As we trudge along through the mud
And we tried to call it home
But we weren't alright, not at all
Not for one for one for one second
Never have been one to write it down
Now I think I canI know I'm stronger now
Who's looking south
Not me I'm not looking back
I'm done denying the truth to anyone
Cause I'm alive
Arabaya geri bindik, bir iki saat kadar yolumuz kalmıştı. Dan de hem gezmiş oluruz, hem de manzaramız güzel olur, hem de polislerin çevirmesine denk gelme ihtimalimizi düşürürüz, diye bizi sahil yolu üzerinden götürüyordu. Sadece bir tane cam açıktı, ama buna rağmen bütün arabaya deniz kokusu dolmuştu. Dan her zaman arabasında taşıdığı CD koleksiyonundan The Clash'in bir albümünü açıp şarkılara yarım ağız eşlik ediyordu, Hope da telefonundan bir oyun oynuyordu, kafasıyla da şarkıya eşlik ediyordu. Sanırım hangi grup daha iyi tartışmasının kazananı belli olmuştu. Gerard parmağını şarkının ritmiyle bacağıma hafifçe vurarak dışarıyı seyrediyordu. Neden bu kadar çok dışarı baktığını ilk başta çözememiştim, sonradan fark etmiştim. O kadar uzun zaman dört duvar arasına kapatılsam ben de her fırsatta durmadan dışarıya bakardım. Biraz ürkekçe, biraz da çekinerek elimi Gerard'ın elinin üstüne koydum, Dan'in gözüne bizi sokmak istemiyordum. Gerard gözlerini yoldan ayırmadan elimi tuttu, ritim tutmayı bıraktı.
Anneme mesaj atmak, ya da bir şekilde haber vermek istiyordum. Telefonda konuşmak kesinlikle istemiyordum çünkü şu an ne yaptığımı öğrenirse bana çok kızardı. Bir süre düşündüm, sonra elimi cebime atıp telefonumu açtım, sessize aldım. Telefonumu açtığım gibi babamdan, annemden ve Dr. Emily'den, Gerard ona haber vermediyse çok endişelenmiş olmalıydı, telefonum kapalıyken bana ulaşmaya çalıştıklarına dair çağrı bilgileri aldım. Yüze yakın da mesaj.
"Bir süre Dan'le kalacağım, en azından güvende hissedene kadar. Endişelenme."
Mesajı yazıp anneme gönderdim, cevap beklemeden telefonu kapatıp sim kartımı ve bataryamı çıkardım. Önlem almaktan zarar gelmezdi. Koltuğa başımı yaslayıp Gerard'a baktım, yorgun gözlerine ve solgun dudaklarına. Gerard iyi gözükmüyordu, iyi değildi. Onu bir şekilde Dr. Emily ile görüştürmem gerekiyordu, daha tedavisi tamamlanmamıştı, yakın bir zamanda da tamamlanacak gibi durmuyordu. Yolu izlemeye dalmıştı, elini telefonumu açmak için bıraktığımı bile fark etmemişti. Ya da etmişti ama bir şey söylememişti.
"Pişt." Gerard'a fısıldadım, kafasını kaldırıp bana baktı. "İyi misin?"
"Uykum var." Yüzünü ovuşturup burnunu çekti, uzun bir iç çekiş sonrası bana baktı. Uykusu vardı, ama bunu sanki bir maske gibi kullanıyordu. Bir şeyler yolunda değildi, büyük ihtimalle uzun bir süre de olmayacaktı. Her şeyi açıklayıp yüzleşmek yerine uykum var demek daha kolaydı, kendimden biliyordum. Gerinip kollarını havaya kaldırdı, ona sarılmak istiyordum. O da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, gülümsemişti. "Boğazın nasıl?"
"Daha iyi, sanırım." Artık fısıldayınca acımıyordu, yine de o baskı hissi hala vardı. Hala babamın ellerini boğazıma sarılı hissediyordum. "Mikey'le konuştun mu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
|| Burn Bright ||
FanfictionYaşıtlarına kıyasla oldukça karmaşık, depresif ve zor bir hayatı olan Frank Iero'nun hayatına, en az onun kadar sorunlu, siyah uzun saçlı bir çocuk girer. içerik uyarısı: alkol kullanımı, aile içi şiddet, intihar teşebbüsü, self-harm, yeme bozuklukl...