0.1

231 14 14
                                    


"Biraz daha aşağı eğil Hyunjin, kilide yetişemiyorum." Dedim ve anahtarı tutmadığım elimle Hyunjin'in omzunu sıkıp dediğimin etkisini arttırmaya çabaladım.

Hyunjin, sabırsız bir iç çekişle uzun bacaklarını biraz daha kırdığında dengesini kaybedecek gibi olduğundan geriye doğru sendeleyince sıkı tutunmadığımdan ben, ondan ayrı bir şekilde yeri boyluyordum fakat durumu çabucak kavrayıp cılız bedenini ön tarafa eğdi ve ikimizi de düşmekten son anda kurtardı ama bunun için teşekkür etmeyecektim.

"Seni neden hala sırtımda taşıdığımı geçiyorum, kapıyı neden kendin açmakta diretiyorsun sadece bunu soruyorum. Ben deneseydim evin içine girmiş ve seni sırtımdan atmıştım." diye söylenirken bir yandan da anahtarı kapının kilidine sokan bana yardımcı olabilmek amacıyla dikkatli bir şekilde eğildi.

Hyunjin ile neden yakın arkadaş olduğumuzu şimdi daha net kavramıştım.

"Eve girince söz sırtına masaj yapacağım, sadece bu aptallığıma izin ver." dedim ve kilidin içinde dönen anahtarla açılan kapıyla Hyunjin'in ölü gibi cansızlaşan bedeni, bir anda gelen sevinçle irkilince tekrardan kolumu boynuna sıkıca dolamak zorunda kaldım. Bugün düşmemek için özel dikkate ihtiyacım vardı.

Aslında yolun ortasında kendim yürüyecek hale gelsem de Hyunjin'e acı çektirmek istemiştim, ne fazla ne eksikti.

Ayakkabılarını gelişigüzel içeri fırlatınca pürüzsüz yanaklarına parmaklarımı dolayıp çekiştirdim ve beni sırtından yere atmasına doğrudan sebep oldum. Aslında şimdiye kadar beni sırtında tutmasına şaşırmıştım. Bir anda attığından popom zemine sertçe vurdu ve kalça kemiğim kırılmış gibi bir çığlık attım fakat daha demin endişeden beni cidden sırtından atmayan çocuk, şimdi beni umursamayarak yerde bana bakan kediyi seviyordu.

"Belki kalça kemiğim kırıldı, ne yapacaksın Hyunjin?" diye inleyerek sorduğumda bu inleme tamamı ile acıdan kaynaklı olduğundan kendim bile şaşırmıştım çünkü ayağa kalkmaya çalışıyordum.

"Geçmiş olsun dileklerimle hastaneye geleceğim?" dedi ve büyük dudakları sebebiyle solgun gibi gözüken yüzünün yarısını kaplayan gülümsemesiyle kısaca bana baktıktan sonra tekrardan yerde oturmuş kediyi sevmeye devam etti. Ondan ne eksiğim olduğunu düşünürken ayaklarımı sürüye sürüye yanlarına gidiyordum ki bir anda ayaklanan kediyle olduğum yerde durdum. Kedi annemin kedisiydi ve ismini dahi öğrenmekte ısrarcı olmadığım bu kediyle hiç iyi anlaşamıyorduk.

Koşmaya başlayan kediyle onu takip eden bakışlarım balkona doğru yol aldığını görünce kocaman olmuşlardı çünkü kedi intihara meyilli gibi sürekli onu izleyen insanların önünde aşağı atlamaya çalışıyordu. Tamamen şovdan olsa gerekti çünkü yalnız başına kaldığında uyumaktan başka bir şey yaptığı söylenemezdi.

"Kedi!" diye bağırırken aynı zamanda o an düzgün düşünemediğimden ağrıyan başımla peşinden koşturup tırabzanların tuttuğu balkon demirinin üzerinde durmuş öylece aşağıya bakan kediyi kuyruğundan tuttuğum gibi içeri fırlattım fakat kendimi kontrol etmeyi unutmuştum.

"Rose dikkat et!" diyen Hyunjin yavaş çekimde görüş alanımdan uzaklaşırken, aslında ben onun görüş alanından uzaklaşıyordum. Tutunamadığım tırabzanlardan aşağıya düştüm fakat son anda bileğime dolanan ellerle neye uğradığımı şaşırırken korkudan içime dolan adrenalin, tuttuğumu bıraktırmamıştı. Cılız koluma sıkıca dolanan ince parmaklara baktığımda gözlerim kocaman olurken son anda onunda dengesini kaybetmesiyle Mark ile beraber aşağıya düştük. Kafam patlayacak sanmıştım fakat zemine değen sırtım düşündüğümden daha yumuşaktı çünkü evimiz 2 katta olsa da zeminden çok da uzak sayılmazdı. Ama yanımdan gelen inleme sesiyle aslında iyi olanın ve bulunduğu duruma şükredenin tek kendim olduğunu fark ettim çünkü hala elimle sıkıca sıktığım elinin diğer eliyle sardığı kolunu tutup sıktığı dişleri arasından nefes almaya çalışan Mark, pek de iyi gözükmüyordu.

Korkuyla kasılan midem bir anda bulandığında Mark'ın elini bıraktım ve koşarak bahçede bir ağaç kenarı aramayı düşündüm fakat yerde sızlayan Mark'ta başka bir şey olup olmadığını kontrol etme düşüncesiyle dolu olan suçluluk duygusu, bulanan mideme galip geldi. Elini bıraktığımdan acıyan kolunu kendine çekmiş sızlanmaya devam ederken cenin pozisyonunu almış vücuduyla daha da küçülen bedenini baştan aşağıya süzdüm. Yüzünü ellerimle kavrayıp kafasının arkasına, kapalı olan köpek yavrusu gözüne benzeyen göz şekliyle örtülmüş gözlerinin içindeki kahvelere, ağzına ve burnuna bakarken bir yandan da yüzünden akan terleri parmaklarımla siliyordum.

"Sana beni tut diyen kimdi ki ahmak?" diye söylenirken bir anda bağırılan ismimle yerimde sıçrayıp Mark'ın kafasını elimle saklamayı denedim. Annem, Mark'ı bu halde görse ve yaptığım hatayı bilse beni Mark'a köle olarak satardı.

Mark sağlam olan eliyle beni ittirip kendine nefes almak için alan açmaya çalışınca biraz geri kaydım fakat yine de kafasını bırakmayı reddetmiştim.

"Rosee!"

Hyunjin, dağılmış siyah saçları havada aşağı yukarı savrulurken sertçe yüzünü sıvazladı ve koşarak geldiğinden hızını alamayıp önüme düştü fakat yine de bozuntuya vermeden beni iki kolumdan sıkıca tutup ilk başta kafamı gövdemi ve bacaklarımı süzdükten sonra bedenimi kendine çekip sıkıca sarıldı.

"Kediler dört ayağı üzerine düşerler aptal." diye kulağımın dibinde bağırmaya devam ederken ben, ellerimden tekrar yere düşmüş Mark'ın kafasına bakıyordum.

Hyunjin sonunda iyi olduğum konusunda tatmin olduktan sonra benden ayrılıp yerde devrilmiş gibi yatan Mark'a baktı ve anlamaz bakışlarını tekrardan dağılmış saçlarımı düzeltmeye çalışan bana çevirdi.

"Dostum iyi misin?" diye sorduğunda aklıma gelen Mark ile içimden bir küfür savurup ceplerimi yokladım fakat cep telefonumun yukarıda kalmış olma ihtimalinin mantıklı olduğunu fark edip yerde oturmaya devam eden Hyunjin'in ceplerini yokladım bu sefer. Cebinde bir ağırlık bulduğumda hızlıca çıkartıp ambulansın numarasını tuşlamaya çalıştım. Fakat yol tarif etmede bir hayli kötü olduğumdan telefonu Hyunjin'in kulağına uzatıp Mark'ın terden rengi değişmiş kazağına bakmaya başladım.

Yanına kendimi atıp ağrıyan kolunu okşarken tekrardan acıyla inleyip yanımdan uzaklaşmak için yerde uzağa kaydığında hiçbir şey olmamış gibi elini tutup onu teselli etmeye çalışıyorum. O kadar büyük bir suçluluk duygum vardı ki bundan sonra yapacağım, yapmayacağım her şey ona bağlıymış gibi hissediyordum.

"Koca kafan nasıl kırılmadı anlamıyorum." diye zeminden bir ses geldiğinde düşüncelerimden buğulanmış gözlerimi, kahveleri terk edilmiş bir evin penceresi gibi parlayan, acıyla rengi bal köpüğüne dönmüş gözlerine çevirip elini bıraktım ve tekrardan başını avucumun içine alıp terlerini sildim.

"Sadece şokta olmalısın, kafan acıyor mu?"

Yaklaşan ambulans sesi, Mark'ın acıyla sertleşmiş kaslarını derin bir rahatlama içinde bırakırken ben de en az onun kadar rahattım.

"Rose sen de bin, sonuçta sen de düştün. Ne olur, ne olmaz." Diyen Hyunjin yanıma gelip çalışanlar işlerini rahat yapabilsin diye ellerimi Mark'tan ayırdı ve bedenimi kendine doğru çekip ayağa kaldırdı.

Mark'ı sedyeyle arabanın içine almaya çalışan sağlık çalışanına durumu açıklayan Hyunjin, beni de arabanın içine yavaşça ittirdi ve kendisi otobüs durağına doğru yürümeye başladı. Arkamdan her halükarda geleceğini bildiğimden ağladı ağlayacak gibi duran yüz ifademi donuk tutmaya çalışıyordum.

Mark'ın babaannesine vereceğim hesap yüzünden mi tedirgin olsam yoksa anneme vereceğim hesap yüzünden mi tedirgin olsam, bir türlü karar veremiyordum. 

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin