"Dik dik bakmaya devam mı edeceksin?" dedikten sonra oturduğum koltuğa biraz daha yerleşip arkama yaslandım. Yavaş yavaş bastıran karanlık, bir külçe gibi ağırlaşan soluklarımız arasında boşluktan sızan su gibi kendi yolunu bulmaya çalışıyor ve ay ışığının vurduğu benizlerimizin üzerine karışmış yeşil hastane lambasıyla boya sıçratılmış portreleri andırıyorduk.Mark, sarılı kolu beyaz hastane çarşafının örttüğü bacağına yaslanmışken daha önce kaşlarını kaldırmayı öğrenememiş bir insan gibi çatılı kaşlarıyla uzun süredir yatağının yanındaki refakatçi koltuğunda oturan bana bakıyordu.
"Hoşuna gitmiyorsa sana daha uzun süre bakabilirim çünkü hatalısın." dedi ve yanlışlıkla gözlerimizi değdirdiğim bir anda tek kaşını havaya kaldırdı. Aslında Mark'tan korkmadığımı söylediğim her saniye yüz ifadesi kızgınlaşıyor ve biraz daha ciddileştiğinde olabildiğince korkutucu oluyordu. Gerçi onu ara sıra gülerken gördüğümde daha korkutucuydu çünkü bazı zamanlar şirin geldiğini kabul edemiyordum.
Doktor, Mark'ın düşerken kolunu incittiği söylemiş ve kolunu sargıya aldıktan sonra bir günlük gözlem altında kalması gerektiğini söylemişti. Ben ise turp gibiydim. Cidden kaya gibi sağlam bir insandım ya da şansıma tüm acıyı Mark'a bırakmıştım.
Hyunjin'i binbir zorlukla göndermeden önce soğukta kalma diye tembihleyip üzerime bıraktığı ceketi, yatar pozisyondaki bedenime örtüp gözlerimi kapattım çünkü artık Mark ile göz göze gelmek istemiyordum.
"Sana beni tut diye yalvarmadım, tüm bunlar senin seçimin. Bu beni hatalı yapar mı?"
"Hatalı olduğun kısım beni düşürmek değil."
"Her şekilde bir hatam olduğunu söylüyorsun ama ben özür dilemek istemiyorum."
Mırıltı gibi ağzımdan kaçan cümleyle annemden yiyeceğim azarın fazlalığını hesap ediyordum çünkü bana 'Gerekirse yalvarırken yeri yala ama beni büyükannesiyle karşı karşıya getirme.' demiş ve ciddiyetini açık bir şekilde belirtmişti.
Bu yalvarmak mıydı?
Hiç sanmıyordum. Hatta özür dilemeyeceğimi söylemiştim. Tam bir ahmaktım.
Mark, hiç oralı olmamış olmalı ki uzun bir süre hiç ses duymamıştım fakat yüz ifadesini merak ettiğimden gözlerimi açıp kafasını yatak başlığına yaslayıp gözlerini kapatmış Mark'a baktım. Mark'tan hoşlanmıyor olsam da standartların üzerinde olduğunun farkındaydım fakat pek de yakışıklı sayılmazdı.
Kapalı gözleri titrermiş gibi göz kapaklarını oynatırken hala çatılı duran kaşlarıyla büzülen alnı, boğazı kuruduğundan olsa gerek, sertçe yutkununca eski bir evin çökmekte olan duvarının çatlaklarını andırmıştı.
"Sana su getirme iyiliğini yapabilirim." dedim ve üzerimdeki ceketi koltuğun arka kısmından sallandırıp ayağa kalktım.
"Sadece pencereyi kapat, soğuk oluyor." dedikten sonra gözünden gelen yaşla taş kesilen bedenim, kollarıma dolanan zincirler için bile kıpırdayamamıştı. Onu üzdüğümü sanmıyordum fakat bir anda ağlamasına da uygun bir durum bulamıyordum.
Belki de büyükannesini özlemişti. Kocaman bir bebek gibiydi ve kolunu incittiğinde ağlamadığına şaşırmıştım.
"Tamam sana peçete bulayım, suyu boş ver."
Mark, kafasını olduğu yerden kaldırıp açtığı gözkapaklarının az önceye kadar gizlediği ıslanmış irislerini doğrudan doğruya bana yöneltince yaptığım her şeyi gözden geçirdim. Aslında o kadar çok şey yapmıştım ki hangisini düşünsem bilemiyordum.
"Komik olma Rose, birkaç damla için peçeteye gerek yok." diyip kısaca güldü ve hala açık olan pencereye doğru baktı.
Ne yapacağımı düşünürken yapacağım en saçma şeyi seçmiştim, gözyaşlarını silmeyi.
Birkaç adımda yanına ulaştığımda hala beni fark etmediğinden rahatça bir nefes alıp işaret parmağımla gözünden düşmekte olan gözyaşını parmağımla yakalayıp ıslaklığı olabildiğince almaya çalışırken Mark'ın benden tarafa dönen kafası işime engel oldu.
Onu boş verip tekrardan akan gözyaşlarına doğru yol almış parmağımı havada yakalayıp aşağıya doğru yavaşça bıraktı.
"Her fırsatta bana dokunmayı keser misin?"
Her fırsatta ona dokunmuyordum.
"Yardım ediyorum."
Kafasını aşağı yukarı sallayıp anladığını belirtirken bir de inanmazca kaşlarını kaldırmış alttan alttan bana bakıyordu.
"Sana pencereyi kapat dedim Rose, senden istediğim yardımı almayı planlıyorum yani öylesine akan bu yaşlarla uğraşma."
Aslında şu zamana kadar her gece çaldığı gitarını ondan habersiz çöpe atmak ona dair istediğim en iyi şey sanıyordum fakat önümde sargılı eliyle gösterdiği pencereyle birlikte kıvrılmış dudaklarına bakıldığında eğlendiği belli olan Mark'ı atmanın daha mantıklı olduğunu fark etmiştim. Daha öncesine kadar çok konuşmadığımızdan ona olan tahammül seviyem pek yüksek sayılmazdı.
Pes edercesine kenarda sallandırdığım kollarım, pencereye ulaştığımda sertçe kapatmama yardımcı olurken Mark, aldığı derin nefesle tekrardan arkasına yaslandı.
"Sonunda en büyük yardımı yaptın." dediğinde kafama dank eden şey ile avuç içlerimle suratımı sıvazlayıp kendime içimden ağır bir küfür ettim.
Mark Lee, bahar nezleleriyle meşhur bir çocuktu. En sevdiğim mevsimin artık sonbahar ve ilkbahar olmamasının bir sebebi de karton gibi tüm sesi geçiren duvarlar ardında Mark'ın sabaha kadar olan hapşırıklarıydı.
Mark'ın bir anda hapşırmasıyla daldığım düşünce âleminden hızla çıktığımdan vücudumu saran ürperme hissi, yaştan yıkanmış yüzüne baktığımda geçici bir acımaya dönüştü.
"Sana maske mi bulmalıyım?" diye sorarken etrafı tarayan gözlerim birkaç hapşırıktan sonra konuşabilen Mark ile ona döndü.
"Bu sefer dudaklarımla alakalı bir düşüncen olduğundan şüpheliyim Rose."
Islak olduğundan yeşil ışıkla parlayan gözleri dudaklarına kondurduğu sırıtmayla kısılınca ona gülmemek için kendimi ekstra zorlamam gerekti.
"Esprilerini çirkinlikleriyle doğrudan sana iade ediyorum Mark Lee, beni yorma lütfen." dedim ve uzun zamandır ayakta olduğumdan ağrıyan bacaklarımı ovmak için koltuğa oturdum. Gerçekten boş yere öylece ayakta durmuştum ve bunu yeni fark ediyordum.
"Yorulmuş olmalısın Rose, eve gitmeliydin."
"Sebep olduğum hata seni bırakmamı engelliyor o yüzden yarın seni sağ salim evine götürdükten sonra ayrılalım Mark." dedim ve ovmayı bıraktığım bacaklarımı kendime doğru çekip geniş olduğu için Tanrı'ya şükür ettiğim koltuğa yanlamasına yatıp ceketi üzerime örttüm, zaten kapanan gözlerime izin verdim.
Kirpiklerim gözaltlarıma çarpıyor ve hafif soğuk bile içten içe beni titretmeye yetiyordu. Uyku ile uyanıklık arasındaki arafta açılan göz kapaklarım, üzerime örtülmüş hastane pikesini avuçlarımın arasında sıkıştıran ellerimi kınayıp tekrardan kapanmaya başladı.
"Tatlı rüyalar Rose."
En büyük kâbuslar hep en tatlı rüyaların aynadaki yansımasında sıkışır, düşüncelerimizin üzerinde parçalanırdı. Mark'ın tok sesi beynimin içinde sallanırken kıvrımlarından sızan tüm kirli kan, zihnimde kollarından damlayıp göğsümün içindeki buzları kırmızıya boyuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Feelings / Mark Lee
أدب الهواةÇünkü duyguları bulmak zordur. Mark Lee 2020 Tamamlandı