1.4

74 5 0
                                    

Beni kendine çeken elle dağılan uykum, gözkapaklarıma açıl emrini verirken yarı yarıya açık gözlerimi karşıya odaklayarak belimden çekiştirenin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hala gerçeği ve hayali ayırt edemediğim şu zamanda Mark'ın irislerimde parlayan yüzü, nedense bir rüya gibi gelmişti o an. Sanki dün Hyunjin'in haline üzülüp ağlarken uyuyakalmış, hayal gücümün oyunu olan bu rüyaya ışınlanmıştım.

Mark'ın kolu belime sarılı durduğundan yanağı ağzımın içine kadar girmiş, aldığım nefesler doğrudan yüzüne çarpıyordu. Uyku sersemliğinin devam eden hayal anıyla elimin nerede olduğunu arayıp sonunda bulduktan sonra hafifçe karnımın üzerine doğru iki üç kere kendime hazırladığım teselli cümleleri eşliğinde vurdum. Ne yaptığımı anlamayan Mark ise bedenimi yatağın duvara uzak tarafına çekip kolunu belimden çektikten sonra bana bakmaya devam ediyordu. Onu umursamayarak kendini pışpışlayan beni, içten içe yargılıyor olmalıydı.

"Rüya bu rüya." Deyip kapalı gözkapaklarımı tekrardan açtım ve dağınık saçları çatılı kaşlarını örtemeyen Mark'a bakarken "Rüyamda alt komşumuzu görüyorum. Wow, hayal gücüm gerçekten sınırlıymış." Dedim. Lafımın hemen arkasından kafamı döndürmeye çalıştığımda kafama saplanmış bir oka dönüşen acı, dişlerimi birbirine geçirtmiş; gözlerimi de otomatik olarak açtırtmıştı.

Mark'ın hala var olan yüzü, iki de bir kapıya doğru döndüğünden kafamdaki yeri değişmeyen acıyla önüme düşen anılar sebebiyle sonunda rüya olmadığına kanaat getirdiğim durumu, değerlendirmeye almamı sağlamıştı.

"Rose, annenler gelmiş olmalı. Kalk da bir şeyler-" diyen Mark'ın lafını yarıda kesecek şekilde fevri bir hareketle yatakta doğrulmam, başımın sarsılmasına ve dönmesine sebep olmuştu.

"Mark, iki saattir zırvalıyorum. Neden daha önce söylemiyorsun bunu? Ne yapacağız?" derken yataktan kalkmış ve pencere kenarına kadar gelmiştim. Sağlam olan elini kafasının üzerine doğru atıp parmaklarıyla saçlarını karıştırdı ve bir şeyler düşündüğü belli olan gözlerini yere sabitledi. Onu beklemeyi bırakarak düzgün düşünemediğimin farkında olup salağa yatmayı daha uygun gördüğümden kaşla göz arasında pencere mermerinin üzerine oturup bir ayağımı camdan dışarı çıkartarak aşağı sarkıttım.

"Rose, aşağı in."

Mark, paniklemiş ifadesiyle yanıma doğru adımlamaya başladı. Oda çok büyük olmadığından hemencecik yanımda bitmiş, o yanımda bitip bir şey yapmaya vakit bulamadan sallanan dünya sebebiyle elimi, bana doğru uzattığı eline dolamıştım.

"Senin değil benim atlamam lazım kızım." Diyen Mark'ın daha tükürüğü kurumadan "Sen bir kere düştün zaten." Dedim ve başkası yapsa gülmekten altıma edeceğim olayı şimdi kendim yaşadığımdan Mark'ın elini daha sıkı tuttum.

"Sıra sende mi yani, ne diyorsun?" Dedim

Mark'ın elini, parmakları bükülecek bir biçimde sıktım.

"Tamam, tutma da aşağı atlayayım madem." Dedim.

Hayret verici bir cümle kurmuşum gibi o şeklini alan ağzı, sıkı sıkıya dolanan parmaklarımın olduğunu elini havaya kaldırmasıyla şeytansı bir gülümsemeye dönüştü. Parmaklarımın altından ezilen parmaklarını zorla parmak aralarımdan çıkarıp gözümün önüne önüne tuttuğunda yüzümü buruşturmuştum.

"Bu; arabayı durdur, sen sürüyorsun lan olayına mı dönecek?" dediğinde sesimi kesip pencereden ufak bir eğilme haliyle sarkıp yerden yüksekliğe baktım. Çok yüksek sayılmazdı ama yine de balkon hadisesinden sonra insanın aşağı bakası bile gelmiyordu.

Ama o an fark etmiştim ki belim dünkünden daha az ağrıyor ama beynimin içinde sanki büyük bir buz kütlesi taşıyordum. Titanic'i batıran buz kütlesinden bir tane de kafamda vardı, mantıklı tüm düşüncelerimde ona çarparak su almışlardı.

Feelings / Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin