Gözlerimi zorlanarak açarken karşımdaki komidinde duran telefonuma uzanıp telefonla birlikte yorganın içine gömüldüm. Telefonun açma kısmına basıp ekrandan saate baktım, saat sabahın körüyken gökyüzü bile gözkapaklarını açmakta zorlanıyordu.Bir anda dün Mark ile yaşadığım şeyi hatırladığımda utanarak yüzümü yastığa doğru bastırdım. Bu saatte uyanıp ilk düşündüğüm şey haline gelmiş olan Mark'a hayret ederken bir yandan da yüzümdeki gülümsemeyi daha da büyültüyordum.
Telefonu komidine koyup tekrardan uyumak için gözlerimi kapatmıştım ki aşağıdan gelen bir şeyin yere düşme sesinden sonra gelen feryat ile ne olduğumu şaşırıp üzerimdeki yorganı attım ve yatakta doğruldum. Hala gelmeye devam eden bağırma sesleriyle koridorun ışığı yandığında yatağımdan kalkıp uyanmış ve birbirlerine ne olduğunu soran anne babama baktım.
"Ben bir aşağıya inip bakayım, siz bekleyin. Her zamanki bağırma değil bu." Diyen babamla, annem bana sarılıp kafasını onaylar gibi aşağı yukarı salladı. Kapıya giden babamın arkasından beni de kolunun altında sürükleyerek adımladı.
"Umarım bir şey yoktur." Diyen annemle hemen ardından atlayıp "Ben de geleyim mi baba?" diye sorduğumda babam kafasını yana doğru sallayıp olumsuz cevap verdi.
"Bekle burada." Dediğinde kaşlarımı çatarken babam açtığı kapıdan daha net gelen bağırmayla karışık ağlama sesleriyle apartmana çıktı, komşulara selam verip aşağıya indi. Annemin kolunun altından kurtularak yalın ayak dışarı çıktığımda annemin arkamdan "Ayağına terlik giy bari Rose." Deyişini duysam da umursamamadım. Kötü bir şeyler olduğunu biliyordum, bu bağırışların Mark'ın bağırışları olduğu çok belliydi.
Ben merdivenlerin başına gelmişken Markların kapısının önünde duran babam, kapının ziline bastı. Kapı biraz sonra sakince açıldığında Mark, birkaç saniye sonra babamın kollarının arasına yığıldı. Gözlerinin açık olduğunu görüyordum fakat ağlamaktan saçı ve başı birbirine girmiş, kirpikleri ıpıslak olmuş, yüzü beyaz teninde tırnak izi pembelikleriyle dolmuştu.
"Mark, oğlum iyi misin?" diyen babamla titremeye başlayan bacaklarım, ileri komutunu almış gibi merdivenlerden yavaş yavaş inerken Mark, yerde duran ellerini onunla beraber yere çömelmiş olan babamın koluna dolayıp kafasını omzuna dayadı.
"Andrew, o nefes almıyor." Dediğinde başımdan aşağı kaynar suların boşaldığını, o damlaların saç uçlarımdan, kıyafetlerimden aşağı damlamadığını ayak parmaklarımda hissetmiştim. Merdivenlerin ortasında durmuş iki elimle de ağzımı kapatıp yaşadığım şokun boğazımdaki yakıcı atışlarını hissederken ne yapacağımı bilememiştim.
Mark'ın büyükannesini Mark'tan daha önce tanıyordum. Bir anda onun boşluğuyla dolacak o apartman dairesini düşündüm. Her tarafta bulunan o yeşil çiçekler solacaktı Mark'tan sonra. Daha sonra da koca ev boşluğuyla solacak, içi gamlanırmış gibi rutubetlenecekti.
"Ona iyi geceler diyecektim daha." Dedikten sonra hıçkırarak ağlamaya başladığında benim de yanaklarıma sıcak sıvılar inmeye başlamıştı.
Babamın omzuna koydu başı bana doğru dönükken ölü gibi olan bakışlarını bana doğru kaldırınca ortada dikilmeyi bırakıp hızlı adımlarla aşağıya indim ve babamın yanına çöküp elimi Mark'ın babamın koluna doladığı elinin üzerine koydum. Hala ağlamaya devam ederken hıçkırıkları durmuş sessiz bir şekilde göz kenarlarından aşağıya kayan gözyaşlarıyla yere bakıyordu. İçinde bir ruh yoktu sanki, ruhunu çekmişlerdi ve bembeyaz gözbebekleriyle kabuk bedeni kalmıştı babamın kollarında.
"O benim tek ailemdi." Diye sessizce mırıldandığında hıçkırmamak için sıktığım dişlerimle elimi alnıma koydum ve ben de kafamı yere eğdim.
Babam bir şey söylemeden bir eliyle Mark'ı tutarken bir eliyle de hafifçe sırtını sıvazlayıp bazen küçük küçük vururken onu teselli ediyordu. Babamın kelimeleriyle tesellisinin kötü olduğunu biliyordum ama bu teselli, insana her zaman sözcüklerden daha iyi geliyordu.
Tekrardan hıçkırmaya başladığında yüzünü babamın omzuna doğru döndürüp gözlerini omzuna yasladı ve daha içten gelen hıçkırıklarıyla ağlamaya başladı. Arkama dokunan elle kafamı arkaya çevirdiğimde annemin de geldiğini gördüm. Onlara minnettardım, annem gelip bana sarıldığında ben de sessizce onun kucağında ağlamaya başladım. Mark'ın üzülmesine dayanamıyordum. Üstelik annesi babası onu buraya bırakmışken dedesinin kaybını tek başına yaşamıştı zaten ikinci kaybını da böyle yaşamasını istemezdim.
"Kalk oğlum, yukarı çıkalım. Dinlen biraz." Dediğinde kafasını fevrice kaldırıp iki yana hayır anlamında sallarken bir yandan da ağlamaya devam ettiği için söylediği şeyler çok anlaşılmıyordu.
"Hayır." Dedi.
"Ben yanında durmak istiyorum." Diyerek babamın omzundan destek alıp kalkacakken şoktan girdiği güçsüzlük haliyle tekrar babamın kollarına yığıldı. O sırada arkadan gelen sesle hızlıca içeri giren personeller ilk başta bizi gördükleri için hastanın nerede olduklarını bize sorduklarında annem de yerini kafasıyla göstermişti. Muhtemelen Mark, büyükannesi kötüleştiğinde ambulansı aramıştı ama her şekilde geç kalınmıştı.
Babam ayağa kalkarken beraberinde Mark'ı da kolayca kaldırmıştı. Sedye üzerinde beyaz örtüyle büyükanne kapıdan çıkarken Mark bir anda yanına döndüğünde yüzü tam önümde durmuştu. Kıvrılmış dudaklarına bakarken elim kendiliğinden yanağına gitmişti. Yanağını yavaşça elime bastırdığında onu içime sokma isteğiyle savaşmıştım. "Şimdi onu bu haliyle görürsem aklımda hep bu hali kalır." Diyerek bana bakmaya devam ettiğinde daha fazla kendime engel olamadığım için ona sıkıca sarılarak kolunu babamdan kurtardım ve tüm yükünü kendi üzerime alıp ona sıkıca sarıldım.
"Siz bizim eve geçin Eva, ben işlemlerle ilgileneyim. Mark biraz dinlensin." Dedikten sonra ekiplerin arkasından giderken Mark da sarılmama karşılık verirken beni boğacak kadar sıkıca sarmıştı.
Annem, beni belimden hafifçe tutup ayrılmamı söylediğinde dediğini yapıp Mark'tan ayrıldım ve bir koluna ben bir koluna annem geçip beraber merdivenlerden yukarı çıktık. Her kapıda bir yüz belirirken onlar da sessizce bizim çıkışımızı izliyordu. Mark ise sadece yere bakıyor ve bir şeyler düşünüyordu.
Sonunda kapının önüne geldiğimizde zaten çıplak ayak olduğum için ilk olarak eve ben girerken daha sonrasında da annem terliklerini çıkarıp içeri girdi ve kapıyı kapattı.
Böylece dışarıdaki insanların da ücretsiz tiyatrosu bitmiş oldu.
"Senin yatağına taşıyalım bebeğim." Diyen annemi onaylayıp o tarafa doğru yol aldığımızda Mark da tek kelime söylemeden bize ayak uyduruyordu. Onu ateşe yürütsek hiçbir şey söylemeden yürüyecek gibiydi.
Annem Mark'ın kolundan çıktığında zaten açık olan yatağa Mark'ı yavaşça yatırıp üzerine yorganı örttüm. Yattığı gibi şakaklarından yastığa damlayan damlaları elimle sildirip alnına hafifçe öptüm ve yere oturup "Ben beklerim başında sen yat uyu." Dedim anneme.
"Baban gelene kadar uyumam artık, mutfağa geçeceğim." Dedi ve odadan çıkarken son kez Mark'a bakıp kapıyı kapattı.
Kafamı yatar pozisyonda yatağın üzerine koyup Mark'ın yarı açık gözlerine baktım. Elimi tereddütle yukarı tırmandırıp saçlarına getirdim ve yavaşça saçlarını okşamaya başladım. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında "Rose," dedi titreyen sesiyle.
"Efendim?" diye karşılık verirken kendi sesime sahip çıkmaya çalışıyordum.
"Ben bu berbat histen nasıl kurtulacağım? Her şeyi kaybettim, birisine bağlanmanın en kötü senaryosu bu sanırım." Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Daha arkadaş kaybını bile kaldıramayan birisi bu soruyu nasıl yanıtlayacaktı bilmediğim için susmayı tercih ettim.
Yatakta yavaşça kaydı ve yorganı açtırdığında vakit kaybetmeden yorganın içine girip yatağa yattım ve Mark'a sıkıca sarıldım. Mark kafasını göğsüme koyup hıçkırıklarından arta kalan nefes çekişleriyle başbaşa kalırken bir süre sonra düzene giren nefesi uykuya daldığını anlamamı sağlamıştı. Yine de gözünden akan yaşlar durmuyor ve tişörtümün üzerine yağmur damlaları gibi düşüyordu. Ona daha sıkı sarılıp kafamı saçına gömdüm. Ben de gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Feelings / Mark Lee
FanfictionÇünkü duyguları bulmak zordur. Mark Lee 2020 Tamamlandı