1.8

45 8 0
                                    

"Seni öpebilir miyim?" dediğimde az önce olan şeyle beraber hala daha bana anlam veremiyormuş gibi bakıp "Rose, izni o şeyi yapmadan önce alırsın; yaptıktan sonra alırsan ne anlamı kalır? Kafayı sıyıracağım, senin benimle problemin ne ya?" diye sorarkan fevrice elini kaldırdığında ahtapot gibi eline doğru sarılıp yanağıma doğru götürürken bedenini de eliyle beraber kendime doğru çekmiştim.

"Bu sefer elini çekmene izin vermiyorum, çekemezsin. Avucunun içi sıcakmış, bugün burada uyuyacağım hem." Dedim ve çenemle elinin içini iyice açtırıp sıcak avcuna soğuk yanağımı bastırdım. Tenlerimizin sıcaklığı arasında hissedilir bir fark olduğu için duman çıkacak sandığımda hafifçe kendi halime güldüm, tenini kendi tenimmiş gibi hissetmeye başlamam uzun sürmemişti. Hayalimde teni tenimin üzerinde soğruluyor, vücudumun içine çekiliyordu sanki.

"İyi bırakma, elimi sana hediye edeceğim en sonunda." Dedi ve eli hala ellerimin arasındayken arkasını dönerek sandalyenin önüne doğru çömeldi ve "Bin hadi." Dedi. Ona dünyanın en komik esprisini yapmış gibi bir abartıyla gülmeye başladığımda "Rose, sana arkam dönükken gülmeyi bırak da bin sırtıma." Diyerek cümlesinin sonunda harflerini naziklik sopasıyla inceltmek için birkaç kere vurmak zorunda kalmıştı.

Gülmemi durduramadığım için kahkahalarımın arasında nefes almaya çalışırken bir yandan da "Sonunda sana binme fırsatı buldum, hep teklif ettiğin ama hiç ulaşamadığım bir taşıt çeşidi." Demeye çalışıyordum ama o kadar şiddetli gülüyordum ki ağzımdan çıkan herhangi bir şeyi anladı mı emin olamamıştım. Hüngür hüngür ağlamak istiyordum ama sulu göz olmaktan bıktığım için tüm duygularımın şiddetini gülerek eksiltmeye çalışıyordum.

"Rose, kes şunu; zoraki kahkahalarını duymaktansa gerçek gözyaşlarını göstermeni yeğlerim. En azından içinin zehri akar dışına biraz." Dediğinde gülmem aniden durmuştu. Kafam o kadar bulutluydu ve kanımın içindeki alkol o kadar damarlarıma baskı yaparken köpürüyordu ki o an bana laf mı sokuyor yoksa iyi bir şey mi söylemeye çalışıyor, bunu anlamak için beynimi çalıştırmamıştım. Elini tutan ellerimin arasından ellerini çekerek parmaklarımı kendi avucunun içine doğru aldı, kollarımın arasındaki boşluktan kafasını geçirerek ellerimi göğsüne doğru bıraktı. Saçları burnumun içine doğru girince biraz geri doğru çekilmiştim.

"Sıkı tutun." Deyip kalkacak olduğunda ellerimle göğsüne baskı yapıp "Alçılı kolunla beni taşıyamazsın, hayır olmaz. Ben Hyunjin'i taşıdım, seni de taşırım." Dediğimde "Rose, seni sırtımda keyfimden mi taşıyorum sence? Ayağının yaralı olduğunu unuttun mu? Hem geçen belim belim diye ağlamıyor muydun?" diye art arda sorularını sıraladı. Tabi cevaplarını beklemediği için ben de cevap vermeyecek olsam da dişlerimin arasındaki nefeslerden sızar gibi çıkan mırıltıya da engel olamamıştım.

"Ben ağlamam ki, hiç ağlamam." Dedim ve yavaştan ayağa kalkan Mark'ı yormamak adına göğsümü sırtına yaslayarak kırık kolu yüzünden bacağımın tekini tutamadığından dolayı ikisini de beline doğru sardım.

Kokusu, burnuma kadar ulaşırken yavaş yavaş uykumun geldiğini hissediyordum ama yine de gözümü açmak için iki elimi de kullandığımda Mark öne doğru eğilmeseydi camların üzerine sırt üstü düşecek olmuştum.

"Rose, ellerin boynuma sarılı dursun; sakın açma. Bir dahaki sefere kesinlikle öne eğilmem ve düşsen de umurumda olmaz." Diye ikaz etti. Ayakkabısının altı camları eze eze koridora gitti, oradan dış kapıya doğru ilerledi ve benim sırtında sabit durduğuma emin olduktan sonra sağlam olan eliyle kapıyı hızlıca çekip hemen bacağımın altına doğru kaydırarak destekledi.

Benim düşmeme izin vereceği falan yalandı, sırtında bir bebek varmış gibi bir hassasiyetle ilerlerken nasıl düşmeme izin vereceğine inanabilirdim ki? Blöfçünün önde gideniydi.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin