2.6

36 5 0
                                    




İki hafta... Koskoca iki haftada Mark, büyükannesini uğurlayıp bir gece boyunca buz gibi olmaya başlamış havada mezarlıkta kalmıştı. Ona veda etmek mevsimlere bile ağır gelmiş olacaktı, kış buzlu hançeriyle giriş yapmıştı Kanada'ya. Bu iki haftada onu yalnız bırakmamak için elimden geleni yapmıştım. Tam anlamıyla dağılmıştı. Okula hiç gitmemişti, ben de gitmemiştim. Arkadaşlarıyla görüşmeyi bırakmıştı ben de bu iki haftada annemlerle hiç karşılaşmamıştım. Babam bu duruma biraz bozulsa da Mark'ın bu dağılmış hali sebebiyle ağzını açıp tek kelime edemiyordu.

Zorla yemek yiyordu, büyükannesinin odasının önünden geçerken duraksıyor, boş boş duvara baktıktan sonra odasına çekilip ağlıyordu. Koştura koştura yanına gidip akan yaşları silmeye çalışıyordu, sonra onunla beraber sonsuz bir döngüye giren ağlama krizine giriyordum.

Mark'a niye ağlıyorsun diyemiyordum çünkü evde büyükannenin kokusu asılı kalmıştı sanki. Her bir duvar dibinde bile anısı olan bu kadının kokusu asılı kalmasa garip olurdu belki ama parçalara ayrılmış bir ruhun içine girecek kadar güzel kokuyordu ev. Sonra zaten parça parça olan ruh daha da dağılıyor, Mark'ı elinden çeksem kolundan kaybediyordum. Evden çıkmıyordu da; evden çıkarsa kaybolacak bir şey varmış gibi davrandığı için onu daha fazla zorlamamıştım.

Yine ağzına yemek sürmek istemediği günlerden bir gün ona dolapta kalan son malzemelerden bir şeyler hazırlamaya çalışırken çalan kapıyla gece uyuyamadığı için sabaha karşı uykuya dalan Mark, zilin sesiyle odasından çıktı ve gözlerini ovuştururken kapıyı açmaya giden beni izledi.

"Sen git yat ben hallederim." dedim.

"Biri mi gelecekti?" diye sakin ses tonuyla sorarken kimseyi istemediğini sesinin tonundan anlıyordum. Hayır anlamında kafamı sallarken o da anladığını belli eder gibi kafasını kısaca aşağı yukarı salladı ve kapıya bakmaya başladı.

Kapıyı açtığımda gördüğüm yüzle ne olduğumu şaşırmış hatta ilk başta yanlış görüyorum falan sanmıştım ama karşımda gerçekten Mark'ın abisi duruyordu. Mark'a sırtım dönük olduğu için tepkisini göremiyordum ama ailesine ne kadar sinirli olduğunu biliyordum. Şimdi abisini böyle görmeye mutlu olacağını sanmıyordum, üstelik yine ve yine cenazeye gelirler diye bekledikten sonra onu görmek göğsüne saplanmış bir oktan azı olmayacaktı.

Mark'ın abisini ilk defa gerçek hayatta görüyordum, fotoğrafını bu evde bir kere görmüştüm sadece, o da Mark gelmeden önceydi. Gördüğüm fotoğrafta Mark, abisinin kucağında hüngür hüngür ağlarken abisi de fotoğraf için kameraya gülümseyerek Mark'ı da işaret parmağıyla kameraya bakması için ikna etmeye çalışıyordu.

"İyi günler içeri girebilir miyim?" dediğinde bir kabusten uyanır gibi sarsıldım ve bir elim kapıyı tutarken boşta olan elimle alnımı kaşırken hafifçe kafamı çevirip Mark'a baktım. Mark, yüzünde dehşete düşmüş ifadesiyle ne zamandır oradaydı bilemiyordum ama uzun zamandır olduğu belliydi. Vücudu zangır zangır titrerken abisiyle olan göz temasını hiç kesmedi. Elinde bir bıçak olsa tam kafasının ortasına saplayacak kadar hırçın bakışları vardı.

"Kapıyı kapatır mısın Rose?" diye katı bir sesle konuştuğunda onun dediğini yapıp kapıyı ittirmeye başlamıştım ki abisi eliyle kapıyı durdurup içeri adım attı. Bu dramın ortasında kalmak istemiyordum ama Mark'ı yalnız da bırakmak istemiyordum. Kaygıdan dolayı mideme ağrı girerken olduğum yere çöküp sessiz sessiz uzaklaşmak isteyen beynimi susturdum.

"Abini eve almamak da ne demek Mark Lee?" dediğinde tedirgince havaya kalkmış kaşlarımla büyümüş gözlerim onlardan tarafa bakarken dış kapıyı kapattım.

Mark Lee'nin ilk olarak dudaklarını kıvıran gülümsemesi kahkahaya dönüşürken çıldırmış gibi duruyordu. Ne olduğunu anlayamadığım için sırtımı kapıya yapıştırıp pür dikkat Mark Lee'ye bakıyordum, bir şey olursa abisinin saçına yapışacak bir duruşla.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin