0.4

123 7 14
                                    


"Kan grupları sistemini keşfeden kim?"

Kararmış gök, bulutlarını omzuna almışken ayağımızın altında duran kaldırımları bir bir yalayarak sırasının geldiğini söylüyordu, güneşe. Hyunjin, sabırsızca salladığı kolumu serbest bıraktığında derin bir nefes eşliğinde yorgunlukla kırpmakta zorlandığım gözlerimi, onun pudraya bulanmış gibi beyaz olan suratında gezdirdim. Hyunjin'in bugün neden bu kadar beyaz gözüktüğünü bilmiyordum ama gözlerimde bir problem olmaması için içimden dua ediyordum.

"Karl Landsteiner mi?" diye sorup kıstığı gözlerinin içinde gözbebeklerini aramaya çalıştım.

Bazı şeyler o kadar tesadüfen karşıma çıkıp bildiğim şeylerdi ki beynim gereksiz bilgiler için dipsiz bir çuval gibiydi. Hermione'nin çantası yanımda halt etmişti.

"Rose, derste benim adımı unutmuştun. Sorsam kan gruplarını doğru bile söyleyemezsin ama bunu biliyor musun?" diye isyan ederken yolun ortasında bir anda durmuştu.

Zorla aklıma sokulmak istenen hiçbir şeyi hatırlamıyor olmak benim suçum değildi ama Hyunjin'in adını unutmak tamamen bilinçli yaptığım bir şey olduğundan bunun için özür dilemeye çalışırsam dayak yeme ihtimalim olduğunu biliyordum.

"İsmini çok söylersem büyüsü bozulur."

"Kendini avut, Rose."

Hyunjin, kızmak için büzdüğü suratını hızla başka tarafa attığında ağladığını sanıp olduğum yerde donmam, bu zamana kadar Hyunjin'i iyi tanıyamamamdan kaynaklıydı çünkü sokağın kaldırım taşlarına bir melodi gibi gelecek kahkaha sesi ile tuttuğum nefesime, rüzgârı dansa kaldırmaya zorlamıştım.

Tekrardan yürümeye başlayınca bir anda bacağıma ağrı giriyor gibi yapıp adımlarımı durdurup ağrıyan yere küçük masajlar yapmaya başladım. Uyumak istiyordum ve bunun için kullanmaktan çekinmeyeceğim insanlar vardı. Hyunjin, bu listenin başında sık kullanılanlar kısmında duruyordu.

Evet, dikkatim bir anda dağılmasaydı başını bana döndürmüş Hyunjin'den tam olarak bunu isteyecektim fakat az ileride apartmanın önüne sıralanmış insan topluluğu bakışlarımın yönünü oraya sabitlememe neden olmuştu. Sabah yaşadığım şokla alamadıkları övgüleri almaya geldilerse Hyunjin'e orta parmak çektirebilirdim çünkü yarın sabah Mark'ın yüzüne bakma ihtimalim olduğundan bu ailem arasında bir kaosa dönüşebilirdi.

Sıktığım ellerim arasında ezdiğim tüm ruhlar, gözbebeklerime değerken yüzüme kondurduğum gülümsemem içimdeki şeytanın nasıl da büyüdüğünü fark etmemi sağlamıştı. Bu hoşuma gitmeyen şeyler yanında birinci sıradaydı ama bunu şuanda düşünecek halde değildim.

Yanlarına geldiğimde zaten beni uzaktan görmeleri yüzünden ayaklanmaya başlamalarıyla görmezden gelme planımı hemen kenara attım ve Mark'ın sesini duyana kadar kısa bir baş selamı verip ilerlemeye devam ettim.

"Rose, zamanın varsa biraz bize uğrayabilir miyiz?"

Beresinden çıkan sarı saç tutamları iki gözünün yarısını kapatacak şekilde dağılmış kaşlarını saklarken ifadelerini anlamak biraz zor olsa da azıcık düşünüyormuş gibi yaparsam zaman kazanacağımı sanıyordum. Gözlerimle yeri bir süre tarayıp bahçemizdeki tüm çiçekleri yeni yeni tanırken aslında amaçlarını tahmin ettiğimden hiç gitmeye gerek yok diyecektim. Bakışları en derinden bir iğne gibi sadece ruhuma işleyen ızdıraplar haline almışken yok deyip de özür haklarını ellerinden almak içimden gelmemişti.

"Bu ani davetinin bir sebebi var mı?"

"Çocuklar bir şey hakkında konuşmak istiyorlar."

İrisleri, gözbebeklerindeki kahverengileri dişlerinin arasında çiğnerken bir anda siyaha boyandılar.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin