Saatler süren rötarlı, bebek ağlamalı ve havasız yolculuğun ardından otobüs terminalinin ıslak zeminine nihayet ayak basmıştı.
Otobüsün içindeki sıcaklık yerini şehrinin sağı solu pek belli olmayan akşam soğuğuna bıraktığı için vücudundaki ürpertiye engel olamadı,istemsizce kasıldığını hissetti.
"Sağol,bilader size hayırlı yolculuklar " dedi uzun boylu çocuk.
Hostun uzattığı 7 numara etiketli siyah valizini kendine doğru çekerken ,bir baş selamı verdi."Eyvallah abi, geçmiş olsun" diye yanıtladı onu host. Aynı bezgin ifadeyle diğer yolcuların valizlerini teslim ediyordu.
Yeditepeli şehrine tekrar dönmüştü. Tam olarak ne hissetmesi gerektiğini kestiremiyordu,buruk bir sevinç mi yoksa kasvetli bir hüzün mü ? Adını bir türlü koyamıyordu.
Doğduğu büyüdüğü şehir sanki çok uzaklardaki bir diyar gibiydi şimdi ,ait olmadığı sokaklarda ait olmadığı insanlarla geçirilmiş zaman kalabalığı olarak isimlendirebilirdi belki bu yabancılaşma hissini.
Oysa buradan ayrılalı çok bir zaman geçmemişti. Sanki çocukken sokaklarında dizlerini parçaladığı caddelere hiç ayak basmamış gibi hissediyordu.
Ergenliğinin ilk zamanlarındaki aptal cesaretiyle ona buna kafa tutarak lise çıkışı kavgalarında kaldırım taşlarında yığılıp kalan o değilmişcesine gülümsedi. Sahi sebebi neydi tüm o saçmalıkların?
Hatırlayamadığı kadar gereksiz şeylerdi işte.
Elindeki siyah valizi çekiştirip,boş sokakta ilerlemeye başladığında dudaklarının arasına bir dal sigara yerleştirdi,zaten herhalde otobüste biraz daha kalsa bebek sesinden kafayı yemese nikotinsizlikten kafayı yiyecek duruma gelecekti. Ne ses vardı ama velette !
Aptal aptal etrafa bakınmayı bırakıp,taksilere doğru ilerledi. Aslında evi çok uzak sayılmazdı ancak sağanak yağmur altında elinde aptal bir valizle yürümek şuan en son tercihi bile değildi.
Orta yaşlarda,sigaradan bıyıkları sararmış bir dayınin el etmesiyle beraber adımlarını doblo tipi taksiye dogru hızlandırdı.
"Hopp yeğenim,taksi mi lazım"
"Evet abi, Eymenler Mahallesine gideceğiz." dedi kafasına çektiği haki yeşili monta sarınarak.Islanan izmiriti su akan mazgala doğru fırlattiktan sonra ön koltuğa geçti ve arkasına yaslandi.
Ankara soğuğundan sonra Istanbul akşamları ile nasıl baş edemediğini düşünürken,besmele çeken taksici arabayi çalıştırdı ve radyoyu çevirdi.Hiç bir anlam ifade etmeyen sözlere sahip ancak aptalca bir melodiye sahip şarkıya göz devirip kafasını cama doğru yasladı. Yüzeysel fakat insanı yakalayan bir parçaydı.
Yağmur damlalarının hareketlerini sokak lambasından izlemeye başladı.
Şimdiden Ankara'da kurduğu hayati özlemişti,şimdiden kendi memleketinde gurbettte hissediyordu.Ne diyordu şair,öz vatanında garipsin,öz vatanında parya...
Derin bir nefes aldıktan sonra şemsiyeyle koşuşturan insanlara bakındı,iş çıkış saati sebebiyle ana caddeden yükselen korna seslerine aldırış etmeden bu şehrin trafiğine tekrardan bir küfür savurdu. Taşı toprağı trafik Istanbul...
Aradan beş dakika geçmiş geçmemişti ki taksicinin fırıl fırıl dönen gözleri ,taksimetreden daha hızli çalışıyordu. Kurbanını seçen seri katil edasıyla yol kenarından el sallayan müşterilere kilitlemişti kendini.
Yağmurlu havalar demek sağlam kazanç demekti sonuç olarak. Ekmek parası neticede...
Işıklarda kırmızı yanınca bir müddet duraklamışlardı,kavunlu araba kokusu genzini cayır cayır yakarken sinirle bacağını salladı. Koku hassasiyeti ,çoğu zaman bir lanet gibi migrenini tetikliyordu.