Bu kesinlikle Alpay'ın fikri değildi.
Hem de hiç...
Yemek yapmak yani..
Henüz kafasını ve şuurunu o denli yitirmemişti elbette ama utançla poşetleri yere koyarken merdiven basamaklarını teker teker indi. Emir ve Kahraman beraber berbere gitmişlerdi şimdi. Emir'in düğününe tam 3 gün kalmıştı. Kahraman ve Emir ay gibi parlayan yüzlerle katılıp,hizalı saçlarla beyefendi gibi durmak için berber yoluna uğramışlardı.
Alpay ise zerdüşt misali uzamış ve artık kulak hizasına gelmeye başlayan hafif dalgalı kumralları neredeyse bağlayabiliyordu yarım topuz biçiminde. Çok fazla sakala sahip olmadığı için haftada bir defa traş olmak yeterli geliyordu ona. Köprüaltı tinercisi misali evin içinde turlarken ,yeni yeni iyileşmiş olan etini tutup mutfağa ilerledi.
Sevdiceği bugün geç gelirdi. Emir Paşa ile beraber mekanı kontrol edip,düğün organizasyonunu a'dan z'ye gözden geçireceklerdi zira. Alpay bu yüzden bildiği tek şey olan salçalı makarnayı pişirip ocağın üzerine bıraktı. Sabahtan kalma bulaşıkları topladıktan sonra bir çay suyu koyup bilgisayardaki aptal projesinin son dokunuşlarını halletti.
Bir mimar adayına göre cidden berbat çizim yeteneğine sahipti. Zaten sinirlenince elleri titrerdi ,eh bir de hep sinirliydi ki genelde her zaman elleri titredi bu sebepten. Zil çalmasıyla birlikte yerinden sıçramıştı şimdi.Kapıya doğru adımlayarak,delikten gelen kişiyi süzdü.
Sarıya çalan saçları,yorgun kahveleri ve epey asık suratı ile erkek kardeşi Alkan kapıda dikilip ,zile basıyordu.
"Abi,evde olduğunu biliyorum. Lütfen aç,konuşalım."diye mırıldandı zar zor çıkan sesiyle.Alpay hiç bir cevap vermeden merdivenlerin başına oturup başını dizlerine gömdü,derin bir iç çekerken sırtını duvara yaslayıp sakinleşmeye çalıştı. O geceye tekrar gitmişti şimdi. Eline doğan ,dünyaya gözünü açtığında ilk ona bakan minik canlı ile şimdi aralarında bir demir kapı bulunuyordu.
Onun yitip giden masumiyeti ile abisi arasında ise bir bıçak izi...
"Biz evde yokken bir şey yaptı mı sana ?" diyordu annesinin sesi.
"Doğduğun günden beri kahırsın,belasın ,çilesin Alpay" annesi kafasının içinde bağırıyordu.
"Ankara'dan tabutun gelseydi keşke." Annesi gözlerini dikip demişti bunu terreddütsüz.
"İbneymişsin sen,parayla mı yapıyorsun abi? Ankara'yı elden geçirdin Istanbul'a mı geldi sıra?" Alkan öfkeli ve kırgın bir ifadeyle bakmıştı ona.
Hayır demek istiyordu ben bir tek adam sevdim. Bir tek onun oldum,bir tek onun olacağım. Kalbimin anahtarını dipsiz kuyulara attım,bir çift bal rengi göz harici kilidi yok demek istiyordu.
"Benim bir abim yok,senin de kardeşin olmasın. Siktir git bu evden,mahalleden ibne." O kelime o kadar çirkin duruyordu ki ağzında oysa...
İlk kelimesi "abi" olan minik ağızda ne de çirkindi o kelime. Ne kirliydi.
Alpay'ın başı pervane gibi dönerken beynine dolan seslerle midesi kaskatı kesilip soluğunu kesti. Yumruklarını ve dişlerini öyle sıkıyordu ki burnundan solusa da kilitlediği çenesini bir türlü açamıyor ve ağzından soluk alamıyordu. Zangır zangır titreyen ellerle vücudunu kitlerken kardeşinin ağzından çıkan cümleler sanki çok çok uzaklardan gelen bir yankıymışçasına çınlıyordu evde.
"Abi...özür dilerim... ben seni yaralamak istemedim.. ben sadece o an evden gitmeni istedim. Annem..annem öyle şeyler diyince.. ben,ben senin kötü şeyler yaptığını düşündüm işte ne bileyim...abi köpeğin olayım nefret et ama sadece suratıma bir kez olsun bak." dedi Alkan hıçkırarak ağlarken.