Şaşırmıştım. Kafamın içinde kafatasımdan beynime doğru damlayan ılık kanlar; bedenimin taşıdığı başımı, duvara beklenmedik bir şekilde vurduğumda tüm saç diplerimin arasından fışkırmıştı ve iç sesimin kurduğu cümleler dağılırken düşüncelerime varasıya titremiştim. Cenin pozisyonunu almış bedenim, az önce Mark'ın adeta bir vur kaç vakasıyla eş değer bir halde beni ittirdikten sonra kendisinin de kuvvete dayanamayıp yere attığı bedeninin boşluğunu ayaklarımı uzatarak doldurmuştu. Daha vurduğum ilk seferde kontrol edemeyip yeni yeni kontrol edebildiğim ellerimi, zonklayan yere bastırdığımda zaten gözlerimden akan yaşlar bir bumerang biçimde attığım şekilde geri dönmüştü ve başım bacaklarıma dönük olduğundan Mark'ı görememiştim. Gözümden yaşlar boşalırken hıçkırarak ağlamaya başlamamın sebebi kesinlikle kafam değildi, etkisi vardı fakat küçük etkiler büyük olayları değiştirmez olduğundan şuan Hyunjin'in yanında ağlayamadığım kısmı tamamlıyordum.
Evet, kafam da acıyordu fakat belimin acısını dahi unutturan kalbimle boy ölçüşemezdi. Ben, hıçkırarak ağlarken üst gövdesiyle beraber iki eli de görüş alanıma giren Mark'a durumu çaktırmamak adına şaka mı yapmam gerekiyordu?
"Rose?" diye bağırdığında bir şoktan silkeleniyor gibi çıkan sesine tepki verebilmem için kulaklarımda kalan çirkin uğultunun geçmesi gerekiyordu. Ama bir yandan ağlarken bunu beklemenin mantıksızlığı belimin ağrısıyla beraber gelmişti. Yeni yeni gelmesinin tek sebebi aniden itildiğimden belimin ağrısının bile ne olduğunu anlamaya çalışmak için kendine zaman vermesiydi.
Sonunda tasviri zor ses, kulaklarımı yavaşça terk ederken kısık sesimle "Başına açtığım tüm sorunlar için benden intikam almaya çalışmış olmalısın ama of, sanırım kafamın bir kısmı duvarda kaldı." Diye konuştuğum anda Mark'ın eli, ellerimin üzerine kapanmıştı. Ben baskı yaparken ağrısı azalan yere daha da baskı yapmak için parmaklarımı devreye sokmuşken Mark, ellerimi kafamdan ayırmak için parmaklarıyla sihir yapıyordu.
Sonunda ellerimi çarptığım yerden ayırdığında "Mark Lee!" diye acıyla inlediğimde elleri kolayca yerini bulmuşçasına saçlarımın üzerine yerleşmiş, şişeceğinden emin olduğum yere; parmaklarıyla küçük küçük masajlar yapıyordu.
"Araba mı daha hızlı olur motor mu?" dedi. Hala sesli bir şekilde ağlamaya devam ettiğimden pütür pütür olmuş soluk borum, soruyla küçük bir öksürük nöbetiyle sarsıldığında kontrolsüz akan gözyaşlarımı durduramasam da hıçkırıklarım arasından "İkisine de ehliyetin almadın daha?" diye alttan alttan ne demeye çalıştığını anlamak istemeyerek cevap vermiştim. Burada ağlarken gözlerine perde indirecek kadar ağrıyan başıma rağmen sorusunun gideceği yerin saçmalığını anlamıştım ama o "Otobüsle işimiz uzar ama. Peki, bana binsen?"
Cenin pozisyonu almış bedenimi düzleştirip sağanak yağmurda kalmış gibi terlemiş saçlarım ve ağlamaktan yıkanmış yüzümle bakışlarımı; Mark'a çevirmiş, durmuş hıçkırıklarımla anlamsızca ona bakıyordu. Bu zeki çocuk, bu denli manyakça cevaplarıyla kafasını vuranın o olduğuna inanmamı sağlamıştı, nasıl tebrik edecektim onu?
Bakışlarımı anlamış gibi endişeli bakışlarını yere indirerek "Yani sırtıma." Diyerek tekrar gözlerini biraz kafamın üzerine çıkararak şişmiş olan bölgeye baktı ve sertçe nefes verdi.
"En iyisi burada yatmak, yatalım." Dediğimde şişmeye başlamış bölge üzerinde dans eder gibi gezinen parmakları durmuş; kafamın üzerinde gezinen gözleri de yüzüme düşmüş, ağlamayı kestiğimi yeni fark ettiğimden kurumuş gözyaşlarıma bakıyordu. Ağlamamın durmasına şaşırmamıştım çünkü cümleleri o kadar gelişigüzeldi ki içimden kahkaha atmak gelmiş fakat endişeli gözlerini görünce onu gücendirmekten korkmuştum. Hyunjin, onun için bu kadar endişelendikten sonra bu denli kaba bir tavır sergilese kafasını bir daha duvara vururdum, maalesef.