Bağırtılar geçmiş, fısıltılar azalmış, duvarlar duyduklarını kusarmış gibi kömür siyahına boyanmışlardı. Burada, Markların bulundukları odanın hemen yanına çökmüş, sırtımı beyaz duvara yaslamıştım ve bembeyaz olmuş suratımı, karşımdaki duvara çevirmiştim. Duvardan dökülen boya, bedenimi terk ettiğini sandığım ruhuma dolanıyor ve içimde inanılmaz bir kötümserliğe yer buduyorlardı. Burnumdan alıp ağzımdan verdiğim nefes bile sessizlikle yıkanmışken bir anlığına ciğerlerime hava gitmediğini sanmıştım. Art arda ani hareketler yaptığımdan ağrısı uzun süredir geçmemiş belim, ağzımı açıp konuşacak hal de bırakmadığımdan sıcak basan bedenimi iyice duvara yasladım.
Mark dışarı çıktığında ne diyeceğimi bilmiyordum. Bu sesi daha önce birkaç kere duysam da aşağıdan geldiğini fark etmemiştim. Bir iniltinin sıkıştırdığı çığlıklar, hep Mark'ın çaresizlik akan piyano sesinden fark edilmemiş de olabilirdi. Daha fazla oturmanın manasızlığı tüm bedenimi harekete geçirirken duvara yasladığım elimden destek alıp bedenimi kaldırmaya çabaladım. Tırnaklarımı çıkaracağım bir baskıyla tutunduğum duvar, sonunda kalkmama yardımcı olduğunda parmaklarımın acısına olmamış muamelesi yapmaya karar verip kendimi usulca telkin ettim. En azından ayağa kalkmıştım, yolda çamura batsam üstümün kirlenmesinden önce çamurdan çıktığıma sevinmem gerekirdi. Annem hep bunu söylerdi bana.
Ayaklarımı sürüyerek gezdiğim koridorda kendi odamın bulunduğu yeri, Mark'ın odası sayıp o tarafa adımlamaya başlarken gözlerimi etrafta gezdirmeyi de unutmuyordum. Zaman geçsin diye uğraşıyordum aslında. Sırası geldiğinde beynime çarpan yelkovan, içinde bulunduğum zamanı kaybetmeme sebep oluyordu.
Mark'ın odasına sürüklenen ayaklarım hafif açık olan kapıya ulaştığında ani bir duraklama yaşadı ve yaptığım şeyin doğruluğunu sorguladım. Fakat yine en sonunda zamanında Sofistlerin yaptığı gibi "doğru bilgi görecelidir." deyip ilerlemeyi seçmiştim. Azar yiyeceksem kapının önüne gelmekten değil odasına girmekten yerdim, her halükarda bana kızabilirdi.
Bir şey kurcalamayacak olmam da konunun başka tarafından bakılmalıydı.
Parmaklarımla kapıyı ittirip attığım birkaç adım, özel hayatın gizliliğini çiğneyip geçse de ilerlemeye devam edip karşımda duran büyük, kuyruklu ahşap piyanoyla kapıyı sıyıran parmaklarım yere düşmüştü.
"Gerçekten bir piyanosu olduğunu sanmıyordum." Deyip kendimi yürümeye zorlarken kulaklarım sağır olmuştu bile çünkü ayak seslerimi bile işitemediğim şu durum piyanoya ulaşana kadar geçmemişti. Piyano çalmayı Hyunjin'den biraz biraz biliyordum fakat hiç pratik yapmamış olsam da bir şarkı da olsa ezbere biliyordum, nota bilgim bu yönde sıfırında altındaydı.
Bir yatağa benzemeyen, çekyat benzerimsi mavi koltuğun üzeri gri bir çarşafla örtülmüş, çok sayıda yaprağı katlanmış duran birkaç kitap ve laptop, çarşafın üzerine konulmuştu. Yatağın arkasında kenardan göründüğü kadarıyla katlanabilen kahve bir masa da vardı. Yatağın karşısında küçük beyaz giysi dolabının altından gri bir giysinin kol kısmı sarkıyordu, kapalı kapağın ardından. Ahşap – kahverengi karışımı gitarı da dolaba yaslanmış, ön kısmı kapıya çevirmişti. Fakat odaya girdiğinde dikkatini çeken tek şey, dolabın sol tarafındaki boşluğa konulmuş ahşap –gayet pahalı duruyordu- piyanoydu.
Kalçamın hizasında duran piyanonun tuşlarına ulaşmak için tuşların üzerindeki kapağı kaldırıp parmaklarımı tuşlarda dolaştırmaya başladım. Çamurlu bir zemine yağan ilk kar eriyip giderdi; parmaklarımın ucundan boşalan tüm hislerim ışıldayan gözlerimin çevresini sihirli bir çembere almıştı ama birazdan eriyip gidecekti. Belli bir ritme uymayan bu sesler her dokunuşum da biraz daha kargaşaya sebep olsa da acıyan yerlerimi iyileştiren bir şifaydı. Mark gibi çalamıyordum ve bunun sebebi aynı ellere, aynı parmaklara sahip olmamamızdı. Senin duvara yasladığın çelenk başkası için sadece güzel kokardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Feelings / Mark Lee
FanfictionÇünkü duyguları bulmak zordur. Mark Lee 2020 Tamamlandı