"Mark, Hyunjin'i etrafta göremiyorum."
Kafamı sağa sola döndürürken bir yandan Hyunjin'in varlığına dair bir işaret arıyor, bir yandan da beni duymazdan gelerek sorularıma cevap vermeyen Mark'ın sağlam olan koluna doğru yavaşça vuruyordum. Bir anda elime dolanan parmaklarla vurmayı durdurmak zorunda kalarak Hyunjin'i bulma işime ara verdim. Mark, çatılı kaşlarıyla parmaklarının sıkıca sardığı elime baktıktan sonra bakışlarını ona ne olduğunu sorarmış gibi kısılmış gözlerime doğru çevirmişti.
"Hayır, gördüğün hiç kimse Hyunjin değil Rose. Onlardan herhangi biri Hyunjin olsaydı, doğrudan sana doğru gelirdi." Dedikten sonra tuttuğu elimi bıraktığında heyecandan mecali kalmamış vücudum uzuvlarımı kontrol edemediğinden elim aşağıya doğru sallanmıştı. Söylediğini mantıklı bulduğumdan dolayı kafamı yavaşça aşağı yukarı sallarken ona dönük oturan bedenimi diğer tarafa doğru döndürüp tekrardan gelen gideni izlemeye başladım. Dakikalar, bacaklarımın yanında oturarak bir bir yok olmaya başladıklarından Hyunjin'in bana elveda demeden gitmiş olma olasılığı zamandan faydalanarak yanıma çöreklenmiş, tam da Mark ile aramıza oturmuştu. Vücudumu ele geçiren heyecan sebebiyle titreyen bedenimin bu ansız sallanışına başka sebepler aramaya başlamış, en sonunda havanın soğukluğunu kurban seçmiştim.
"Mark, ceketini bana verir misin? Buranın havası çok soğuk, Hyunjin gelmeden soğuktan donarak öleceğim." Dedim ve tekrardan ona doğru dönüp hafifçe uyuma pozisyonuna geçmiş Mark'ın ceketini sağ avcumun içinde sıktım. Bizi dışarıdan gören birisi Mark'ı tehdit ettiğimi hatta biraz sonra onunla yumruk yumruğa bir kavgaya girebileceğimi bile söyleyebilirdi. Kapalı gözlerini açmadan oturduğu yerde hafifçe dikleşip zaten kırık olduğundan bir kolunu geçirmediği ceketi diğer kolundan da kurtarıp hala yakasından tutmaya devam ettiğim elime doğru bıraktı. Benimle iletişim kurmanın bile Mark'a büyük zararlar vermeye başladığını düşünmeye başlıyordum, bundan sonraki günlerde bir daha görüşmesek ikimiz için de çok güzel olacak gibiydi.
Cekete kazandığım bir zafermiş gibi bakıp omzuma doğru attırırken üzerime hafiften büyük geldiğinden Mark'ın bıraktığı ufak sıcaklıkla anında ısınmış, titrememin az da olsa geçmiş olmasına kendi içimden sevindim.
Kafamı tekrardan Mark'a çevrilik halde bulduğumda kendime anlam veremediğim için hafifçe kaşlarımı çatmış ama yine de olduğu haliyle bırakıp Mark'ın çatık kalmış kaşlarıyla uyumaya çalıştığı suratını süzmeye başlamıştım. Hyunjin için etrafa bakınmam gerekirken neden başka şeylerle uğraştığımı bilmiyordum, Hyunjin'e çok mu kızgındım yoksa Mark o an ilgimi Hyunjin'den daha çok mu çekmişti anlayamıyor, kendime bir cevap bulamıyordum. Bulamadığım cevabı daha fazla aramaktan kaçınıp omuz silkerek boş vermeyi seçmiştim.
Güzel bir yüzü vardı, benim yüzümdeki tek tük sivilce pürüzlerine sahip değildi ve saçlarının rengi ten rengine yakışıyordu. Asyalılara özgü göz şekli de benimkinden tıpatıp farklıydı mesela, hafiften çıkmaya başlamış bıyıkları da onda güzel durmayı seçmişti. Düşüncelerimin ortasına Mark'ı kıskanıyor olabileceğim düşüncesi düşünce kafamı Mark'tan başka tarafa çevirebilmiştim.
Çevirdiğim taraftan gelen Hyunjin, elindeki bavulla adeta savaş verirken gözyaşları tekrardan gözlerime dolmaya başlamıştı. Hyunjin, benim her şeyi beraber yaptığım arkadaşımdı; onu böyle kaybedeceğimi düşünmemiştim.
"Aptal, tekerlekli valizi niye elinde taşımaya çalışıyorsun? Sadece sürüklesene." Diye bağırarak ayağa kalkmış ve daha fazla uğraş vermesin diye yanına doğru koşmuştum. Aniden ayağa kalkınca Mark'ın ceketi omuzlarımdan kayıp oturduğum yere düşmüştü ama yere düşmemiş olduğundan pek de umursamadan sadece Hyunjin'e odaklandım. Benim kalkmamla beraber Mark da yattığı yerden kalkıp gözlerini açmış ve doğrulmuştu.