Louis gözlerini açtığında hissettiği ilk şey zonklayıcı tarzda bir baş ağrısı oldu. Akşamdan kalma olmanın en nefret ettiği ama bir yandan da en alışık olduğu yönüydü bu.
Gözlerini ovuşturarak doğruldu ve evde en alışkın olduğu şeyin, sessizliğin tadını çıkardı. Önceki akşam eve nasıl geldiğini hatırlamaya çalışırken hemen solunda duran komodinin üzerindeki tepsiyi gördü. O anda aklında şimşekler çakmaya, ona önceki geceyi hatırlatmaya başladı.
Harry buradaydı.
Birkaç kez gözlerini kırpıştırarak tepsinin üzerindeki not kağıdını eline aldı. "Ağrı kesici baş ağrısı için, hindistan cevizi suyu kaybettiğin elektrotlar için, çay da miden için. Yemek istersen dolapta sandviç var."
Resmen hayatında sadece iki kere gördüğü adama bakıcılık yaptırmıştı. Ne zaman daha fazla rezil olamam dese, mutlaka kendini yalancı çıkarıp daha da rezil oluyordu. Dolayısıyla; uyandıktan sonra hissettiği ikinci şey de pek şaşırtıcı değildi: utanç.
Kendini yataktan attı, yüzünü yıkamak için banyoya gitti. Neler olduğunu yarım yamalak hatırlıyordu. Barda kendisinin fotoğrafını çeken bir adama yumruk atmış, bu sırada da barın dışındaki gazeteci topluluğu tarafından fotoğraflanmıştı. Sonra da konyak içe içe eve doğru gittiğini hatırlıyordu. Bir ara da çalıların oraya düşmüştü. Harry onu orada bulmuş olmalıydı, o kısmı pek hatırlamıyordu. Hafızasında bundan hemen sonraki görüntü banyoda kusmasıydı. Sonra Harry'nin ona yemek yedirmesi, sarılması, uyutması...
Yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa gitti, dolaptaki sandviçi çıkardı. Baş ağrısından ağlamak üzereydi, kendini berbat hissediyordu. Birkaç ısırık alıp zorla yedikten sonra yatağa oturdu, kendisine bırakılan ağrı kesiciyle birlikte bir bardak suyu tamamen içti. Bir yandan sandviçi yedi, bir yandan da hindistan cevizi suyunu içti.
Kim bilir gece kendisini Harry'ye nasıl rezil etmişti... Neler dediğini de hatırlayamıyordu zaten. Bildiği tek şey, onu o halde bulan kişinin Harry olmasından çok utanıyor olmasına rağmen, bir yandan da buna şükrettiğiydi. Başkası olsa böyle güzel ilgilenmezdi. Böyle ilgilenecek tek bir insan vardı, o da artık hayatında değildi.
Şişedeki çayı bir demliğe döküp ısıtırken artık kendini daha iyi hissediyordu. İlaç etkisini göstermeye başlamış, baş ağrısını azaltmıştı. Bir şeyler yemek de enerjisini toparlamasına yardımcı oluyordu. Isıttığı çayı bir kupaya doldurduktan sonra içine şeker atıp karıştırdı, ardından da yatak odasına döndü. Çayını bitirene kadar yatakta yarı uzanır halde durdu, dinlendi.
Akşamdan kalma olmanın etkisi yavaş yavaş silinince kalkıp duşa girdi. Ardından saçlarını kuruttu, siyah pantolonuyla kot gömleğini giydi, anahtarlığını ve telefonu alarak evden çıktı. Harry'ye büyük bir teşekkür ve özür borcu vardı.
Yolun karşı tarafına geçip kapının önünde durdu. Zili çalıp beklemeye başlarken derin bir nefes alıp verdi. Özür dile, teşekkür et ve uzatmadan kaybol.
Kapı ellili yaşlarda bir kadın tarafından açıldı. Louis onun bu evin çalışanı olduğunu Marvin'in anlatmasından dolayı biliyordu. "Merhaba, Harry evde mi?"
"Hayır, maalesef. Geldiği zaman, uğradığınızı söylerim Bay Tomlinson."
"Olur, teşekkür ederim." Louis arkasına dönüp evine gidecekken aklına 'Tamam da nereye gitti?" diye sormak geldi ama kapı çoktan kapanmıştı bile. Durup etrafına bakındı, evin bahçesine göz attı. Marvin de etrafta yoktu.
Yeniden kapıyı çalacağı sırada Niall'ın "Louis!" diye seslendiğini duyup sokağa doğru döndü. Sarışın şarkıcı elinde alışveriş torbalarıyla ona bakıyordu. "Nasılsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THERE YOU ARE
FanfictionÖlen bir yakının yasını tutarak kendini her şeye kapatıp içten içe yaşlanmış bir insan ve genç yaşta ünlü olmanın verdiği ağırlıkla kendini alkole vermiş bir oyuncunun hayatları; tam kopma noktasında kesişti.