldiğini unutmuş sanırım."

Diğerleri de sinir bozucu bir şekilde gülünce elimdeki eteği yere atıp kıza doğru bir adım attım. Dibine kadar geldiğimde dik bakışlarımı üzerinden hiç çekmedim.

"Bilip bilmeden konuşuyorsun, kendi yeteneğimle buradayım ben."

Tekrar güldü.
"Eminim öyledir. Yetenekmiş... Fare sesinden başka bir şey duymadık biz senden? Hamlet'i nasıl seslendirdin tanrı aşkına? Bahse varım sesinde oynama yapıldı."

Sinirden ağlayacağım şimdi!

Benden büyüktüler ve onlara ciddi bir tavır sergilesem de önemi olmuyordu asla. Umursamıyorlardı ki.

"Sustun kaldın? Tabi yanında erkek arkadaşın olmayınca bi' savunucun da olmuyor."

Diğer bir tanesi konuşunca yumruklarımı sıktım. Bir şeyler söylemem gerekiyordu, ama onlar bana böyle bakınca hiçbir şey diyemiyordum işte. Buradan gitmek istiyorum sadece.

"Lu Yin?"

Adımı duymam ile bakışlarımı kapıya çevirdim. Min Ho sorgular biçimde bize bakıyordu. Gözlerim hafiften dolmuştu, ağlamamak için oldukça çaba gösterirken çantamı alıp Min Ho'ya ilerledim. Ne bu kızların, ne de Min Ho'nun önünde ağlamak istemiyordum.

"Gidelim."

Min Ho anlamaz bir ifadeyle bana bakarken kolundan tutup odadan çıkardım ve kapıyı kapattım. Hızlı adımlarla ilerleyip binadan ayrıldığımızda, aklım deminki gördüğüm berbat muamelede kalmıştı hala.

Yeteneğimle değil, Min Ho sayesinde seslendirme işini aldığımı söylemişlerdi resmen...

Torpilliymişim.

"Güzelim, sen iyi misin?"

Durağa ilerlerken Min Ho'nun kolundan ayrılmış elimi tutmasına izin vermiştim. Eve gidip ağlamak istiyordum aptal aptal. Bir hevesle girdiğim bu seslendirme sanatçısı olma hayali daha ilk işimde önüme zorluklar çıkarmıştı. Nasıl devam edebilirdim ki böyle?

"Lu Yin... Sorun ne?"

Ona cevap verecek durumda değildim. Durağa varmıştık. Min Ho önüme geçip ellerini iki omzuma koydu.

"Son kez soruyorum, ne oldu? Geç kaldın diye kulise gelip sana bakıyorum, ve seni suratın asık buluyorum. O kızlar mı bir şey dedi?"

Son cümlesinde kafamı yerden kaldırıp gözlerine baktım. Ve anında ağlamaya başladım. Aferin sana gerizekalı...

Min Ho hayret dolu bir ifade takınıp ellerini yanaklarıma çıkardı.

"Lu Yin... N'oluyor?"
Beline sarılıp ağlamaya devam ettiğimde bir eli sırtımı bir eli belimi okşamaya başladı. Ağlayıp rahatlamak için yatağıma ihtiyacım yokmuş, onun kalp atışlarını duyarak göğsünde göz yaşları dökmek de işe yarıyordu.

~

"Daha iyi misin?"

Belli belirsiz kafamı salladım ve başımı omzundan kaldırdım. Belimdeki elini çekip nemli yanağımı sildi. Eve gitmek yerine boş bir parka gelmiştik. Bu şekilde gidersem eve, annem kırk tane soru sorardı neden ağladığımla ilgili. Biraz sakinleşip gitmek en doğrusuydu.

Min Ho'ya kızların yaptıkları imaları anlatmıştım. Beni teselli etmek yerine önce ağlamama izin vermişti. Başka türlü sinirim içimde patlayacaktı yoksa.

Oturduğumuz bankta bana biraz yaklaşıp alttan alttan yüzüme bakmaya başladı. Tavşana benziyordu bu şekilde. Gülmeden edemedim.

"Ne yapıyorsun?"

"Ağlamanı engellemeye çalışıyorum. İşe de yarıyor gibi, hm? Hm?~"

Bana sokulmaya çalıştığında gülmemi zor bastırarak onu göğsünden ittirdim ama pek işe yaramadı. Isırır gibi sesler çıkarıp boynuma eğilmeye devam etti, bu gıdıklandırıyordu!

"Yah." Gülerek geri çekmeye çalıştım kendimi. Bileklerimden tutarak hareketlerini kesip yüzlerimizi hizaladı. Doğrudan gözlerine bakarken burnumun ucunu öpmesiyle gözlerimi kırpıştırdım.

"Onlar kendilerine verilen işi doğru düzgün yerine getiremeyip senin gibi yetenekli birini görünce, kıskançlıktan abuk subuk konuşuyorlar anca. Sen sadece bir kez ses kaydı yaparken onlar saatlerce prova yapıyorlar. Bu da daha bi' kudurmalarına yol açıyor. "

Dikkatle ağzından çıkan sözlere odaklandığımda bakışlarının anlık dudaklarıma kaydığını fark ettim.

"Ben senin sadece keşfedilmeni sağladım. Geri kalan her şeyi sen kendi emeğinle başardın. Ama onlar bunu anlayamayacak kadar zavallı olabiliyorlar. Bizimle ilgisi yok, anlıyor musun?"

Ona hak vererek kafamı yukarı aşağı salladım. Bakışlarını tekrar dudaklarıma indirip yaklaştı. Gözlerimi kapattım ve yumuşak öpüşüne karşılık vermeye başladım. Bileklerimi bırakıp ellerini yanaklarıma götürdüğünde, kendi ellerimi onunkilerin üstüne koydum. Bir süre daha beni öptükten sonra geri çekilip göz kapağımın üstünü öptü.

"Bir daha böyle şeyler için ağlama bebeğim, sen başardın. Onların aksine. Yaptın."

Tekrar kafamı salladım.
"Yaptım."

Lu Yin ile uğraşan kızlara hepimizden birer tokat ✋🏻


I Did İt | Lee Min Ho Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin