1.7

49 8 0
                                    

Sarsak adımlarla sandalyeye çıkmak için derin bir nefes aldığımda kafamı yukarı doğru kaldırıp öylece tavanı süzerken dolapların burada olmadığını fark ettim.

"Ama buradaydılar, buzdolabının üzerinde beyaz bir şey olmalıydı." Diye kendi kendime yakınırken dolan gözlerimle dolapta rastgele bulduğum içkinin etkisi ile geriye doğru sendelerken ellerim sandalyeyi tutmayı bırakmıştı. Bir süredir yukarı doğru dönük olan başım daha çok dönmeye başlarken boynum acımaya başlamıştı. Beynimin içinde çakan ampulle başımı çok kaldırdığımı fark edip boynumun daha rahat duracağı bir açıyla yukarı bakmaya devam ettiğimde buzdolabının üzerindeki dolabı görebilmiştim. Dolan gözlerimden öylesine akan yaşları elimin tersiyle silerken ağlamaya alışan vücuduma da içimden küfürler ediyordum.

"Çaldılar sandım, Tanrı'ya şükür hala yerindeymiş." Dedim ve ileriye atılıp elimi sıkıca sandalyenin başlığına sardım, ayağımın birini atıp kocaman bir derin nefes almış ardından diğer ayağımı da atıp sandalyenin üzerine çıkmıştım. Aynı küçükken atın üzerine bindiğimde yaptığım gibi birdenbire "Dıgıdık atım dıgıdık." Diye bağırarak elimle yuları sardığımı hayal ederken vücudumu ileri geri sallamaya başladım fakat hemen sonrasında bulanan midemle karşımdaki boşluğa dur işareti yaparak karnımın üzerini okşadım.

Gelen sesle ilk zil çalıyormuş gibi gelse de aynı zamanda titreyince küçük bir yoklama sonrasında telefonumun çaldığını anlamış ve bir süre sadece çalan müziğin ritmine kapılıp sandalye üzerinde dans etmeye başlamıştım. Ritim sanki vücut kıvrımlarıma çarpıyor, çarptıkça kırılma sesiyle yere düşüyordu.

Tekrar tekrar çalmaya devam edince kulağıma kötü gelmeye başlayan müziği durdurma amacıyla telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Rose, ne yapıyorsun?" diyen sesin kim olduğunu idrak etmek için telefonu ağzımın içine sokacak kadar yaklaştırdığımda "Benimle nefes seslerin aracılığınla mı konuşacaksın bebeğim? Rose, düzgünce cevap ver. Orada mısın?"

İsmimi söyleme tonundan sesin anneme ait olduğunu anladığımda sarhoş olduğumu çaktırmamak için ağzımda biriken koca tükürüğü yuttuktan sonra telefonu beceriksizce kulağımla başım arasına sıkıştırıp yukarıdaki dolaba doğru uzandım. Dolap bir hayli yüksekte olduğundan boyum normalin üzerinde bir uzunlukta olmasına rağmen parmağımın ucunda yükselmek zorunda kaldım ve kulpa tutundum.

"Neredeyim mi? Buzdolabındayım, ay hayır onun önündeyim." Diye ilk dakika art arda saçmalamasaydım bile peltekleşmiş ve ağzımın içinden mi yoksa başka bir yerden mi çıktığı belli olmayan sesimle sarhoş olduğumu anlayabilecek annemin bağırışlarını önceden hayal edip telefonu kulağımdan çekecek olmuştum ama sonradan vazgeçtim.

"Sen sarhoş mu oldun Rose? Sana eve geç geleceğimi haber vereceğim günü mü buldun sarhoş olacak? Kim izin verdi hem senin içmene?"

Soruları kafamda tutamadığımdan haliyle cevap da verememiş "Ne? Ben izin verdim tabi ki." deyivermiştim. O sırada kolumla beraber bedenimi de hafifçe geri çekip dolabın yukarı doğru açılmasını sağlamıştım. Cam tabakların üzerinde, biraz geride duran çikolata aniden gözlerimin önünde sarı halkalar içinde parlamaya başladığında yüzüme yapışan kocaman gülümsemeyle ona doğru uzandım.

"Rose, ah Tanrım! Sadece doğru düzgün otur, çok geç kalmayacağım ama mesaiye kalmak zorunda kaldım, şu an da işten çıkamıyorum o yüzden sakince otur ve uyumaya çalış. Dayağını sonra atacağım ben sana."

Parmak ucumda yükseliyor yükseliyor ama bir türlü çikolataya uzanamıyordum. Annem, evde fazlaca çikolata tüketerek sağlığını bozmuş olan babamdan tüm çikolataları saklamış, bana da sadece yerini söylemekle yetinmişti ama babamın yerini bilse ulaşabileceği yere ben bir türlü ulaşamıyordum. Ceza babama mı verilmişti yoksa bana mı anlamıyordum.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin