0.7

84 5 0
                                    

Çocuk, alnına dökülen saçlarını gözünün önünden çekmek için parmaklarını bile kaldırmadığında ılık bir esintiyle gözbebeklerine yapışmış sonbahar, yavaş yavaş kışa dönmeye başlamıştı. Kahverengi gözlerinde bariz olan hüznü, yavaş yavaş camlaşmaya başlamış gözlerinde Medusa laneti taşıyormuş gibi bakışlarını dikmiş, taşıdığı kış yüzünden gözaltlarına kar yağmasın diye tüm sinirini dilinin altında çiğniyordu. Bir hayali vardı öncesinde, evet ama ailesinin yoğun ısrarları ve kırıcı sözlerini onu buraya sürüklenmeye mahkûm etmişti.

"Yanımızda kalırsan en yalnız sen olursun."

"Senin yanına geleceğiz, seni tamamen bırakmıyoruz ya. İşim bittiğinde küçük oğlumu görmeye elbet geleceğim."

Annesinin eskimiş kapı pervazının yanında dikilip sarf ettiği sözler çirkin bir ritimle sürekli beyninin içinde dönüyordu. Bu bir plak değildi, bir radyo programında çalan herhangi bir şarkı veya telefon melodisi olarak ayarlanmış bir zil sesi değildi. Kulağını kesse hala duyabileceği bu melodi, yatağa her yattığında öylece dönüp duruyor, bir takıntı gibi çıldırışının nedenlerini yavaş yavaş tekrarlıyordu. Bitmiyordu, yenilenmiyordu, yerine başkası gelmiyordu. Rüzgâr, hiç durmazsa yıllanmış şehirler bile değişirdi; Mark da değişmişti.

Şimdi, büyükannesinin bedeni önde sağlam bir kaya gibi ilerlerken o yola hiç gelmemeyi dilemişti. Hayır, arkadaşlarını özlemekten kaynaklı bir kaçış değildi bu. Çünkü öncesinden planladığı gibi şirketlerin düzenlediği seçmelere katılacak ve yeteneğini gösterecekti ama terk edilmişti. Bu terk ediliş onun için bir fırsatsa bunun için öncesinde tek bir ışık bile bulamamış olabildiğince karanlıkta kalmıştı.

"Neşelen de kafanı kaldırıp yaşadığım yeri tanı." Diyen büyükannesine saygısı olmasa ona göz devirebilirdi fakat yine de bunu ona yapmak istemedi ve söylediği gibi kafasını kaldırıp yeni evine bakmayı denedi.

"Üzülme genç adam, kiraya seni katmayacağım."

Donmuş buz kütlesini sulamaya benzeyen bu şaka yine de Mark'ı gülümsetmişti ama bundan bir yandan utanıyordu. İyi tarafından bakacak olursa yeni yerler görebiliyordu.

Kahverengi, boyası ağarmış, iki üç katlı bir apartman kendi müstakil evlerine göre küçük sayılsa da bununla bir problemi yoktu. Büyükannesi kocaman gülümseyip ilerlemeye devam ettiğinde ona minnettar olduğunu hissetti. Büyükbabasının hastanede kalması gerekecek kadar hasta olduğunu biliyordu Mark Lee fakat buna rağmen acısını iki dudağının arasına saklayıp üzerine fermuar çekmiş olan büyükannesi, çatık kaşlarıyla etrafı tanımaya çalışan çocuğa gülümsüyordu. Kalbi bir demir gibi katılaşmış bu çocuğun taşları devrilmiş mutluluğunu yeniden yapmak için yeni taşlar bulmak onun önceliğiydi. Apartmanın içinden gelen sesler, ikisinin de dikkatini o yöne çekerken adımları hızlanmış büyükanneyi yakalamakta zorlanan Mark, koşar adım yürümeye başladı.

"Taş, kâğıt, makas!"

İçeride rüzgârı kesilmiş hava, Mark'ın ürpermiş ruhunu sallayıp kendine getirmesini gerektirmişti fakat daha da yaklaşan bu sesler yere düşen bakışlarını kaldırmaya hazırlıyordu.

"Rose!

Bir yıkılma sesine benzer patırtı büyükannesinin kapıyı açmakta olan elinden anahtarı düşürünce merdivenlere bakan Mark, yuvarlanarak orta merdivene kadar gelen kıza bakmaya başladı.

"Her seferinde elim cebimdeyken başlatıyorsun oyunu Hyunjin, dengemi kaybedip düşeyim diye yapmıyorsan bir şey bilmiyorum." Diye söylenen kız, düştüğü yerden kaldırılmayı bekler gibi yattığı yerden ayakucuna kadar gelmiş çocuğa kızgınlıkla bakıyor, ölü taklidi yapar gibi ara sıra dışarı çıkarttığı diliyle kafasını yana çeviriyordu.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin