"Bırak beni, yalancı!" diyerek bağırdığımda, hatta haykırdığımda; irkilerek kolumu bıraktı. Benden korkmadığını biliyordum, bu güçlü görüntüsü ve yaşça büyüklüğü benden korkmaması için gayet iyi bir nedendi. Sadece böyle çıkışacağımı beklemiyordu, bundan emindim.
"Sana ihtiyacımız vardı." diye fısıldadığımda, gözlerimdeki yaşları geri yollamaya çalıştım ancak başarılı olamadım. "Tükendik. Yoktun, kimse yoktu. Şimdi, lütfen hayatımıza girmeye çalışma."
Sessizce konuştuğumda, gözlerinden hüzünlü bir ifade geçti. Ya da ben böyle olmasını istedim. Bilmiyorum, sadece üzülmeliydi işte. Belki bencilceydi, belki yanlıştı bu düşünce. Ama canı yanmalıydı. Bizim hep yanmıştı ve yanmaya da devam ediyordu.
"Özür dilerim. Lütfen izin ver, sizi tanımak istiyorum." diye konuştuğunda, bir an ona acımıştım. İncinmiş ve hüzünlü ses tonuna acımıştım. Ancak hemen kendimi topladım ve suratımdaki tüm ifadelerden kurtuldum.
Donuk sesimle konuşmaya başladığımda, soğukluğum havada asılı kaldı. "Elveda."
Evden çıktım ve kapıyı ardımdan çarptım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Oksijensiz kalmış gibi hissediyordum ve boğuluyordum. Ellerim boğazıma gittiğinde, nefes almaya çabaladım. Fakat nefes alamıyordum. Nefes almak için içime çektiğim oksijen boğazımda gürültülü bir ses çıkarıyordu ancak ciğerlerime ulaşmıyordu.
Ellerim boğazıma gitti. Boğuluyordum. Dizlerimin üzerine çöktüm ve nefes almak için çırpınmaya başladım. Alamadığım oksijenin sesini duymak kötüydü. Ağlamak istiyordum fakat bunu bile beceremiyordum.
Kendimi birinin kucağında bulduğumda, görmek için kafamı kaldırdım ama buğulanmış gözlerim buna engel oldu.
"Robyne! Nefes al, beni duyuyor musun nefes al!"
Endişeli ses kulaklarımdan büyük bir uğultu şeklinde giriş yaptığında, görüntüler gözümün önünde sabit durmuyordu. Her şey gözümün önünden kayıp giderken hiçbir şey yapamıyordum.
Yumuşak bir zemine oturtulduğumda, sakinleşmeye çalışıyordum ancak bu durum beni fazlasıyla panik etmişti.
"Nefes al, sakin ol. İyisin tamam mı, buradayım yanındayım. Nefes al."
Beni sakinleştirmeye çalışan ses etkili olmaya başladığında, derin nefesler almaya çalışıyordum. Başarılı olan denemem ciğerlerimi yaktığında öksürmeye başladım. Oksijen ciğerimi acıtmıştı fakat bu o kadar mükemmel bir acıydı ki...
Hala doğru dürüst nefes alamıyordum fakat önceki gibi kötü değildim. Görüşüm biraz olsun netleşirken arabada olduğumu fark ettim. Ve yanımda da David vardı.
"Hastaneye gidiyoruz." diye açıklama yaptığında, itiraz etmedim ve nefes almaya çalışmayı sürdürdüm. Büyük bir gürültüyle yapıyordum bunu ve bu rahatsız ediciydi.
Araba durduğunda hastaneye geldiğimizi anladım ve kapı koluna uzandım. David benden önce davranarak kapımı açtı, beni kucağına aldı.
"Kendim... yürüyebilirim." diyerek zorla konuştuğumda beni umursamadı ve acil kapısından girerek beni bir sedyeye yatırdı.
"Nefes alamıyor, sanırım kriz geçirdi." Sedyeyi taşıyan doktora durumu özetlediğinde beni bir odaya aldılar.
"Tam olarak ne oldu?" diyerek David'e döndü doktor.
"Söyledim ya, kriz geçirdi işte! Ne gerekiyorsa yapın!" diyerek kükreyen David irkilmeme sebep olmuştu. Doktor çabucak başını salladı ve yattığım sedyenin yanında duran müdahale arabasından maske aldı.
"Şimdilik bunu takalım, birkaç test yapacağız." Bilgilendirmesine kafamı salladım ve maskeyi takmalarına izin verdim. David büyük bir endişeyle beni izliyordu. Ona baktığımı fark edince bir adım atarak yanıma ulaştı ve güven verecek bir şekilde kolumu tuttu. Şu durumda olmasaydım tekrar beni bırakması için ona kükreyebilirdim ancak buna gücüm yoktu.
Doktor kanımı alıp birkaç muayeneden sonra gülümseyerek odadan çıktığında David yanımdaki sandalyeye oturdu.
"Çağırmamı istediğin birisi var mı?" diye sorduğunda kafamı salladım ve telefonumu cebimden çıkarıp ona verdim.
Maskeyi sola doğru kaydırdım. "Tom." dediğimde kafasını salladı. Maskeyi tekrar taktım.
"Alo, Tom? Ben Robyne'in dayısı. Seale Hastanesi'ndeyiz. Hayır hayır, iyi. Seni aramamı istedi. Tamam."
Konuşmasını bitirdiğinde telefonu gülümseyerek sedyeye, yanıma koydu. "Birazdan burada olurmuş."
Kafamı salladığımda, elini tekrar koluma koydu.
"Lütfen, size yardım etmeme, sizi tanımama izin ver." dediğinde, gözlerimi ondan kaçırdım. Sıkıntıyla kafasını eğdi ve Tom gelene kadar da bir daha konuşmadı.
"Güzellik, iyi misin?" Tom endişeyle yanıma geldiğinde gülümseyerek kafamı salladım. Artık nefes alabileceğime emin olarak maskeyi çıkarttım ve doğrulmaya çalıştım. "İyiyim."
Tom konuşmak için ağzını açtığında, doktor içeriye girdi ve ardından kapıyı kapattı. Elindeki kağıtlarla yanıma ilerledi.
"Öncelikle, çok önemli sayılmayacak bir astımın var. Bu yüzden kriz geçirmişsin. Çok sık yaşanacağını düşünmüyorum." diyerek açıkladığında, rahatlayarak gülümsedim. "Ancak... kanında madde tespit ettik Robyne. Uyuşturucu." dediğinde, David'e döndü.
Rahatsız olarak kıpırdandığım ve araya girdim. "Ama uzun süredir..."
Lafımı kesti ve konuşmaya devam etti. "Bu maddeyi kanından uzun süre atamazsın. Bunu şu an hastane polisine bildirmem gerekiyor fakat Bay Miles için bunu yapmayacağım."
Ne yapacağımı bilemeyerek Tom'a döndüğümde, o da korku ve endişeyle bana bakıyordu.
"Bay Miles, sizin gerekli uyarıyı yapacağınızı umuyorum. Eve gidebilirsiniz." Elime reçeteyi tutuşturup odadan çıktığında, utançla kafamı eğdim.
"Robyne!" diye bağıran David'e bakmaya yüzüm yoktu. Buna karışmaya hakkı olmadığını söyleyebilir ve bundan sıyrılmaya çalışabilirdim ama şu an polise verilmememin tek sebebi oydu. Üstelik beni hastaneye getirmiş, ilgilenmiş ve başımda beklemişti. O benim için hala bir yabancıydı fakat bugün yaptığı iyilikten sonra onu kırmak istemiyordum.
"Aklından neler geçiyordu? Ne uyuşturucusu?!" diyerek bağırdı ve devam etti. "Bunların hepsi benim yüzümden, özür dilerim yanında olamadığım için. Ama artık buradayım. İzin ver seni tüm bu şeylerden, bu hayattan kurtarayım." Sonlara doğru iyice kısılan sesi ona dönmemi sağlamıştı.
Gözleri dolmuştu, o güçlü görüntüsü şu an bu halinden o kadar uzaktı ki, hayret etmiştim. Güçsüz ve incinmiş gözüküyordu.
Bir cevap bekliyormuş gibi bana bakmaya başladığında, yattığım yerden doğruldum. "Beni eve bırakabilir misin? Lütfen." diye konuştuğumda usulca kafasını salladı. O çıkış işlemlerini yaparken Tom ve ben arabanın önünde bekliyorduk.
"Ona bir şans ver Robyne." diyen Tom'a bakmadım. Zaten David gelmişti ve cevap vermeden arabaya bindim. Araba yolculuğu gergin ve sessiz geçmişti. Evimin önünde durduğunda, önce Tom indi ve sonra da ben indim. Kapıyı kapatmadan önce içeri dopru eğildim.
"Eğer istersen, yarın konuşabiliriz." dediğimde, gülümseyerek kafasını salladı. Ve ben de daha fazla beklemeden kapıyı kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Lesbian Life
Teen Fiction"Sen..." Sesim adeta hırlıyor, ateş saçıyordu. "...ne hakla..." Yürümeyi sürdürdüm. Bu onun ürkerek geri gitmesine sebep oluyordu. Gidecek yeri kalmadığında onu duvarla arama almıştım. Geri gitmek için çabalıyordu ancak bu yalnızca sırtının soğuk d...